.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Fahr-i Kâinat Efendimiz Muhammed Mustafa’nın Vefatı

Kuran’ın da açıkça buyurduğu gibi, O insanların içinden seçilen birisiydi, diğer insanlar gibi doğup yaşayıp ve takdiri ilahi geldiğinde vefat edecekti. Rab’ul âlemine ulaşmadan önce bunu bizzat kendisi defalarca buyurdu; son veda haccını yaparken, hacdan dönüş esnasında, Gadiri Hum'da ve Medine’de ashabıyla birlikteyken bir süre sonra aralarından ayrılacağını buyurdu. Allah’ın resulü (s.a.a) ölümüne bir ay kala şöyle buyurdu:

“Sizden ayrılmam ve yüce Allah'ın huzuruna varmam çok yakındır. Ben öleceğim ve Allah’ın davetine icabet edeceğim, fakat size iki ağır emanet bırakıyorum; biri Allah'ın kitabı ve diğeri Ehlibeytimdir. Her şeyi bilen Allah, bu ikisinin hiçbir zaman birbirinden ayrılmayacağını ve Kevser havuzunun başında yanıma geleceklerini bildirdi. Öyleyse bu iki emanetime nasıl davranacağınızı iyice düşünün.”

Veda haccında şeytan taşlama esnasında ise herkese şöyle buyurdu: “Hac amellerini şimdi benden iyice öğrenin, belki bir daha hacca gelemeyeceğim ve beni buralarda görmeyeceksiniz.”

Bir gün Peygamber Efendimizin yanına gelerek, o hazrete: “vefat edeceğiniz için insanlar çok üzgün ve tedirgin durumda” diye arz ettiler. Resulullah da Fazl b. Abbas ve Hz. Ali b. Ebu Talip’e (a.s) yaslanarak camiye gitti ve Allah’a en güzel övgülerde sonra orada bulunanlara şöyle buyurdu:

“Bana öleceğim için endişeli ve üzgün olduğunuzu söylediler, benden önce hangi peygamber ölümsüz oldu ki bende ölümsüz olayım! Unutmayın, hiç şüphesiz ben Allah'ın rahmetine kavuşacağım ve sizlerde bir gün onun rahmetine ulaşacaksınız.”

Başka bir günde Hz. Ali (a.s) ve bir grup sahabesinin yardımıyla Baki kabristanına giderek orada bulunanlar için Allah’tan bağışlanma diledi, sonrasın da Hz. Ali'ye dönerek şöyle buyurdu:

“Dünyada ebedi olarak kalmayı bana sundular, dünyada yaşamakla, ölüp Allaha ulaşmak arasında bir seçim yapmamı istediler, fakat ben ölerek Allah’a ulaşmayı ve onun cennetinde kalmayı tercih ettim.”

Vefatına birkaç gün kala camide sabah namazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Fitne ateşleri alevlenmiş ve gecenin karanlık dalgaları gibi üzerinize gelmiştir. Kıyamet gününde ben sizin önünüzde ilerleyeceğim, sizlerde Kevser havuzunun başında bana ulaşacaksınız. İşte o zaman, şüphesiz size bırakmış olduğum iki ağır emaneti (Kuran ve Ehlibeyt) soracağım, her şeyi bilen Allah bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden ayrılmayacaklarını bana bildirdi, öyleyse bu ikisine nasıl davranacağınıza dikkat edin. Sakın onlardan öne geçmeyin yoksa dağılıp, parçalanırsınız ve sakın onların hakkında kusurda bulunmayın yoksa helak olursunuz.”

Hz. Resulullah (s.a.a) bu konuşmayı yaptıktan sonra, halkın gözyaşları ve uğurlamalarıyla evine doğru zorlukla yola koyuldu. Hz. Ali'ye kendisine gusül vermesini, kefenlemesini ve namaz kılmasını vasiyet etti, Hz. Ali de: “Ya Resulullah! Ben buna nasıl dayarım” dedi. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'yi yanına çekti, parmağındaki yüzüğü çıkarıp onun parmağına taktı, kalkan ve diğer savaş gereçlerini getirmelerini istedikten sonra hepsini Hz. Ali'ye verdi.

Ertesi gün Allah resulünün hastalığı iyice ilerledi, ama yinede herkesi etrafına toplayarak insanların haklarına dikkat etmelerini öğütlüyordu, sonra buyurdu: “Kardeşim ve dostumu çağırın buraya gelsin.”

Ümmü Seleme: "Hemen Ali'ye söyleyin gelsin, çünkü peygamberin tek kardeşi ve tek dostu Ali'dir” dedi.

Sonra Hz. Ali geldi, Peygambere yaklaştı, Peygamber de Ali'yi kucakladı, kucakladığı halde kulağına bir şeyler buyurdu, öyle ki bayıldı. Bunu gören torunları Hasan ve Hüseyin Allah resulünün üstüne atlayarak ağlama başladılar. Hz. Ali onları Peygamberin üzerinden kaldırmak istedi, birden Peygamber gözlerini açtı ve şöyle buyurdu:

“Ali Onları bırak, bırak ben onları koklayayım onlar da beni, ben onlardan faydalanayım onlar da benden.”

Herkes ağlamaya başladı, dünya artık Hz. Zehra için zifiri karanlık olmuştu, Hz. Ali ayakta zor duruyordu, Hasan, Hüseyin ve orada bulunan herkese ağlamaya başladılar. Çünkü onlar yeryüzünün, insanlığın ve âlemin kimi kaybettiğini biliyorlardı, artık kıyamete kadar vahiy kesilecekti ve artık en sevgili aralarında olmayacak.

Ve Allah Resulü ruhunu yaratıcıya teslim etti.

Selam olsun doğduğun güne, yaşadığın güne ve öldüğün güne…

Hz. Resulullah'ın Son Günleri

1- Vasiyet Yazımına Engel Olunması

Hz. Peygamber (s.a.a), yüksek ateşinin ağırlığına ve hastalığının verdiği acıya rağmen cemaate namaz kıldırmak ve önceden hırsla göz koydukları halifelik ile liderliği ele geçirmek için plânlar yapan fırsatçıların bu şekilde yollarını kesmek üzere Hz. Ali ile Fazl b. Abbas'a dayanarak, onların kollarında evinden çıkıp mescide gitti. Çünkü sözünü ettiğimiz fırsatçılar, Usame b. Zeyd'in komutasındaki ordunun yola çıkması ile ilgili Resulullah'ın (s.a.a) emirlerine bütün yalınlığı ile karşı koymuşlardı. Hz. Peygamber namazdan sonra cemaate dönerek şöyle dedi:

"Ey insanlar, ateş [fitne ateşi] yakıldı ve fitne, karanlık gece katmanları gibi üzerinize doğru geliyor. Allah adına yemin ederim ki, elinizde bana karşı hiçbir bahaneniz yoktur. Ben size sadece Allah'ın helâl kıldıklarını helâl ve yine sadece Allah'ın haram kıldıklarını haram ilân ettim."[1]

Hz. Peygamber bu sözleri ile emirlerine karşı gelmemeleri yolunda bir başka uyarı yapıyordu. Gerçi ufukta kötü niyetler açıkça görülüyordu. O kötü niyetler ki, ümmetin başına cahiller geçtiği takdirde başına belâlar açacaktı.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) hastalığı şiddetlendi. Sahabîler evinde bir araya geldiler. Bir araya gelenler arasında Usame komutasındaki ordudan ayrılanlar da vardı. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ayrılmalarından dolayı onları azarladı. Onlar da geçersiz bahaneler ileri sürerek mazeret beyan ettiler. Hz. Peygamber (s.a.a) İslâm ümmetini alçalma ve gerileme tehlikesi karşısında korumak için başka bir yola girişti. Yanındakilere: "Bana kalem ve kâğıt getirin, size bir yazı yazayım ki, ondan sonra doğru yoldan sapmayasınız." dedi. Oradakiler arasında bulunan Ömer b. Hattab: "Allah Resulü ağrıya yenik düşmüştür, Kur'ân elinizin altındadır, Allah'ın kitabı bize yeter!" dedi.[2]

Bu şekilde tartışma ve ihtilâf meydana geldi. Orada bulunan kadınlar perde arkasından: "Allah'ın Resulü'ne istediklerini getirin." dediler. Fakat Ömer onlara: "Susun, siz Yusuf Peygamber'e gönül kaptıranlar gibisiniz. Hasta olunca ağlıyor, sağlığı yerine gelince ise, ona musallat olur boğazını sıkarsınız." dedi.

Resulullah (s.a.a): "Onlar sizden daha iyidirler."[3] karşılığını verdikten sonra: "Kalkın yanımdan, yanımda tartışmanız yakışık almaz." dedi.

Oysa bu ümmet, Resulullah'ın (s.a.a) bu yazılı belgesine o kadar şiddetle muhtaç idi ki! Nitekim İbn Abbas, bu olayı her hatırlayışında üzüntü ve esef içinde şöyle derdi:

Resulullah'ın yazmasını engelleyen ve bizi ondan mahrum eden olay, [İslâm için] en büyük musibetti.

Bazı sahabîlerin, Hz. Peygamber'in yanında tartışmaya girişmelerinden sonra rahmet peygamberi olan Allah'ın Resulü, bir belge yazma hususunda ısrar etmedi. Çünkü edepsizliği sürdürmelerinden ve karşı gelmelerini daha ileri boyutlara vardırmalarından çekindi. Zira içlerinde sakladıkları duyguları artık biliyordu. Tekrar yazılı belge konusunda kendisine döndüklerinde: "Söylemiş olduğunuz sözlerden sonra mı?!"[4] diye söyledikten sonra sahabîlere üç konuyu vasiyet etti. Fakat tarih kitapları bu üç konunun sadece iki tanesini kaydederler. Bunlar, müşrikleri Arap Yarımadası'ndan çıkarmak ve ziyarete gelmek isteyen heyetlere o güne kadar olduğu gibi serbestlik tanımaktı.

Bu konuda Seyyid Muhsin Emin Amilî, şu yorumu yapıyor:

Olayları iyice irdeleyebilen birisi, hadisçilerin bu üçüncü vasiyet konusunu unuttukları için değil, kasten yazmadıklarından, onları o konudan söz etmemeye, onu unutmuş gibi görünmelerine zorlayan faktörün siyaset olduğundan ve yine bu sessizlikle geçiştirilen vasiyet maddesinin, Hz. Peygamber'in kalem, kâğıt isteyerek resmî bir belge olarak yazmak istediği şey olduğundan şüphe etmez.[5]

2- Hz. Fatıma'nın (a.s), Babasını Ziyaret Etmesi

Hz. Fatıma (a.s), tamamen hüzne bürünmüş ve gözlerini babasına dikmiş olarak çıkageldi. Babası o anlarda Rabbine kavuşmanın eşiğinde idi. Kalbi kırık ve gözlerinden yaşlar akan bir perişanlıkta şu beyti mırıldanarak yanına oturdu:

Beyaz yüzlüdür. Yüzü hürmetine bulutlardan yağmur istenir.

Yetimlerin koruyucusu, dulların sığınağıdır.

O anda Hz. Peygamber (s.a.a) gözlerini açtı ve kısık bir sesle şöyle buyurdu:

Bu mırıldandığın beyit, amcan Ebu Talib'in söylediği bir beyittir. Onu okuma, fakat şu ayeti oku:

"Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce daha nice peygamberler gelip geçti. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse, topuklarınızın üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse, bilsin ki Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenleri ödüllendirecektir."[6]

Anlaşılan Hz. Peygamber (s.a.a), kızı Fatıma'yı (a.s) ilerde cereyan edecek olan müessif olaylara hazırlamak istiyordu. Bu yüzden az önceki ayet ilerdeki müessif olaylara, Ebu Talib'in (r.a) söylediği beyitten daha uygun düşer.

Bir süre sonra Hz. Peygamber (s.a.a) sevgili kızı Fatıma'ya (a.s) kendisine yaklaşmasını, ona bir şey söyleyeceğini işaret etti.

Hz. Fatıma, Hz. Peygamber'e (a.s) doğru eğildi, o da onun kulağına bir şey söyledi. Bunun üzerine Hz. Fatıma ağlamaya başladı. Arkasından yine kulağına bir şey daha söyledi ve bu defa Hz. Fatıma gülümsedi.

Bu görüntü oradakilerin bazılarının dikkatini çekti ve Hz. Fatıma'dan bunun sırrını sordular. Ama Hz. Fatıma (a.s) onlara: "Allah Resulü'nün sırrını açıklayamam." karşılığını verdi.

Fakat aynı soru kendisine babasının vefatından sonra bir daha sorulunca, şu cevabı verdi:

Allah'ın Resulü bana ölümünün iyice yakın olduğunu ve bu hastalığında canının alınacağını haber verdi. Bu yüzden ağladım. Sonra da ailesinin kendisine en önce katılacak ferdi olacağımı bana haber verdi, bu verdiği haber üzerine de gülümsedim.[7]

3- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Son Anları

Hz. Ali (a.s), Resulullah'la (s.a.a) hayatının son anlarına kadar gölgenin gölge sahibi ile olan beraberliği gibi beraberdi. Bu ayrılmazlık ilişkisi sürecinde Hz. Peygamber ona tavsiyelerde bulunur, bilgi verir ve sırlarını kendisi ile paylaşırdı.

Resulullah (s.a.a) son anlarında: "Bana kardeşimi çağırın!" dedi. O sırada Hz. Peygamber onu bir iş için bir yere göndermişti. Resulullah'ın (s.a.a) onun çağrılmasını istemesi üzerine başka bazı Müslümanlar hemen yanına koştular. Fakat Hz. Ali (a.s) gelinceye kadar Resulullah (s.a.a) yanına gelenlerle ilgilenmedi. Hz. Ali gelince, Hz. Peygamber kendisine: "Bana yaklaş!" dedi.

Hz. Ali'nin (a.s) kendisine yaklaşması üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) ona dayandı. Bir süre ona dayalı kalarak kendisine bir şeyler söyledi ve arkasından kendisinde son nefesini verme belirtileri görüldü.[8] Bir süre sonra Hz. Ali'nin (a.s) meşhur hutbesinden birinde belirttiği gibi Allah'ın Resulü (s.a.a), onun kucağındayken vefat etti.[9]

4- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vefatı ve Defnedilmesi

Hz. Peygamber'in (s.a.a) son anlarında yanında sadece Hz. Ali, Haşimoğulları ve onun eşleri vardı. İnsanlar, sevdiklerinin ayrılmasının üzüntüsü ile Allah Resulü'nün evinden yükselen çığlıklardan ve feryatlardan onun öldüğünü öğrendiler.

Allah'ın kullarının en şereflisinin ahiret yolculuğuna çıkmış olması, kalplerin yuvalarından çıkacakmış gibi çarpmalarına yol açan bir şok etkisi meydana getirdi. Hz. Peygamber'in vefatı, ateşin kuru otlar arasında yayılmasına benzeyen bir hızla Medine halkı arasında yayıldı. İnsanlar üzüntüden kendilerini kaybetme aşamasına girdiler. Oysa Hz. Peygamber (s.a.a) bu acı olayın daha önce zeminini hazırlamış, bizzat kendisi ölüme yakın olduğunu birkaç kez haber vermiş, ümmete vekili ve kendisinden sonraki halifesi olan Ebu Talip oğlu Ali'ye gereken itaati göstermesini vasiyet etmişti.

Onun vefatı, Müslümanların vicdanlarını sarsan ağır bir darbe oldu. Medine şehri, halkı ile birlikte heyecan kasırgasına tutuldu. Bu sırada Hattap oğlu Ömer'in söylediği bir söz karşısında Resulullah'ın (s.a.a) evi önünde toplanan insanların şaşkınlığı katlanarak arttı. Ömer, herkesi kılıcı ile tehdit ederek şöyle dedi:

Bazı münafıklar Resulullah'ın öldüğünü sanıyorlar. Vallahi, o ölmedi. Fakat İmran oğlu Musa nasıl Rabbine doğru (Tur dağına) gittiyse, o da Rabbine gitti.[10]

Gerçi Musa Peygamber'in (a.s) gaybete çekilmesi ile Hz. Muhammed Peygamber'in (s.a.a) vefatı arasında benzerlik yoktu; fakat Hattap oğlu Ömer'in daha sonra sergilediği tutumlar belki de onun bu konuda niçin ısrar ettiği sorusu üzerindeki perdeyi kaldırır.

Evet, Ömer b. Hattap bir türlü sakinleşmiyordu. Sonunda Ebu Bekir Sunuh'tan geldi, Resulullah'ın (s.a.a) evine girdi, yüzünü açıp baktı ve hızla evden çıkarak kalabalığa şu sözleri söyledi: "Ey insanlar, kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki, Muhammed öldü. Ama kim Allah'a kulluk ediyor idiyse bilsin ki, Allah diridir ve ölümsüzdür." Arkasından: "Muhammed sadece bir peygamberdir, ondan önce daha nice peygamberler gelip geçti."[11] cümleleri ile başlayan ayeti okudu. Bunun üzerine Hattap oğlu Ömer'in feveranı dindi ve Kur'ân'da böyle bir ayetin varolduğunun farkında olmadığının bilincine vardı.[12]

Ebu Bekir ile Ömer, Resulullah'ın (s.a.a) vefatı sonrasında yerine kimin halife olacağı konusunda Benî Saide Sakifesi'nde olağanüstü bir toplantı düzenlendiğini öğrendikten sonra bazı arkadaşları ile birlikte hemen söz konusu bu toplantı yerine gittiler. Böyle bir toplantıya katılanlar, Ebu Talip oğlu Ali'nin halife olarak tayin edilmiş olduğunu ve kendilerinin de biat ettiklerini unutmuş göründükleri gibi, ayrıca Resulullah'a (s.a.a) ve üzeri örtülü henüz soğumamış naaşına saygısızlık sayılan bir davranış sergilediklerinin farkında değildiler.

Ebu Talip oğlu Ali (a.s) ile onun ailesine gelince; onlar, Resulullah'ın (s.a.a) cenaze hazırlığı ve toprağa verilmesi ile meşgul oldular. Hz. Ali, Hz. Peygamber'in bedenini, giydiği gömleği üzerinden çıkarmadan yıkadı. Cenazeyi yıkama işinde ona Abdulmuttalip oğlu Abbas ile oğlu Fazl yardım etti. Hz. Ali, cenazeyi yıkarken: "Babam, anam sana kurban olsun; sağlığında da, ölü iken de ne güzel kokuyorsun." diyordu.[13]

Sonra Resulullah'ın (s.a.a) naaşını bir sedirin üzerine koydular. Hz. Ali (a.s) şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a) ölü veya diri olsun imamımızdır. Bu yüzden gruplar hâlinde arka arkaya yanına girsinler ve cenaze namazını imamsız olarak kılıp gitsinler." Onun cenaze namazını ilk kılanlar, Hz. Ali ile Haşimoğulları oldu. Sonra bunların arkasından Ensar Müslümanları cenaze namazı kıldılar.[14]

Hz. Ali, Resulullah'ın cenazesinin karşısına geçerek şunları söyledi:

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber! Allah'ım, onun kendisine indirilen ilâhî mesajı tebliğ ettiğine, ümmetine nasihat ettiğine; Allah'ın, dinini üstün getirerek sözü tamam oluncaya kadar O'nun yolunda cihat ettiğine şahitlik ediyoruz. Allah'ım, bizi Allah'ın ona indirdiği mesaja uyanlardan, onun arkasından gösterdiği yolda sabit kalanlardan eyle ve bizi onunla bir araya getir.

Hz. Ali bu sözleri söylerken orada bulunanlar "âmin" diyordu. Böylece onun cenaze namazını önce erkekler, sonra kadınlar ve sonra da çocuklar kıldı.[15]

Hz. Peygamber (s.a.a) için içinde vefat ettiği odada bir mezar kazıldı. Hz. Ali onun naaşını mezara koymak istediğinde ensar Müslümanları duvarın arkasından şöyle söylediler:

Ey Ali, sana Allah'ı ve bugün Allah Resulü ile ilgili hakkımızın elden gitmesini hatırlatıyoruz. Bizden birini içeri al ki, onunla Resulullah'ı toprağa verme işinde biz de pay sahibi olalım.

Bu uyarı üzerine Hz. Ali: "Evs b. Hulî içeri girsin!" dedi. Bu zat, Avfoğulları'ndan erdemli ve Bedir Savaşı'na katılmış bir kişi idi.

Arkasından Hz. Ali (a.s) mezara indi, Resulullah'ın yüzünü örten örtüyü kaldırdı ve yanağını toprağa yasladı ve üzerini toprakla örttü.

Benî Saide Sakifesi'ne giden sahabîlerin hiçbiri Hz. Peygamber'in (s.a.a) defin merasimine ve cenaze namazına katılmadı.

Ey Allah'ın Resulü! Doğduğun gün, vefat ettiğin gün ve yeniden diriltileceğin gün Allah'ın selâmı üzerine olsun!

- - - - - - - - -


[1]- es-Siretü'n-Nebeviyye, c.2, s.954; et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, s.215
[2]- Sahih-i Buharî, Kitabu'l-İlm, Bab-u Kitabetu'l-İlm ve Kitabu'l-Cihad, Bab-u Cevaizi'l-Vefd.
[3]- et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, s.244; Kenzü'l-Ümmal, c.3, s.138
[4]- Biharu'l-Envar, c.22, s.469
[5]- A'yanu'ş-Şia, c.1, s.294; bk. Sahih-i Buharî, Bab-u Marazi'n-Nebiyy
[6]- Âl-i İmrân, 144
[7]- Tabakat, c.2, s.247; el-Kâmil fi't-Tarih, c.2, s.219
[8]- et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, s.263
[9]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 197
[10]- el-Kâmil fi't-Tarih, c.2, s.323; et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, s.266; es-Siretü'n-Nebeviyye, Zeyni Dahlan, c.2, s.306
[11]- Âl-i İmrân, 144
[12]- et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, İkinci Bölüm, s.53-56
[13]- es-Siretü'n-Nebeviyye, c.4, s.518
[14]- el-İrşad, c.1, s.187; Âyanu'ş-Şia, c.1, s.295
[15]- et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, s.291