.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Slavoj Zizek

.

Anti-Semitizm tarihinin en müthiş ironilerinden biri, Yahudilerin bir karşıtlığın her iki kutbunu birden temsil ettiğinin düşünülmesidir: hem üst sınıf (zengin tacirler) hem de (pasaklı) alt sınıf; hem aşırı entelektüel hem de aşırı dünyevi (cinsellik peşinde koşan azgınlar); hem tembel hem de işkolik.

Bazen, içinde yaşadıkları ülkenin tam anlamıyla vatandaşı olmalarını engelleyen belirli bir yaşam tarzına duyulan inatçı bir bağlılığı. bazense tüm tikel etnik biçimlere kayıtsız olan "evsiz" ve köksüz bir evrensel kozmopolitizmi simgelerler. Farklı tarihsel devirlerde bu odak değişir. Fransız Devrimi çağında, Yahudiler fazla tikelci bulunarak kınanmıştır: Kendi aidiyetlerine tutunmaya devam etmiş, herkes gibi soyut yurttaş haline gelme olanağını reddetmişlerdir. Emperyalist yurtseverliğin tırmanışa geçtiği on dokuzuncu yüzyılın sonlarındaysa bu suçlama tersine çevrilmiş, Yahudilere her türlü kökten yoksun, aşın "kozmopolit" kişiler gözüyle bakılmıştır.

Batı'daki anti-Semitizm tarihinin dönüm noktası Yahudilerin Fransız Devrimi'nin hemen ardından siyasi özgürlüğe kavuşmasıdır (yani kendilerine vatandaşlık haklarının verilmesidir). Modernitenin başlarında, Hristiyanlığa geçmeleri için onlara baskı yapılmış ve bu durum güven sorunları yaratmıştı: Sahiden Musevilikten döndüler mi yoksa gizliden gizliye ibadete devam mı ediyorlar?

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Nazi anti-Semitizmiyle doruk noktasına ulaşacak bir değişim yaşanır: Dinden dönme söz konusu bile değildir artık, bu fiilen anlamsızdır. Nazilere göre, Yahudilerin suçu doğrudan doğruya biyolojik yapılarından, fıtratlarından kaynaklanır: Kimsenin çıkıp da onların suçlu olduğunu falan kanıtlaması gerekmez; sırf Yahudi oldukları için suçludurlar zaten. Bu kapıyı açan anahtar, Romantizm çağındaki gezgin "ebedi Yahudi" figürünün Batılı ideolojik tahayyülde apansız yükselişe geçmesi olmuştur - tam da gerçek hayatta kapitalizmin gümbür gümbür işlemeye başlamasıyla birlikte, Yahudilere atfedilen niteliklerin toplumun tamamına nüfuz eder olduğu bir zamanda gerçekleşmiştir bu (-çünkü meta mübadelesi hegemonik hale gelmişti). Yani tam da Yahudileri (ahalinin diğer kesimlerinden ayırt edilmelerini kolaylaştıran) özgün niteliklerinden mahrum kaldığında ve "Yahudi sorunu" siyasi düzeyde biçimsel özgürleşme (tüm "normal" Hristiyan vatandaşlara da verilen hakların onlara da tanınmasıyla) "çözüldüğünde", Yahudilerin "laneti" bizatihi özlerine kazınmıştır - artık gülünç cimri ve tefeci değil, ebedi lanetlenmenin şeytani kahramanlarıydılar; açıkça belirtilmeyen, tarifsiz bir suçluluk duygusu musallat olmuştu başlarına, oradan oraya dolanıp durmaya mahkumdurlar ve kurtuluşu ölümde bulmayı arzularlar. Demek ki tam da özgül Yahudi figürü kaybolur kaybolmaz, mutlak Yahudi figürü ortaya çıkmıştır ve bu dönüşüm anti-Semitizmin teolojiden ırka yönelmesinde belirleyici koşulları oluşturmuştur: Yahudilerin lanetlenişinin sebebi ırklarıdır; yaptıklarından (Hristiyanları sömürdüklerinden, çocuklarını öldürdüklerinden, kadınlarının ırzına geçtiklerinden veya nihayetinde İsa'ya ihanet edip onu katlettiklerinden) ötürü değil, doğaları itibariyle suçludurlar. Bu değişimin Yahudi soykırımına, "sorun"larına uygun yegâne nihai çözüm olarak Yahudilerin fiziksel imhasına giden yolun taşlarını döşediğini söylemeye bilmem gerek var mı? Yahudilik bir dizi niteliğe atıfta belirlendiği sürece, güdülen amaç din değiştirmelerini, Hristiyanlığa geçmelerini sağlamak olmuştur; fakat Yahudilik varlıklarına dair bir konu haline geldikten sonra, "Yahudi sorunu"nun tek mümkün çözüm yolu imha gibi görünmeye başlamıştır.

Anti-Semitizmin esas muamması ise nasıl sürekli var olduğu, onlarca tarihsel değişim boyunca varlığını nasıl sürdürebildiğidir. Bu noktada işler, Marx'ın Homer hakkında söylediklerini andırır biraz: Açıklanması icap eden asıl muamma, bu şiirin kökleri, ilk Yunan toplumunda nasıl temellenmiş olduğu değil, kendisini doğuran koşullar kaybolduktan çok sonra bile o muazzam sanatıyla bizleri bugün hala nasıl büyüleyebildiğidir. Anti-Semitizmin Avrupa' da baş gösterdiği tarih kolayca saptanabilir: Anti-Semitizm Antik Roma'da değil, on birinci ve on ikinci yüzyılda piyasa mübadelesinin hız kazanan gelişimi ve paranın artan rolü sayesinde "karanlık çağlar"ın ataletinden sıyrılmaya başlayan Avrupa'da ortaya çıkmıştır. Tam bu noktada, "Yahudi" düşman olarak zuhur etmiştir: gaspçı, ahenk içindeki toplumsal bünyeye nifak sokan asalak mütecaviz. Teolojik açıdan bakarsak, Jacques Le Goff'un deyişiyle "Araf'ın doğuşu"; yani Cennet ya da Cehennem dışındaki üçüncü, arada duran bir yer daha olması gerektiği ve insanın burada (çok değilse tabii) günahlarının bedelini belirli bir miktar tövbeyle -yani parayla!- ödeyebileceği fikrinin doğuşu da bu zamana denk gelir.

Peki, bugün neredeyiz? Anti-Semitizmin kendi kendiyle ilişkilenmenin uç noktasına varmış son versiyonuna şahit olmaktayız. Yahudilerin "aklın kamusal kullanımı" (Kant) alanının kuruluşundaki ayrıcalıklı rolü, kendilerini her devlet iktidarından çıkarmalarına, eksiltmelerine dayanır - onları evrenselliğin dolaysız tecessümü haline getiren şey tektanrıcılıklarının soyut-evrensel doğası değil, her organik ulus-devlet cemaatinin bu "olmayan parçanın- parçası" olmalarıdır. Bundan dolayı, Yahudi ulus-devletinin kurulmasıyla birlikte yeni bir Yahudi figürü belirmiştir: İsrail Devleti işe özdeşleştirilmeye direnen, İsrail Devleti'nin esas yuvası olduğunu kabul etmeyi reddeden bir Yahudi; kendini bu devletten "çıkaran" ve mesafe almakta ısrar ettiği devletlerin arasına İsrail Devleti'ni de katıp bu devletlerin arasındaki çatlaklarda yaşayan Yahudi. "Siyonist anti-Semitizm" diye tanımlamaktan kendimi alamadığım şeyin nesnesi, ulus-devlet cemaatinin rahatını kaçıran yabancı fazla, işte bu tekinsiz Yahudidir. Bu Yahudiler, Spinoza'nın adına yaraşır halefleri olan bu "Yahudilerin Yahudileri", bugün "aklın kamusal kullanımı"ndan ayak diremeye devam eden, muhakemelerini ulus-devletin "özel" alanına teslim etmeye kafa tutan yegâne Yahudilerdir.

Bernard-Henri Levy'nin The Left in Dark Times (Karanlık Zamanlarda Sol) adlı kitabında ileri sürdüğü, yirminci yüzyılın anti-Semitizminin "ileri" olacağı yolundaki tezi, Milner'nin "demokratik Avrupa'nın cinai eğilimleri" hakkındaki tezini hatırlatmaktadır: "ilerici" Avrupa evrensel akışkanlaşmayı, her türlü sınırı ortadan kalkmasını; Yasaları ve geleneklerinden temellenen yaşam tarzlarına bağlılıklarıyla tanınan Yahudiler ise bu sürecin önündeki engeli temsil eder.

Fakat anti-Semitizmin mantığı bunun tersi değil midir? Anti-Semitistlerin nazarında Yahudiler tam da küresel akıcılaşmanın, her tür tikel etnik vb. kimliğin ortadan kalkmasının faili değil midir? Milner'nin muhakemesinin ironik tarafı şudur: Siyonist anti-Semitizme fena halde yaklaşmaktadır, çünkü fiilen hedef aldığı şey -"evrenselci" akışkanlaşma Yahudi kimliğinin öteki yüzüdür. Demek ki Milner'nin Avrupa'nın "anti-Semit" çekirdeği gibi gördüğü için saldırdığı şeyin temelinde Yahudilerin Avrupa kimliğine yaptığı katkı yatmaktadır: "Köksüz" Yahudiler Avrupa'nın ilk ve en radikal evrenselcileriydi.

"Siyonist anti-Semitizm" teriminin bütünüyle yerinde ve haklı olduğuna kendinizi ikna etmek istiyorsanız eğer, hayatımda gördüğüm en iç karartıcı internet sitelerinden birini; yedi binden fazla (Kendinden Nefret Eden ve İsrail' i Tehdit Eden) Yahudinin isminin sıralandığı bir "pislik listesi"ne ulaşabileceğiniz www.masada2000.org sitesini ziyaret etmeniz kâfi? Burada, isimlerin yanı sıra, müthiş bir saldırganlıkla kaleme alınmış ayrıntılı tasvirler; hatta söz konusu kişiyi olabilecek en berbat ışıkta gösteren fotoğraflar, belli ki isteyen e-posta gönderip nefretini kussun diye konulmuş adresler de var. Tersyüz edilmiş anti-Semitizm diye bir şey varsa şayet, bu kesinlikle odur: Bu site, olsa olsa Nazilerce hazırlanabilecek bir soysuz Yahudi ucubeler listesini andırıyor. Bugün vahşi anti-Semitizm örnekleri bulmak için Arap propagandalarına bakmaya lüzum yok, zira fanatik Siyonistler bu işi layığıyla ifa ediyor. Yahudilerden nefret edenler asıl onlar; "aklın kamusal kullanımı"na sadık kalanlara saldırırken acımasızca dalga geçtikleri şey Yahudi olmanın en kıymetli boyutudur. Peki, masada2000 .org sitesini kuranların her ülkede bulunabilecek, ana akım siyasi yönelimlerle uzaktan yakından alakası olmayan, Havva'nın Şeytan'la yatağa girerek Yahudileri ve Zencileri doğurduğuna inanan ABD'li varkalmacılık taraftarlarının İsrailli muadilleri kabilinden, aşırı uçtaki bir grup meczuptan ibaret olduğu yolundaki karşı-iddiaya ne demeli? İşin kolayına kaçan bu iddia pek ikna edici değil maalesef: masada2000.org, İsrail'in politikalarına eleştirel bakan Yahudilere karşı güvensizliğin -ki bu güvensizliğe İsrail'den çok, ABD medyasında rastlanır- en aşın halini ortaya serer.

Bu olgu başka bir muammayı daha çözmemizi sağlar: Adeta fıtratları yüzünden anti-Semit olan ABD'li köktenciler nasıl oluyor da şimdilerde İsrail Devleti'nin Siyonist politikalarını hararetle destekleyebiliyor? Bu muamma ancak bir terim sayesinde kavranabilir ki o da Siyonist anti-Semitizmdir. Yani, ABD'li köktenciler değişmemiştir; Siyonizmin kendisi, İsrail Devleti'nin politikalarını tepeden tırnağa benimseyen Yahudilere duyduğu nefret sonucunda, paradoksal bir şekilde anti-Semitleşmiş ve Siyonist projeden anti-Semit bir minvalde şüphe duyan Yahudi figürünü inşa etmiştir.

Asla Yapılmaması Gereken Günahlar Asla Yapılmaması Gereken Günahlar

İsrail'in politikalarını eleştirenlere yöneltilen genelgeçer Siyonist sav şöyledir: Her devlet gibi İsrail Devleti de değerlendirilebilmeli, hatta değerlendirilmeli ve nihayetinde eleştirilmelidir elbette; lakin İsrail'i eleştirenler, İsrail'in politikalarına haklı olarak yöneltilmiş eleştirileri anti-Semit emelleri uğruna suiistimal etmektedir. 2008’in temmuz ayında Viyana'da çıkan Die Presse gazetesinde basılan harika bir karikatür, İsrail'in politikalarını kayıtsız şartsız destekleyen köktenci Hristiyanların, bu politikalara yöneltilen solcu eleştirileri reddetmek için öne sürdüğü savı en iyi şekilde gösterir: Naziye benzeyen, tıknaz iki Avusturyalıdan biri, elinde gazete, arkadaşına şöyle bir yorumda bulunur: "Tamamen haklı olan anti-Semitizmin, ucuz bir İsrail eleştirisi yapma uğruna nasıl heba edildiğini burada da görüyorsun işte!"

Editör: Hasan Bedel