.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

1- İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei’nin Hatıraları

İmam Humeyni döneminin önde gelen yöneticilerinden biri de Ayetullah Hamenei idi. İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei’nin, İmam Humeyni’nin yöneticiliğine ve bazı olaylara yönelik tutumuna ilişkin anlattıkları okunmaya değerdir. O, İmam’la ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor: Recai ve Bahoner’in şehid olmalarından sonra Beni Sadr, İmam’ın çevresinde onun yöneticiliği üzerinde etkili olan bazı kişilerin olduğunu, bunların ortadan kaldırılması durumunda İmam’ın yalnız kalacağını ve ülkeyi idare edemeyeceğini söylemişti. Beni Sadr, bu yanlış tahlil ile toplumu yalnızca küçük bir grubun idare ettiğini düşünmüştü. Onun tahlili iki açıdan yanlıştı. Birinci yanlışı, seçkin ve etkili kişilerin kolayca ortadan kaldırılabilecek birkaç kişiden ibaret olduğunu düşünmesiydi. Birincisinden daha büyük yanlışı ise İmam’da bir yumuşama ve uzlaşma olacağını varsaymasıydıi. Yani o İmam’ın birkaç kişiyi kaybedince Beni Sadr ve arkadaşlarına tevessül edeceğini sanıyordu. Hâlbuki çok iyi hatırlıyorum, bir gün İmam’ın yanına gitmiştik. O gün biz; yani, Merhum Dr. Beheşti, Sayın Haşimi Rafsancani, Merhum Bahoner, ben, Sayın Musevi Erdebili ve Beni Sadr, İmam’ın huzurunda bulunuyorduk. İmam, toplantıya Sayın Mühendis Mehdi Bazergan’ın da katılmasını istedi. O gün aramızdaki ihtilafları konuşacaktık.

Beni Sadr, “Bırakın ben bu savaşı bitireyim, daha sonra kenara çekileyim” dedi.

İmam şöyle buyurdu: “Sen olmazsan savaş sona ermez düşüncesi yanlış bir düşüncedir. Eğer sen çekilirsen bizzat ben bu savaşı sona erdiririm.”

Ülkenin idaresiyle ilgili konular görüşüldüğünde de İmam şöyle buyurdu: “Sizin hepiniz kenara çekilseniz de ben kendim bu ülkeyi idare ederim.”

Bu bir gerçekti. Bizim hiçbirimiz olmasaydık dahi İmam ülkeyi idare edebilirdi. Çünkü İmam, halk güçleriyle ve güçlü halk unsurlarının bileğinin kuvvetiyle ülke idaresinde geri kalmıyordu. Gerçekte birçok mümin, fedakâr ve muhlis unsur, devrime ve İmam’ın hedeflerine hizmet için sahada yer almaya hazırdı.

İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei, hatırasının devamında şöyle diyor: İmam’a göre zafer, mükellefiyeti yerine getirmekti. Bu ruhla, bu duyguyla ve bu amaçla mücadelesini sürdürdü. Bir başka özelliği daha vardı ki bunların varlığı ancak ilahi bir ruhaniyetle mümkündü. Bunlar da şunlardı: 1) Düşmanı tanıma, 2) Dostları tanıma. İmam, dostları ve düşmanları tanıma konusunda hiçbir zaman yanlışa düşmedi. En başından, düşmanı tanıdı ve onu ifşa etti, sonuna kadar da onlara karşı durdu. En başından dostları tanıdı, bunları açıkladı ve bunların dostluklarından da sonuna kadar yararlandı. O, millete dayanıyordu.[1]

Yukarıda anlatılanlardan anlaşılıyor ki İmam öncelikle yöneticiliğini kişilere değil, halka dayandırıyordu. İkinci olarak teşhis ettiği mükellefiyeti ve görevi yerine getiriyordu. Bu yüzden de hem halkçılık hem de mükellefiyetçilik, onun yönetiminde en iyi şekilde dikkate alınmıştı. Dikkate değer olan bir diğer nokta da şudur: İmam Humeyni, her zaman devrim güçlerini örgütlemede ülke yönetimini kurumsallaştıracak şekilde teşkilatçı davranıyordu. Bu da İmam Humeyni’nin yöneticiliğinin güçlü boyutuydu.

2- İmam Humeyni Döneminin Başbakanının Hatırası

Sayın Mir Hüseyin Musevi, İmam Humeyni döneminin İmam’ın yöneticilik tutumunu gözlemlemiş diğer seçkin yöneticilerinden biriydi. Bu sebeple onu İmam Humeyni’nin yöneticilik tarzını bilen biri olarak görmek mümkündür. Ona, “Sizce İmam’ın nizamın yöneticiliğinde esas aldığı ve İslam Cumhuriyeti’ni de buna göre teşkilatlandırdığı ilkesel ölçütler nelerdir?” diye soruldu. O, bu soruya cevaben şöyle dedi: Taşıdığı önemi göz önünde bulundurarak biz burada bunların tümünü açıklayacağız: Kısa ve özet bir değerlendirmeyle denilebilir ki İmam Humeyni, İslam Cumhuriyeti’nin kurulması ve devamı için nizamın yönetimi alanında iki temel meseleyi esas alıyordu.

1-  Bilimsel anlamıyla nizamın yönetimi. Yani devrim öğretisinin üzerine kurulan örgütsel temel toplumda en rasyonel ve mantıklı kararların ortaya çıkmasına sebep olmuştu ve düşünce ve teori aşamasındaki idealler, bir nizam ve teşkilat şeklini almıştı.

2-  Nizama ve teşkilata kaynağını dinden alan ahlak ve değerler düzeninin hâkimiyeti.

İmam’ın hayatını bu iki alanda inceleyip değerlendirdiğimizde o nurani çehrenin olağanüstü bilincini ve görüşünün azametini anlayabiliriz. Düşüncelerin ve kararların kurumlaşması hakkında şunu söyleyebiliriz: İmam’ı, dünyadaki diğer devrim liderlerinden farklı ve mümtaz kılan özelliklerden biri şudur: O, İslam devrimine başladığı andan itibaren kararların kurumsallaşmasını tasarlama peşindeydi. Daha Fransa’da olduğu dönemde zahiren kimse devrimin zafer kazanacağını sanmıyordu. Buna rağmen İmam anayasa taslağı hazırlanması ve Devrim Konseyi oluşturulması talimatını verdi ve daha sonraları da bu esaslar doğrultusunda geçici hükümet tayin etti. Bu davranışın anlamı şuydu: İmam toplumun karmaşık sorunlarına en iyi şekilde cevap vermek, onun toplumdaki sütunlarını kurmak için hızla teşkilatlanma yoluna gitmişti. Bu çerçevede de görüyoruz ki İslam Devrimi zafere ulaşınca iki aydan kısa bir süre içerisinde İslam Cumhuriyeti nizamının meşruiyeti referanduma sunuldu. Daha sonra Uzmanlar Meclisi kuruldu, anayasa hazırlandı ve kabul edildi. Cumhurbaşkanı bu anayasa doğrultusunda halkoyuyla seçildi, kabine kuruldu ve kurumlar yerleşti.

İmam Humeyni’nin yöneticiliğindeki diğer bir bariz ve seçkin özellik de karar alma alanını geniş tutması ve oluşturulan kurumlara uygun olan ve başkalarının yapması gereken işlere müdahale etmemesiydi. En kötü yönetimler -ki sonunda ortadan kalkan istibdatçı düzenlerdir- kararları bireyselleştirenler ve tekel altına alanlardır. Dünyadaki birçok lider, karar alanlarını genişletmediği ve devrimci düşüncesini toplumdaki bağımsız ve sürekli kurumlar aracılığıyla uygulamadığı zaman, onların gitmesiyle devrimleri ve hareketleri de ya ortadan kalkmakta ya da sapmaktadır. Biz, İmam’ın bu yönteminin bereketiyle teşkilat ve nizam içerisinde piştik. O, geniş yetki ve imtiyazlar vererek ve zorunlu olmadığı yerlerde müdahale etmeyerek, dikkatle izleyerek devrimci güçlerin rüşd kazanmasını ve olgunlaşmasını sağladı. Bu, onun yöneticiliği ve liderliğindeki çok esaslı bir ilkeydi.

Teşkilatlara hâkim değerler düzeniyle ilgili olarak şunu söylemek gerekir ki dünyada son derece değerli tecrübelere sahip teşkilatlar ve nizamlar bulunmaktadır. Fakat bunları İslam Cumhuriyeti nizamından ayıran şey değerler düzenidir.

Ümmetin İmamı, İslami değerler düzeni üzerine bir teşkilat kurdu.

Hüseynî Kıyamın Hedefi Hüseynî Kıyamın Hedefi

İslam Cumhuriyeti nizamında İmam Humeyni’nin liderliği ve yöneticiliği ile yaratılan şey, dinden kaynaklanan değerlerin teşkilat sistemiyle bütünleştirilmesidir. Öyle ki bu değerler düzeni idari sistemlerin işlevselliğini azaltmak bir yana tam tersine onu harekete geçirmiştir. İmam Humeyni, değerleri insanın hayat sahasına taşıdı. Kurduğu toplumsal düzenin sütunu ilahi değerlerdi. Bu ise son birkaç yüz yıllık dönem için benzeri görülmemiş bir şeydi. İcracı dairelere dini motivasyonun yeniden kazandırılması, bugünün dünyasında gerçekten istisnai bir şeydir. Bir idari sistemdeki memurun dairesindeki görevini günlük ibadet gibi yaptığına ilk kez tanık oluyoruz. Bizim devrimci kurumlarımız bu açıdan fevkalade öneme sahiptir. Çünkü bunlar, genel görevlerinde ve icrai işlerinde ilahi değerleri taşıyan yeni teşkilatlardır. Örneğin görevi ülkeyi savunmak olan Devrim Muhafızlarının bu savunmasının dini bir kutsallığı bulunmaktadır ve kendini cihat kavramıyla ifade etmektedir. Bunu bir ibadet olarak yerine getirmektedir. Bu yüzden Devrim Muhafızlarının hedefi, bir avuç toprağı savunmak değildir. Aksine cihad, şehadet, fedakârlık gibi kavramlar, Aşura ve Peygamberin Medine’sinin örnek alınması, onun hareketiyle ve cihadıyla iç içe geçmiştir. Ya da cihatçı gençlerin amacı olan onarım ve inşa cihadı ilahi bir motivasyondur. Bu yüzden İmam tarafından temellendirilen bu ilahi motivasyonu korumak gerekmektedir. Bu değerler meselesi doğrultusunda yöneticilik sistemlerine ilişkin bir mukayesede mekanik yöneticilik düzenleriyle İmam tarafından ortaya konan düzen arasında esaslı farklar açığa çıkmaktadır. Bir teşkilatın bünyesinde kendini bir piyon gibi esir gören kimselerle, yaptıklarını Allah ve onun rızası için yapanlar arasında büyük farklar vardır. Birincisinde harekete geçirici etken sistemin ya da idari teşkilat çarkının baskısıdır. İkincisinin hareket saiki ise Allah’ın vechidir. Hiçbir dış etken, müminin yaptığı idari işi yavaşlatamaz. Çünkü onun hayatına Hak Teâla’nın helal ve haram nizamı hâkimdir. Toplumda böyle bir halin yaratılması ve böylesi bir teşkilatın oluşturulması, tarih boyunca ilahi peygamberlerin hedefiydi ve bu, İmam Humeyni tarafından bizim toplumumuzda hayata geçirildi.[2]

İmam’ın değerler düzenine dayanan yöneticilik şeklinden anlaşılıyor ki o, yöneticilik ilkelerini teşkilatları ve kurumları bunun üzerine kurmakta ve idari kurumlarla değerler düzeni arasında ülfet ve koordinasyon yaratmakta ısrar etmiştir. Onun, dindar güçlerle Devrim Muhafızları, Besic ve Cihad-ı Sazendegi gibi kurumların örgütlenmesini ve planlanmasını vurgulaması, nizama bağlı güçler arasında ilahi motivasyon yaratması, muhtelif olaylarda sağlam ve tedbirli kararlar veren memurlar arasında bir çeşit otokontrol olan ilahi nezaret ortamı oluşturması, ülkede karar verici olan icracı yöneticilere geniş yetkiler vermesi, yasalara saygılı davranması ve yukarıdaki esasların izlenmesine riayet etmeye dikkat etmesi, İmam’ın yöneticilik ilkeleriydi. Ve İmam Humeyni bunu hayata da geçirmişti.

Hükümetteki atama ve aziller konusunda Sayın Mir Hüseyin Musevi şöyle diyor: İmam, özel yetkilere sahip bulunmasına, her üç erkin de kendisine karşı sorumlu olmasına ve her konuda kendine özgü bir görüşünün bulunmasına rağmen herhangi birini azledecek şekilde davranmıyordu. Benim sorumlu olduğum hükümet konusunda İmam’dan tek bir defa bile falanca kişi olsun veya filanca kişi olmasın diye hiçbir şey duymadım. Bunu tarihi bir tanıklık olarak arz ediyorum. Evet, tek bir istisna olmuştu o da İslami konularda görüş sahibi olması gereken istihbarat bakanlığı konusundaydı. Hizmetinde bulunma şerefine nail olduğumuz bir toplantıda şöyle buyurdu:

“Bu konuda verdiğiniz kararı bana bildirin. Bu kesinlikle benim haberdar olmam gereken bir meseledir.”

İmam hiçbir zaman bu kişiyi tayin et veya azlet diye buyurmamıştı. O, sadece falanca kişi uygundur, derdi. Sözün kısası, işlerin yasalar çerçevesinde yapılması konusunda son derece dikkatliydi.[3]

İmam Humeyni’nin yöneticiliğinin bir diğer boyutu da kararlarda fırsatlardan nihai ölçüde yararlanmaya dikkat etmesiydi. Bir başka deyişle, o karar alırken fırsatlardan en iyi bir şekilde yararlanırdı.

Eğer biraz geriye gidip onun mücadelesindeki muhtelif olaylara bir göz gezdirirsek görürüz ki güçlü ve bilinçli bir yönetici olarak İmam, fırsatlardan en iyi şekilde yararlanmış veya bir sorun olarak ortaya çıkan bazı meselelerde tedbirleri sayesinde sorunları bir fırsata dönüştürmüştür.

Mücadelenin de başladığı 1341 (1963 miladi) yılında İmam Humeyni’nin programlarından biri ilmiye havzalarına, özellikle de Kum ilmiye havzasına siyaseti getirmek olmuştu. Bu çok münasip bir zamanda olmuş ve uzun bir mücadele için faal güçler hazırlanmıştı. İmam’ın bir diğer stratejik programı da halkı mücadeleye katmasıydı, bu da münasip bir fırsatta gerçekleşmişti. İmam’ın yaptığı şeylerden bir diğeri ise muhtelif hadiselerle koordineli olarak mücadelesini tedrici olarak yürütmesiydi. Nitekim yapılan araştırmaların da gösterdiği üzere mücadele, 15 Hordad 1342 yılına kadar diktatörlüğe karşıydı. 15 Hordad’dan sonra emperyalizm de sahneye geldi ve emperyalizmle mücadele de başladı.

Kapitülasyonlar meselesinde İmam’ın beldelerdeki ulemaya yazdığı Şah ve Amerika karşıtı harekete dair mektuplar ve İmam’ın emperyalizmle açık bir şekilde mücadeleye başlaması, mücadelenin yeni bir aşamaya girmesine sebep oldu.

Yaşanan diğer bir olay da İmam’ın Paris’e gitmek için karar vermesiydi. İmam, Paris’i mücadelesini iyi bir şekilde sürdürebileceği bir yer olarak belirledi. Bu, dönemde Fransa’daki yönetim yapısından kaynaklanıyordu; çünkü oradaki demokratik yönetim, İmam’ın konuşmasına ve faaliyet göstermesine izin veriyordu. İmam, bu altın fırsattan en iyi şekilde yararlandı. Bütün bu hususlarda görülüyor ki İmam Humeyni’nin devrimin hassas aşamalarında verdiği kararlar, tevekküle, şecaate ve fırsatlardan en iyi şekilde yararlanmasına dayalıydı. Aşağıdaki şema bu ilişkiyi gösteriyor:

İmam’ın kararı = Tevekkül + Şecaat + Fırsatlar

İmam Humeyni’nin karar alıcılığı konusunda onun yöneticiliğinde öne çıkan en önemli boyut, olaylarda halkla paralel adım atmasıdır. Devrimin halkçı lideri, halka aşkla bağlıydı. Tüm risk ve tehlikelerde hep halkla birlikte oldu. Bizim bu iddiamızın delili şudur: İmam’ın İran’a geldiği dönemde büyük bir tehlike söz konusu olmasına rağmen o attığı bu cesurca adımla halkçı, kahraman ve yüksek risk alabilen bir lider olduğunu ispat etti.

3- Ordunun Şehit Bir Komutanının Hatırası,

Şehit General Ali Sayyad Şirazi, İmam’ın yaşadığı dönemde savaşı idare eden üst düzey askeri yöneticilerden biriydi. Onun, İmam’ın yöneticiliğinin çeşitli boyutlarına değindiği bir hatırasını nakletmek yararlı olacaktır. O, şöyle diyor: İmam’a rapor sunduğumuz toplantıların ikisinde her zaman yararlandığım son derece öğretici hususlara tanık oldum. Dönemin cumhurbaşkanı sıfatıyla Ayetullah Hamenei’nin, Meclis Başkanı Haşimi Rafsancani’nin, Devrim Muhafızları Komutanının ve Kara Kuvvetleri Komutanı olarak da benim katıldığım toplantıların birindeydik. Toplantı, İmam’ın küçük odasındaydı. O, bir kanepeye, biz de karşısında halka şeklinde yere oturmuştuk. Şu an raporunu sunma sırasının kimde olduğunu hatırlamıyorum; ama İmam aniden odadan çıktı, bu durum hepimiz için sarsıcı olmuştu. Raporunu sunmakta olan şahıs, yarım kalmış cümlesini tamamlayamamıştı. Ne diyeceğini, kime karşı konuşarak söyleyeceğini bilememişti. Bunun üzerine söze ilk başlayan Sayın Haşimi Rafsancani oldu. O, “Efendim, rahatsızlandınız mı?” diye sordu. İmam hızla döndü ve kesin bir sesle “Hayır! Namaz vaktidir” dedi.[4]

Görüldüğü gibi İmam, yöneticiliğinde ilahi değerlere son derece bağlıydı. Değerlere ilişkin disiplinlere son derece özen gösterirdi. Planlamalarında, güçlerin örgütlenmesinde İslami değerlerin hâkim olmasına inanırdı. Bunları da kendi emri altında olanlara öğretir, onlardan özel hayatlarını ve iş hayatını ilahi değerlere göre tanzim etmelerini isterdi.

Şehid Sayyad Şirazi, İmam’ın yöneticiliğinin diğer bir boyutunu da İmam’ın imkânları en iyi şekilde kullanması olarak görüyordu. O, bu konuda şu hatırasını naklediyor: Ne zaman olduğunu tam olarak hatırlamıyorum, ikinci toplantıda bizler İmam’a raporlarımızı sunuyorduk. O dönemde Beni Sadr çekilmişti ve cepheler, Hizbullahi arkadaşlarımızın eline geçmişti. Cephelerin yeniden canlılığına kavuşması için Beni Sadr’ın bozduğu tüm işleri düzeltmemiz gerekiyordu. Komutanlardan her biri, sunduğu raporunda geri kalmışlığı ve durgunluğu bir şekilde izah etmeye çalışıyor, yoklukları, eksikleri öne sürüyordu. İmam, aniden tüm konuşmaları kesti ve şöyle buyurdu: “Şunu aklınızdan çıkarmayın, sizin bir şeyiniz yok veya onların var… Sizin adamlarınız var, insanlar üzerine hesap yapın.”[5] İmam’ın yöneticilik tutumuyla veya dostlarının zor ve sıkıntılı durumlardaki şikâyetlerine yönelik sözleriyle ilgili yapılacak mantıklı bir tahlille denilebilir ki onun insan kaynaklarına ciddi bir teveccühü vardı. Bunu takipçilerine belirterek onlara mevcut kaynaklardan yararlanmalarını hatırlatıyordu. Yukarıda geçenlerden genel bir sonuç çıkarılarak denilebilir ki öncelikle İmam’ın yöneticiliğinde değerlere ve değerlere ilişkin disipline riayet etmek, üzerinde önemle durulan bir şeydi. Liderin değerlere olan inancı, takipçilerinin davranışlarını etkileyecektir. İkinci olarak İmam’ın yaklaşımında insan kaynaklarının yönetimi yüksek bir yere sahipti. Örgütlenmelerde insani etken olarak insanların varlığı işlerin yürütülmesi bakımından hayati öneme sahiptir. Ayrıca yaratıcı yöneticiler, sıkıntılı durumlarda mevcut imkânları dikkate alır ve onlardan en iyi şekilde yararlanır.

4- Bir Askeri Komutanın Hatırası

İmam’ın liderliği dönemindeki üst düzey komutanlardan biri de Sayın Muhsin Rızai idi. Öyle görünüyor ki İmam’ın yöneticiliğine ilişkin onun sözleri de işitilmeye değerdir. O, şöyle diyor:

İmam Humeyni, her zaman analize dayalı bir bakışla komuta ederdi. Onun analizi şöyleydi: Bütün güçlerin komutanı Allah’tır. O, bu yaklaşımıyla komuta edenleri ve komuta edilenleri baki olan Allah’ın gücüyle buluştururdu. Devrim Muhafızı kardeşlere her zaman tavsiyesi şuydu: Devrim Muhafızları Ordusu bir mescittir. Herhangi bir kardeşimiz Devrim Muhafızları Ordusu’na girdiğinde bir mescide girdiğini düşünsün.

Komuta hiyerarşisi bakımından güçlerin örgütlenmesi atmosferi, bir kültürel atmosferdi. Tamamen manevi ve ilahi bir fezaydı. Bu sebeple de o, maneviyata dikkat ettiği kadar hiyerarşik disipline de dikkat eder, bunları birbirine aykırı görmezdi. Disiplini, ödülü ve cezayı da bu çerçevede görür, manevi ve kültürel meseleleri de bu doğrultuda ele alırdı. Binaenaleyh emri altında olanlara yönelik tavrını bu analitik yönteme göre belirlemişti.

Yüksek Savunma Kurulu toplantılarında İmam’a muhtelif görüşler sunulurdu. O da ya yol göstericiliği yapar veya kesin emirler verirdi. Bütün bunlarla birlikte İmam daima komutanların kararlarını kendilerinin almasından yanaydı. Yalnızca çok hassas gelişmelerin ortaya çıktığı meselelerde ya da komutanların İmam’dan ruhi güç almaya ihtiyaç duyduğu anlarda müdahale ederdi.[6]

Devrim Muhafızları Komutanının sözlerinden anlaşılıyor ki İmam kurumlarının personeline o kurumlara kutsallık ve temizlik verecek şekilde davranıyordu. O, kurumların örgütlenmesine manevi bir atmosferin eşlik etmesini istiyordu. Alt düzeydeki yöneticilere karar yetkisi veriyor, taktiksel meselelere müdahale etmiyordu. Açıktır ki liderin taktiksel meselelere müdahale etmemesi, yöneticiler için anlaşılır bir şeydir çünkü bu şekilde birçok yönetici yetiştirilebilir.

Sayın Rızai, İmam’ın savaşa müdahalesi konusunda şöyle diyor:

İmam’ın savaştaki müdahalesi özellikle stratejik bir müdahaleydi. Yani o, savaşın stratejisini kontrol edip yönlendiriyordu. Taktiksel meselelere müdahaleden sakınıyor, askeri politikayı açıklıyor, ayrıntılara müdahale etmiyordu. İmam Humeyni, yalnızca askeri politika aşamasına giriyor, ötesine geçmiyordu. Bunun sebebi de onun komutanlarının gücüne güvenmesiydi. O, emri altındakilere güvendiğini gösteriyordu. Gençlerimiz arasında o büyük gücü ortaya çıkaran da işte bu ruhtu. İmam, güvensizlik göstermediği gibi aksine her zaman bizi teşvik ederdi. Savaş dönemi boyunca, hatta zorlu ve olumsuz şartlarda bile hiçbir komutan İmam’dan herhangi bir uyarı işitmedi.[7]

Bir lider veya yönetici, takipçilerine güvenmezse; MC Gregor’un X varsayımına göre o, personelini bir makine, tembel ve sorumsuz görüyor demektir. Fakat eğer personeline güvenirse Y varsayımına göre onları, sorumluluk kabul eden kimseler olarak farz etmiş olur.

Şimdi bakalım İmam, insanlar konusunda hangi varsayıma sahiptir ve kendi güçlerini nasıl değerlendirmektedir?

Şurası kesin ki İmam, insanlara Allah’ın halifesi gözüyle bakıyor, onu sorumlu görüyor ve değer veriyordu. Nitekim komutanlığı ilahi komuta ile irtibatlı görüyor ve emri altındakilere güveniyor ve kararları onlara bırakıyordu.

Genel bir sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki İmam Humeyni’nin yöneticiliğinde söz konusu olan parametreler ve İmam’ın müdahalelerinin önemli özellikleri dikkate alındığında, onun eliyle tamir edilmiş yöneticilik sistemi ile bugünün dünyası olarak isimlendirilen diğer yöneticilik sistemleri arasındaki ciddi farklar olduğu görülür. Çünkü İslami örgütlenmelerde insanlar önemli bir eylem unsuru olarak görülmekte ve onları bir makine gibi gören bakış açısı reddedilmektedir.

Ayrıca dini değerler düzeni, kurumlardaki etkin güçlerin davranışlarına hâkimdir ve ilahi değerlerin kurumsallaştırılması İslami kurumların üst düzey yöneticilerinin özen gösterdiği bir şeydir. Bu tür bir yöneticilikte halk ve ilahi motivasyon bir arada kabul edilmekte ve motivasyonu maddi şekilden çıkarak manevi bir çehre kazanmaktadır. Güçlerin örgütlenmesinde hiyerarşiye önem verildiği gibi ondaki maneviyat meselesi ve samimiyet ruhu zirvedeki yerini korumaktadır. Güçler, komutana kutsal ve temiz bir halle bakmakta onu itaat edilmesi vacip olan büyük liderin halefi olarak görmektedir.


[1]     Sutude, Pa be Pa-yi Afitab, c. 2, s. 201, 202
[2]     Bkz. Sutude, Pa be Pa-yi Afitab, c. 4, s. 173, 179
[3]     Age. S. 194, 195
[4]     Bkz. Age. c. 3, s. 310
[5]     Age. S. 311, 312
[6]     Bkz. Age. C. 3, s. 116, 117
[7]     Age. S. 117, 118
Editör: Hasan Bedel