.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

Ahmed Hâşim

"İstanbul`u yenileştiren ve yerlilerini şaşırtan istilâların en gizlisi ve te`sirlisi, yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. "Saat"dan kasdımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır.

Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve an`aneden hayat alan bir zevkımız olduğu gibi, bu hayat üslûbuna göre de "saatlerimiz ve "gün"lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını, şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi. Madenden eski kapaklar altında saklı tutulan eski mâsum saatlerin yelkovanları, yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki hareketiyle az çok ilgili bir hesaba uyarak, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini zamandan, aşağı yukarı bir doğrulukla haberdar ederlerdi. Zaman sonsuz bahçe ve saatler, orada açan, kâh sağa, kâh sola meyleden, güneşten rengârenk çiçeklerdi. Yabancı saat alışkanlığından evvel, bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, vakitlerin kırmızı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar hâlinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik "gün" tanınmazdı.

Işıkta başlayıp ışıkta biten, oniki saatlik kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mes`ud olduğu günler, işte bu günlerdi. Şerefli günlerin vak`alarını bu saatlerle ölçtüler. Gerçi astronomi hesaplarına göre bu saat iptidaî ve hatâlı bir saatti. Fakat bu saat, hâtıraların kudsî saatiydi. Alafranga saatin âdetlerimiz ve işlerimizde kabûlü ve alaturka saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere bırakılmış battal bir "eski saat" hâline gelişi, hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir te`sire sâhip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan, geniş, kayıdsız dostlardır. Gelen yabancılar ise, hayatımızı bozup, onu meçhul bir düstûra göre yeniden tanzim ettiler. Ve ruhlarımız için çok tanınmaz bir hâle getirdiler.

Yeni "ölçü" bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda altüst ederek, eski "gün"ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni "gün" meydana getirdi. Bu, Müslümanın eski mes`ud günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve kâtilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve sonu gelmez günüydü. Unutulan eski saatler içinde eksikliği en çok hasretle hatırlanan saat, akşamın onikisidir. Artık "on iki" solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lâcivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerinden çıkıp uçuştuğu o te`sirli ve titrek saat değildir. Akşam telâkkisinden koparak, kâh öğlenin sıcağında ve kâh gece yarılarının karanlığında mevcud olmayan bir zaman bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır. Yeni saat, Müslüman akşamının hüzünlü ve şa`şaalı dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı "gün"ün getirdiği geçim şekli de bizi fecir âleminden uzak bıraktı. Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle, ızdırap çekenlerin şişkin kapaklar içinde bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır. Bu zavallılar için fecrin pırıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmiğini aydınlatan bir ışıktır. Hâlbuki fecrin saati, Müslüman için, rü`yâsız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibâdet, neş`e ve ümîdin başlangıcıdır.

Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellîlerindendir. Kubbe ve minareleri o alaca saatta görmemiş olan gözler, taşa en İlâhî mânâyı veren o akılları hayrette bırakan mimarîyi anlamış değillerdir. Esmer camiler, fecirden itibaren semavî bir altın ve semavî bir çini ile kaplanır ve İslâm ustalarının tamamlanmamış eserleri o saatte tamamlanır. Bütün mâbedler içinde, güneşten ilk ışık alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.

Şimdi heyhat! Eski "saat"le beraber akşam da, fecir de bitti. Birçoklarımız için fecir artık gecedir. Ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acaip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve hased sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz, gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi, biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz." 

.

Editör: Hasan Bedel