.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Nehrevan, Bağdat'la Hilvan arasındaki bir yerin adıdır. Hicrî kamerî 37. yılda Haricîlerle İmam Ali (a.s) arasındaki meşhur savaş, burada vuku buldu. Savaşın çıkış sebebi şuydu: Sıffin Savaşı'ndan döndükten sonra İmam Ali'ye (a.s) hakemlik olayını zorla dayatıp: "Mızraklarda Kur'ân var!" diyerek Muaviye'yle savaşmayan dört bin kişilik bir grup, Hz. Ali'nin (a.s) ordusundan ayrılarak bir grup oluşturdular. Bunlar: "Biz hakemiyet olayında hatalı davranıp küfre düştük. şimdi tövbe edip yine Müslüman olduk. Ali de tövbe etsin, yoksa kâfir sayılır!" deme garabetinde bulundular!

İmam onlara şöyle buyuruyordu: Kur'ân'ın mızraklara takılmasının münafıklık olduğunu ve sizin gibi safları kandırmayı amaçladığını o zaman size söylemedim mi ben?!

Ben size: "Buna aldırmayın, bu oyundur, savaşa devam edin, işlerini bitirin." dedim; ama siz dediğimi yapmadınız ve "Bırak işi hakemler çözsün." dediniz. İşi bu noktaya kendiniz getirdiniz!

Size: "Madem hakemlik diyorsunuz, o zaman benim hakemim mutlaka Abdullah b. Abbas olsun." dedim. Buna da karşı çıktınız ve "İlla ki Ebu Musa hakem olsun!" dediniz! Bütün bunları yapan bizzat sizdiniz. Böyle olduğu hâlde, şimdi beni mi suçlamaya kalkışıyorsunuz?!

Ancak, Haricîler güruhuna laf anlatabilmek imkânsızdı; İmam'ı hiç dinlemiyorlardı. Zu's-Sedye adlı birini kendilerine başkan seçerek fitne çıkarmaya, bozgunculuk yaratmaya başladılar.

Yaptıkları iğrençliklerden biri, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sevgili sahabelerinden Habbab ile hamile eşini vahşice katletmeleriydi. Habbab'a: "Ali hakkında ne düşünüyorsun?"diye sorduklarında, bu büyük sahabe: "Ali, hepinizden daha bilge ve daha takvalıdır." dediği için: "Bu da kâfirdir!" diyerek hemen oracıkta öldürdüler ve soyunun sürmemesi için, yanındaki hamile eşiyle bebeğini de kılıçla parçaladılar!

Bu sapık güruh, yobazlık ve cehalette işi öyle bir raddeye vardırmıştı ki, kim onlara gerçekleri anlatmaya çalışıp doğruyu görmelerini sağlamaya kalkışsa onu öldürüyorlardı.

Haricîlere Karşı İmam'ın (a.s) Tavrı

İmam Ali'nin (a.s) Haricîlere karşı tavrının temelleri adalet ve özgürlük hakkına dayanıyordu. Onları tutuklayıp işkence ettirebilirdi; ama bunu asla yapmadı. Hatta onlar, kendisini kâfir ve kanını helal bildiklerini ilan ettikleri hâlde onlara beytülmalden düşen payı da kesmedi ve onlara da, herkese davrandığı gibi davrandı. İmam Ali'den (a.s) de, bundan başkası beklenemezdi zaten…

Ancak, böyle bir devlet ve hükümet anlayışının tarih boyunca pek nadir görüldüğü de inkâr edilemez.

Haricîler, bu sapık fikirlerini her yerde, diledikleri zaman söylemekte serbesttiler. İmam'la dostları da, onlarla oturup tartışıyor; herkes kendi mantık ve delillerini serbestçe öne sürüyordu.

çağdaş, ilerici ve modern dünya gibi safsatalar hakkında çokça bahsedilen günümüzde, hiçbir hükümet ve yöneticinin, kendisine ölümüne karşı çıkan böyle muhaliflere bunca serbesti tanıdığı görülmüş şey değildir. Haricîler camiye geliyor, İmam'ın (a.s) konuşmasını ve hutbesini yarıda kesip gürültülü tartışmalar çıkarıyor ve İmam Ali (a.s) onlara asla engel olmuyordu.

Evet, Haricîler camiye gelip İmam'ın (a.s) arkasında namaz kılıyor, yine de ona eziyetten vazgeçmiyorlardı. Bir gün cemaat namazı sırasında, Haricîlerden biri, İmam'a hitaben yüksek sesle şu ayeti okudu:

Sana ve senden öncekilere şöyle vahiy edildi: Andolsun, eğer (Allah'a) ortak koşarsan, amelin boşa çıkar ve hüsrana uğrayanlardan olursun!

Söz konusu Haricî, Hz. Resulullah'a (s.a.a) hitaben nazil olan bu ayeti okumakla İmam'a (a.s) şunu söylemek istiyordu: Senin İslâm'da çok parlak bir geçmişinin olduğunu biliyoruz. İlk Müslüman olan sensin, Peygamber seni kendisine kardeş ilan etmiştir, İslâm'a fevkalâde büyük hizmetlerin olmuştur; ancak Allah Teâlâ bu ayette Peygamber'e, müşrik olursan tüm amellerin boşa gider, buyuruyor. Sen de şimdi tövbe etmediğin için kâfir olmuş ve bütün amellerin boşa gitmiş durumda!

İmam (a.s), biraz susup onun okuduğu ayeti tamamlamasını bekledi; sonra kaldığı yerden namazı kıldırmaya devam etti. Adam, tekrar bağırarak aynı ayeti okudu. İmam yine sustu ve namazı sürdürdü. Bir daha adam aynı ayeti tekrarlayınca İmam namaz sırasında yüksek sesle şu ayeti okudu: Sen sabret; hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. İyice inanmayanlar da sakın seni telaşa ve gevşekliğe düşürmesinler.

Sükûna Davet

İmam, silahlanan Haricîleri barışa davet etmek için Hâris b. Murre el-Abdî'yi elçi gönderdi. Ancak, azgınlar güruhu onu öldürdüler ve hiçbir mantığı kabul etmeyeceklerini bir kez daha göstermiş oldular. Bunun üzerine önce İbni Abbas, sonra da bizzat İmam onlarla görüşüp konuştuysa da, hiçbir faydası olmadı. Sonunda gözünü kan bürümüş olan bu cahil yobazlar sürüsü, İmam'a karşı savaş açtılar.

Her zaman olduğu gibi bu savaşta da İmam kendi ordusuna: "Savaşı ilk başlatan taraf siz olmayın." Emrini verdi. Neticede Haricîler, İmam'ın (a.s) askerlerinden birini öldürdüler.

Bunun üzerine İmam (a.s), büyük sahabe Ebu Eyyub el-Ensarî'ye bir sancak vererek onu, Haricî ordusuna yakın bir yere dikmesini buyurdu ve bu sancağın altına sığınanlara veya Kûfe ya da Medain'e dönenlere aman verileceğini ilan etti. 4 bin Haricîden 1200'ü geri döndü, 2800'ü savaşmak üzere orada kaldı.

Savaş başladı, kısa ve kanlı oldu. Birkaç saat içinde Haricîlerden büyük bir çoğunluk öldürüldü ve bu fitnede böylece son bulmuş oldu.