Ehlader Araştırma Bölümü



Ebu Talib'in imanı geçmişten günümüze kadar Ehl-i Beyt mektebi ile diğer mektepler arasında tartışma konusu olmuştur. Bir çokları onun (Allah'a sığınırız) imansız dünyadan göçtüğüne inanmaktadır. Ama Ehl-i Beyt mektebinde onun mü'min olarak dünyadan göçtüğü hususunda asla şüphe edilmemiştir.  

 
Mezkur şahıslar Resulullah'ın (s.a.a) bu fedakar koruyucusunun küfrüne hükmederken tarih, hadis ve tefsir kitaplarından naklettikleri zayıf ve meçhul rivayetlere dayanmışlardır.

 
Şiî alimler ile bazı insaflı Ehlisünnet alimleri Ebu Talib'in imanını ispat etmek için birçok kitaplar, makaleler ve risaleler yazmışlardır. Böylece muhaliflerin ithamlarına cevap vermeye çalışmışlardır ki, bu kitaplardan çoğunun ismi bibliyografı bölümünde yer almıştır.

 
İslam araştırmacılarına göre Ebu Talib'e istinat edilen bu asılsız iddialar, Beni Ümeyye'nin, Hz. Ali'ye olan düşmanlığı yüzünden uydurulmuştur.

 
Muhalifler Ali'ye (a.s) dil uzatamayınca babasına saldırma yoluyla Hz. Ali'nin ilahi makamını düşürmeye çalıştılar. Biz bu makalede Beni Ümeyye tarafından uydurulan iftiralar yüzünden nurlu çehresi gizli kalan bu yüce şahsiyetin, imanı sayesinde ulaştığı makamını aşikar etmeğe ve onun hayatının çeşitli boyutlarına ışık tutmağa çalışacağız:

 
Doğumu ve İsmi:

 
Ebu Talib Peygamberin (s.a.a) amcası, en büyük destekçisi ve Hz. Ali'nin de babasıdır.

Ebu Talib, Hz. Rasulullah'tan (s.a.a) 35 yıl önce doğdu.[1]

Adı "Abdumenaf"dır. İmam Sadık'ın (a.s) rivayetine göre Abdulmuttalib'in vasiyetinde bu husus kesin bir şekilde açıklanmıştır.[2]

Bazıları onun adının "İmran" olduğunu söylemişlerdir ve Hz. Rasulullah'ın (s.a.s) ziyaretnamelerinin birinde şu tabirin yer aldığını delil göstermişlerdir.

"Esselamu aleyke ya Resulullah .... Esselamu ala ammike İmran'e Ebi Talib."[3]

Büyük oğlunun adı Talib olduğundan, künyesi de Ebu Talib'dir.


Ebu Talib'in Anne ve Babası:

 
Annesi Amr b. Aiz'in kızı Fatıma'dır.[4] Babası Abdulmuttalib'tir. (Abdulmuttalib hicretten 127 yıl önce Mekke' de doğmuştur.) Abdulmuttalib uzun boylu ve beyaz çehreliydi.

 
İmam Ali (a.s), Abdulmuttalib'in isminin Amr olduğunu söylemiştir. Bazıları da "Şeybe" olduğunu demişlerdir. Şeybe denilmesinin sebebi ise doğduğu zaman saçlarında ak olmasıydı. Künyesi "Ebu'l Haris"dir. Ve ihsan sahibi olduğundan dolayı "Feyyaz" lakabını almıştır.

 
"Zirikli'nin" nakline göre: Abdulmuttalib, miladi 520 yılından 579 yılına kadar Mekke'nin hakimiydi ve vatanını Habeşliler' in yağma ve baskınlarından korumuştur. (El-A'lam 4 / 154)

 
İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kıyamet gününde Abdulmuttalib, padişahlara mahsus güzellik ile peygamberlerin nişaneleri yüzünde olduğu bir halde tek ümmet olarak haşr olunacaktır."

 
Hz. Peygamberin (s.a.a) Hz. Ali'ye yaptığı vasiyette şöyle yer almaktadır: "Abdulmuttalib'in uyguladığı beş sünneti İslam da tasvip etmiş ve uygulamaya koymuştur. Bu beş sünnet şunlardır:

 
1) Oğlun babasının hanımıyla (üvey anneyle) evlenmesini yasaklaması.

2) Bulduğu hazinenin humsunu (beşte birini) vermesi.

3) Zemzem kuyusunu açarak onu hacıların sekayesi (hacıların sudan istifade ettiği yer) olmasını sağlaması.

4) (Kasıtsız olarak) bir insanı öldürmenin diyetini 100 deve olarak belirlemesi.

5) Kâbe'nin etrafının yedi kez tavaf edilmesi. "

 
Abdulmuttalib asla putlara tapmadı ve putlar adına kesilen bir hayvanın etini de yemedi. O şöyle buyurmaktaydı: "Ben ceddim İbrahim'in (a.s) dini üzereyim."

Abdulmuttalib, sürekli Peygamberin (s.a.a) korunmasını emrederdi. Bu konuda Ebu Talib'e şöyle buyurdu: "Sana bir şeyi tavsiye etmek istiyorum." Ebu Talib; "O nedir?" diye sorunca şöyle dedi:

"Ey oğlum! Sana kendimden sonra göz nurum Muhammed'e iyi bakmanı tavsiye ediyorum. Onun ne ölçüde bana yakın ve yanımda ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Onun değerini bil ve ona saygılı davran. Sağ olduğun müddetçe onu kendinden ayırma; onu koru ve ona hürmette kusur etme."

Yine, çocuklarına hitaben şöyle diyordu: "Muhammed'e (s.a.a) saygı gösterin, ona iyilikte kusur etmeyin. Yakın gelecekte onun büyük makamını göreceksiniz."

Kavmine de hitap ederek şöyle hitap ediyordu: Oğlum Muhammed b. Abdullah' a iyi bakın. Ona saygılı davranın; ona iyilik edin ve eziyet etmekten sakının."

İbni Sa'd'den nakledildiğine göre Abdulmuttalib 72 yaşında vefat etti ve Hucun'da (Mekke dağlarından birinin adıdır ve Mekke halkının kabristanlığıdır) defnedildi.

İbn-i Sa'd Abdulmuttalib'in 110 ve 120 yaşında vefat ettiğini söyleyen rivayetleri de nakletmiştir.

 
Resulullah'ı (s.a.a) Koruyuculuğu:


 

Abdulmuttalib'in vefatından sonra, Ebu Talib kendisine edilen vasiyet üzerine kardeşi oğlu Muhammed'i (s.a.a) kendi himayesine aldı.[5]

Fatıma bint-i Esed şöyle diyor: Abdulmuttalib vefat edince, Ebu Talib Rasulullah'ın koruyuculuğunu üstlendi. Ben Rasulullah'a bakıyordum, o ise beni anne diye çağırıyordu.[6]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Cebrail Resulullah'a (s.a.a) gelerek şöyle dedi: Ey Muhammed, Rabbin sana selam gönderiyor ve 'Seni dünyaya getiren sülbe, sana hamile kalan kadına ve seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım.' diyor. Sonra şöyle devam etti: "Mezkur sülb baban Abdullah b. Abdulmuttalib'dir ve sana hamile olan Amine bint-i Veheb'tir ve seni terbiye eden ise Ebu Talib'tir."[7]

İbn-i Ebi'l-Hadid şöyle diyor: Ebu Cafer Muhammed b. Habib'in Emali adlı kitabında şöyle okudum: Ebu Talib Rasulullah'ı (s.a.a) gördüğünde ağlayarak şöyle derdi: "Onu gördüğüm zaman kardeşim Abdullah'ı hatırlıyorum." Ebu Talib çok zamanlar Rasulullah'ın yattığı yerin düşmanlar tarafından öğrenilmesinden korkuyordu ve bu sebeple Rasulullah'ı yerinden kaldırıp Hz. Ali'yi onun yerine yatırıyordu.[8]

Şam Seferi:

Ebu Talib ticaret maksadıyla Şam'a doğru sefere çıkmak üzere idi. Muhammed, Ebu Talib'e doğru koşarak devesinin dizgininden tuttu ve şöyle dedi: "Amca! beni kime bırakıyorsun? Benim ne babam var, ne de annem!" Bu sözler Ebu Talib'in kalbine ok gibi işledi; bunun üzerine, "Allah'a andolsun, bizden ayrı kalmasın diye onu da kendimle götüreceğim." dedi.

Böylece Peygamber de bu sefere katıldı. Kafile Şam topraklarına ulaşmıştı. Yol üstünde bulunan bir kilisede Buheyra isimli bir rahip yaşıyordu. Kervan Buheyra'nın kilisesinin çevresinde konaklamıştı. Rahip gökyüzünde bir bulutun kervandaki bir kişinin (Peygamberin) başına gölge ettiğini gördü. Bir ağacın gölgesi altına gelmesine rağmen o bulutun gölgesi kendisinden ayrılmadı.

Bunun üzerine Buheyra ziyafet hazırlığı yaptı ve birini göndererek kafilede bulunan herkesi kendi adına şöyle davet etmesini istedi: "Ey Kureyşliler küçük-büyük, hür-köle, hepinizin soframda hazır olmasını istiyorum." dedi.

Kafiledekiler Buheyra'nın davetini kabul ettiler ve Hz. Muhammed'i. (s.a.a) çocuk olduğundan dolayı bir ağacın altındaki yüklerin yanındâ yalnız bıraktılar. Buheyra oradakilere baktı ve söylenen özelliklere sahip birini göremeyince şöyle dedi: Ey Kureyşliler bu yemekten hiçbir kimse yememiş kalmasın! Oradakiler: "Eşyalarımızın yanında bıraktığımız küçük bir çocuktan başka hiçbir kimse kalmadı." dediler. Buheyra, "Böyle olmaz, onun da bu sofraya gelmesini istiyorum." dedi.

Buheyra Hz. Muhammed'i görünce, gözünü hayretle ona dikti ve şöyle dedi: "Ey genç! Lat ve Uzza aşkına sorduğum sorulara cevap ver." Bunun üzerine Hz. Muhammed, "Lat ve Uzza adına yemin ederek benden hiç bir şey sorma! "diye cevap verdi.

Buheyra: "O halde Allah'a yemin ediyorum!" deyince Peygamber (s.a.a) "sor" dedi. Buheyra uykusu ve onun diğer özellikleriyle ilgili bazı şeyleri sordu ve Peygamber cevap verdi. Bütün bu cevaplar Buheyra'nın bilgisiyle uyum içindeydi.

Daha sonra Hz. Muhammed'in iki omuzu arasındaki nübüvvet mührünü görünce, Ebu Talibe gelerek, "İlahî kitaplarda bu çocuğun Peygamber olacağı bildirilmiştir ve Ebu Talib'i geri dönmeye ikna etmeye çalışarak; "Sakın bu çocuğu Yahudiler görmesin, zira Yahudiler ona düşmandır."[9] dedi.

--------------------------------------------------------------------------------------

[1]- el-İsabe, 4/115.

 [2]- el-Hüccet Ala Zahib / 55, Meani-il Ahbar / 121, Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, 1 / 36.

 [3]- Bihar-ul Envar, 100 / 189.

 [4]- Umdet-ut Talib / 23.

 [5]- e1-İsabe, c.4, s.115, Menakıb İbn-i Şehraşub, c.l, s.36.

 [6]- Harayic-i Ravendi, c.l, s.139.

 [7]- el-Kâfi, c.1, s.446.

 [8]- Nehc'ül-Belâğa'nın Şerhi, c.14, s.64

 [9]- Sire-i İbn-i İshak, s.73-76, Sire-i İbn-i Hişam, c.l, s.191-194, Taberi Tarihi, c. 2,s.32-33.