.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

Fransız Bir Katolik Nasıl Şiî Oldu?

Henry Corbin, 4 Nisan 1903'te Paris'te dünyaya geldi. Çocukluk döneminde Katolik dininin öğretilerini benimsemekle mükellefti. Ardından Hristiyan Bilimi Okuluna gitti ve akabinde Protestan hareketine ilgi duymaya başladı. Eğitimine devam etmek için Sorbonne Üniversitesine gitti ve 1925'te lisans derecesini aldı. Daha sonra 1928'de Yüksek Felsefe Sertifikasını aldı. Son olarak 1929 yılında Paris Üniversitesi’nden Yüksek Öğrenim Diploması aldı ve Paris'teki Doğu Dilleri Okulu'ndan mezun oldu. Bu yıllarda Arapça, Farsça ve Pehlevî dilleriyle tanıştı.

Daha sonra Louis Massignon'a giderek, Sûhreverdî’nin Hikmetû’l-İşrâk kitabının bir kopyasını aldı. Bunun Corbin üzerinde derin ruhsal bir etkisi oldu ve onu Doğuya yönlendirdi. Sûhreverdî’nin eserlerinden biri hakkında yazdığı ilk makalesi Felsefi Araştırmalar Dergisinde yayınlandı. “Sûhreverdî-Hikmetû’l-İşrâk'ın Kurucusu” başlığıyla Sûhreverdî hakkında Fransızca yazdığı ilk bağımsız eser 1939 yılında yayınlandı.

Corbin, Fransa ve İran Enstitülerine uzun süredir başkanlık ediyordu. Sûhreverdî, Rouzbâhan ve Molla Sadra gibi ünlüler onun çabalarıyla Avrupa bilim ve kültür camiasının tanıdık isimleri haline geldi. Farklı kültürler arasındaki çatışmaların sürekli genişlediği bir dünyada o, anlayışlılık çabasının muazzam bir örneğiydi.

Henry Corbin, Şiî bir filozof ve bilge bir müfessir olarak adlandırılmalıdır. İrfani eserlerdeki çalışmaları eserlerine tarifsiz bir zarafet ve çekicilik katmıştır. Corbin bu konuyla ilgili şöyle diyor:

“Yetişme tarzım en başından beri felsefiydi. Bu nedenle, kelimenin tam anlamıyla ne Alman dili ve kültürü konusunda uzmanım, ne de oryantalistim; ben gezgin bir filozofum. Hangi diyara yolum düşse de, bu yolculukta Freiburg, Tahran ve İsfahan'dan gelmeme rağmen. Ama bence bu şehirler temsili şehirler; ebedi ve kalıcı yolculuğun sembolik evleri.”

Tanışma Başlangıcı

Henry Corbin, Allame Tabatabaî'nin irfanı ve felsefesinin ününü duyduğunda, bu dindar bilgenin ilmi azameti, ruhsal mükemmelliği ve erdemleri karşısında büyülenmişti. Bu sebeple Şiiliği tanımak için yılda birkaç ay Paris'ten İran'a gelir, Şiiliği araştırırdı. Allame Tabatabaî'den bazı üniversite hocaları aracılığıyla kendisine yardım etmesini istedi. Bu araştırmacının ilmi faaliyetlerinin ve manevi iştiyakının farkında olan büyük filozof, yaşlılığına ve ihtiyarlığına rağmen onun bu davetine icabet ederek, iki haftada bir Kum'dan Tahran'a gelip, ilmi toplantılarda Corbin'in sorularına cevap veriyordu. Şiiliğin değerli ve hakiki öğretilerini ona ve bazı üniversite hocalarına öğretiyordu. Böylelikle Batı dünyası Henry Corbin aracılığıyla gerçek Şiiliği tanıyabilecekti.

Allame Tabatabaî bir yerde şöyle demişti:

“Bu bilim adamı ve meslektaşları tarafından İslami öğretilerin Batı dünyasında yayılması Allah'ın bir lütfudur. Onların Fransa'da Şiî öğretilerini tanıtan bir dergileri vardır.”

Tevil Sahabeleri çemberi denen bir çemberde iki şahsiyet düzenli olarak bir araya geldi. Dil sorununa rağmen, iki ileri gelen arasında çeviri yoluyla iletişim ve diyalog kuruldu.

Bereketli Görüşme

Corbin 1958 ve 1959 yılları arasında Allame Tabatabaî ile Şiî inançları, öğretileri ve tarihi hakkında çok sayıda röportaj verdi.

Allame Tabatabaî bu müzakereler hakkında şunları söylemiştir:

“Corbin'e göre şu ana kadar oryantalistler İslam hakkındaki bilgileri Sünnilerden alıyorlardı ve sonuç olarak Şiî mezhebinin gerçeği layıkıyla Batı dünyasına tanıtılmadı.

Henry Corbin de bir makalesinde şunları dillendirmişti:

“Kadim zaman oryantalistlerin inancının aksine, Şiiliğin gerçek, asil ve kalıcı bir mektep olduğuna ve Batı'ya getirdiklerinden farklı olarak gerçek bir din niteliği taşıdığına inanıyorum. Bilimsel araştırmalardan sonra elde ettiğim şey, İslam'ın maneviyatının hakikatlerine bu din hakkında gerçekçi olan Şiilerin gözünden bakmamız gerektiğidir. Bu nedenle, bu mezhebi Batı dünyasına olması gerektiği ve gerçekliğine layık olduğu şekilde tanıtmaya çalıştım. Bu mektebin âlimleri ve önde gelenleriyle temasa geçmek ve onların düşünce tarzlarını tanımakla çok ilgileniyorum ve Şiiliğin temel ilkelerini incelemekle bu büyük insanlardan yardım alıyorum ve amacım hakkında daha net hale geliyorum.”

Allame Tabatabaî, Corbin ile ikinci buluşması hakkında şunları yazar:

“Bu yılda (1959) yazar, yaz tatillerini geçirdikten sonra -Demavend dağı civarındaki yazlıklardan birinde, Kum'a döndüğümde, söz verdiğim gibi 7 Ekim gecesi Tahran'da birkaç gün kaldım, ikinci toplantı sıcak ve samimi bir ortamda gerçekleşti. Corbin bu mecliste müzakerelere devam ederek şunları söyledi: "Bu yıl Avrupa'dayken Cenevre'de Şiî inancına göre beklenen İmam (Hz. Mehdi) konusunda bir konferans yaptım ve bu konu, toplantıya katılan Avrupalı ​​bilim adamları için oldukça yeni bir şeydi!

O sözlerine şöyle devam etti: “Bence Şiilik, Allah ile insanlar arasındaki İlahi rehberlik ilişkisini sonsuza kadar koruyan ve vilayeti canlı ve ayakta tutan tek mekteptir.”

Corbin sözlerini şöyle sürdürdü: “Tüm dinlerin gerçeği takip ettiğine inanıyorum. Ancak bu gerçeği kalıcılık ve süreklilik elbisesi giydiren ve bu özelliğin sonsuza kadar insan ve ilahi âlemler arasında kalacağına inanan sadece Şiî mezhebidir. Bu benim görüşümdür. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?”

Ben de şunları söyledim: “İslam açısından söylenebilecek şey, yapanı ispat etme teorisinin tüm dinlerde ortak olduğudur; ancak bu hakikatin değerini taşıyan din, sadece tek bir Tanrı'ya tapılan ve peygamberlik ilişkisinin ispat edilip yeniden diriltildiği bir dindir. Bir dine saygı ve boyun eğmenin anlamı nedir, Yahudilik ve Hristiyanlık için müsaade edilen İslam, İsa'nın peygamberlik konumunu kutsar ve arındırır ve bu Peygamberin ve Hazret-i Musa'nın şeriatını över ve ayrıca Mecusi dinine saygı duyar.”

Her Yer İbadet Yeridir

Allame bir gün Corbin'e şunları söyledi:

“Kutsal İslam dininde istisnasız tüm topraklar ve yerler ibadet yerleridir. Kişi namaz kılmak, dua etmek veya secde etmek isterse, nerede olursa olsun bunu yapabilir, ancak Hristiyanlıkta durum böyle değildir ve ibadet kilisede belli bir zamanda yapılmalıdır.

Öyleyse bir Hristiyan kendini bir durumda bulursa -örneğin gecenin bir yarısı ne yapmalı?- Pazar günü kilise kapısının açılmasını beklemesi gerekir, bu da kulun Alalh ile bağlantısının kesildiği anlamına gelir.”

Corbin şöyle cevap verdi:

“Evet, Hristiyanlıkta bu sorunlar var. Allah'a şükürler olsun, İslam dini her zaman, her yerde ve her durumda Yaradan ile kul arasındaki ilişkiyi korumuştur.”

Allame şunu hatırlattı:

“Aziz İslam dininde kişi bir ihtiyaç duyarsa, aynı o ihtiyaca göre Rabbine dua eder. Çünkü Allah'ın güzel isimleri vardır ve insan, kendi iradesine ve ihtiyacına göre bu isimlerin her birini uygun gördüğü ad ve sıfatla çağırır. Ancak Hristiyanlıkta Allah bu isimlere sahip değildir ve sadece Allah ve baba kelimesi onun içindir.”

 O, Corbin'e hitaben şunları söyledi:

“Bir durumda Allah'a seslenmek, O'na adı ve sıfatıyla dua edip hatırlamak ve O’ndan belirli bir isimle yardım istemek isteseydiniz ne yapardınız?”

O, şöyle cevap verdi:

“Dualarımda, Sahife-yi Mehdeviyye'yi okuyorum!”

O, Şii Oldu Demedim mi?

Birkaç röportaj toplantısından sonra Henry Corbin Fransa'ya gitti, ancak Allame Tabatabaî'yle bağlantısı kesilmedi ve iki düşünür arasındaki münazaralar yazışmalar yoluyla devam etti. Allame Şiî bakış açısıyla İslam felsefesini derledi ve ona gönderdi.

Allame Tabatabaî'yle yapılan röportajda ortaya çıkan konuları kaydedip, Avrupa'da yayınlayarak Şiiliğin gerçeğini tanıtmanın yanı sıra Henry Corbin, konuşmalarında ve konferanslarında Şiiliği ciddi bir şekilde savunurdu. Dünyada ölmeyen, yaşayan orijinal tek mezhebin Şiilik olduğuna inanarak, onu Paris'te tanıtmak ve yaymak konusunda ısrar etti. Zira diri bir İmam’ın varlığına inanıyor. İnancını buna dayandırıyordu. Corbin'in kendisi de bizzat bu mezhebin öğretilerine ve maneviyatına yakındı ve bu kıvılcım onun ruhunu ve psikolojisini değiştirmişti.

Allame'nin en büyük oğlu Mühendis Seyyid Abdûlbaki Tabatabaî şöyle diyor:

“Bir gün babam bize döndü ve neşeyle şöyle dedi: “Bu Profesör İslam dinini (Şiiliği) seçti. Ancak şartlar bunu açıklamasına izin vermiyor.”

Babası bunu söyledikten birkaç gün sonra Corbin, bir gün Hz. Mehdi (as) hakkında hararetli bir konuşma yaparak, şunları söyledi:

“Ben Şiiliği araştırmak ve bu mezhebin gerçeklerine ulaşmak uğruna Sorbonne Üniversitesi'ndeki araştırma pozisyonumu kaybetmek üzereydim.”

Babam bunu öğrendiğinde çok sevindi ve şöyle dedi:

“Profesör Corbin'in Şiî oldu, dememiş miydim ben size? Açıkça dile getiremiyordu.”

Allame öğrencilerinden birine şunları söylemişti:

“Corbin, Sahife-yi Mehdeviye kitabından dualar okur ve ağlardı.”

Şia'nın Harimine Ulaşmak

Corbin, Şiî maneviyat dünyasına girmenin kolay bir iş olmadığına inanıyordu. Zira Şiîlik İslam'ın batini marifetinin türbesidir. Dini meselelere karşı utanç duygusu, metanet ve ağırlıktır zira muhatap yakine vardığında perdeler açılır. O, şöyle yazıyor:

“Şiiliğin harimine girmenin ve onun ruhuna dalmanın gerekli koşulu, onun maneviyatının geniş okumasına oturmaktır. Ancak maneviyat dünyasına misafir olmak için kalbimizde ve vicdanımızda ona bir yer hazırlamamız icap eder. Kalplerimize ve ruhlarımıza girmediği sürece Şiî maneviyat dünyasında yaşamak mümkün değildir.”

Corbin'e göre Şiilik, İslam'ın içsel anlamıdır; yani İmamlardan takipçilerine ve onlardan başkalarına aktarılan aynı öğretiler, başından ve tamamen aynıdır.

“İnsanlık bu ilahi halifeler olmadan yaşayamaz. Kâh bunun farkındadır, kâh da bundan gafildir. Şiî mezhebinde, yalnızca velayet ve imamlık arasındaki güven ve bağlantıyla, zahiri ve batıni tefsirlerle Peygamberi tanıma yolu ortaya çıkmıştır ki; bu bir yandan şeriatın zahiri tefsiriyle, diğer yandan da teviliyle sınırlıdır.”

Corbin şöyle söylüyor:

“On ikinci İmamın simasıyla Şiilik bize en gizli sırrını sunuyor ve bu mesele ilahiyat ve manevi hikmetin yüce sarayının tepesinde oturuyor.”

Henry Corbin 07 Ekim 1978'de hayatını kaybetti.

.

.