Soru:

Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali'nin (a.s) "insanın değerinin kimin çocuğu olduğu, hangi aileden veya hangi renkte olduğuna değil, amellerine göre olduğunu" buyurduklarını kabul ediyor musunuz?

Eğer kabul ediyorsanız şia neden Hz. Ali'nin veya Hz. Muhammed'in (s.a.a) torunlarını diğerlerinden daha üstün ve daha temiz bilmektedir?

Cevap:

Hem İslam açısından kanun ve adalet karşısında herkes eşittir. Bu nedenle padişahla dilenci, zenginle fakir, zayıfla güçlü, kadınla erkek, siyahla beyaz ve hatta masum olan peygamber ve imamla diğer insanlar arasında fark imtiyaz yoktur.  İstisnayla hiç kimseye bir şey yaptırılamaz ve hiç kimsenin kanuni özgürlüğü elinden alınamaz.

Resulullah'ın Ehlibeyt'inin soyundan gelen seyitlere saygı duyulması Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinden kaynaklanmaktadır. Bu ayet gereğince Allah Teâla, peygamberine, insanlardan yakınlarına sevgi duymalarını istemesini emrediyor. (şura, 23)  

Bu isteğin nedeni özellikle Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra ortaya çıkmaktadır. İnsanlar O hazretin soyundan gelenlere öyle şeyler yaptılar ki tarihte hiçbir önderin soyundan gelenlere o şekilde davranılmamıştır. Resulullah'ın vefatından sonra asırlar boyu seyitler silsilesinin hiçbir güvencesi yoktu. çldürülüyorlar, kesik başlarını bir şehirden diğerine hediye gönderiliyor, diri diri toprağa gömülüyor, gruplar halinde binalar ve duvarlar arasına bırakılıyor, yıllarca karanlık zindanlarda işkence ediliyorlar veya zehirletiliyorlardı. Hicretten asırlar sonra şia az-çok istiklal ve mektep özgürlüğüne kavuşunca Resulullah'ın (s.a.a) torunlarına ve sevgililerine reva görülen zulümler karşısında tepki gösterip seyitlere saygı duymaya azami gayreti gösteriyor ve saygı duyulması için çaba harcıyordu.


Soru:

Neden İslam dininde domuz etinin yenilmesi haram kılınmıştır?

Cevap:

Domuz eti sadece İslam dinine has bir haram değildir; domuz eti, İncil ve Tevrat'tan anlaşıldığı üzere İslam'dan önceki diğer ilahi dinlerde de haramdı. Domuzun etinin haram oluşuyla ilgili sıralanan nedenler, onun sağlık açısından zararlı olması ve necaset yemesidir.


Soru:
 
Neden İslam dininde alkollü içkiler yasaklanmıştır?

Cevap:

İslam, eğitim ve öğretiminin temelini insanı diğer hayvanlardan ayıran ve yegâne imtiyazı olan akıl etme ve düşünmeye dayandırmıştır. Ve açıktır ki alkollü içkiler ve sarhoş edici diğer şeyler insanın yaşamının temeli oluşturan bu özelliği zayi etmekte ve istisnasız olarak dini eğitim ve öğretimin amaçlarını suya düşürmektedir.

Alkollü içeceklerin etken olduğu veya payı olduğu çeşitli cinayetler, yolsuzluklar, kanunsuzluklar ve kayıtsızlıklar ve yine dünyada alkollü içkilerin ürünü olan ruhi, cismi ve genetik hastalıklar inkâr edilemez. (Maide/91)


Soru:

Genel olarak İslam'ın kanunlarının değişebileceğini kabul ediyor musunuz? Bu değişimlerde din liderlerinin öncül olması gerektiğini veya değişikler meydana geldikten sonra onlara göre hareket etmeleri gerektiğini kabul ediyor musunuz?

Cevap:

Din kanunları (Allah'ın sabit hükümleri) hiçbir durumda değişmezler. Bu alanda din önderlerinin öncül olması veya geride hareket etme ya da bir alanda sürekli veya geçici olarak uyuşma hakkı yoktur. Allah Teâlâ, peygamberine buyuruyor ki:

"Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, ant olsun, (İslam için bazı konularda) onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda sana hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık." (İsra, 74-75)


Soru:

Acaba siz şahsen İslam'ın bütün kanun ve adetlerini kayıtsız-şartız kabul ediyor musunuz?

Cevap:

Müslümanlar arasında meydana gelen örf ve adetler Kitap ve Sünnete dayanmazlarsa hiç bir değeri yoktur; fakat Kitap ve Sünnette kesin kaynağı olan kanunların kabulü farzdır ve onlara aykırı davranmak caiz değildir.
 


Soru:

Hz. Ali (a.s), "babanız ve annenizin hatırı için Müslüman olmayın; ona inanarak ve aklınızla varabildiğiniz şeylerle inanın" buyurmuştur. Bu durumda özgür olan her Müslüman'ın İslam kanunlarından istediğini kabul etmeye ve aklıyla kabul edemediği diğer hükümleri de bir kenara bırakmaya hakkı var mı?

Cevap:

İmam Ali'nin (a.s) bu buyruğu İslam'ın aklen inanılması gereken itikadı öğretilerine işarettir, uyulması gereken bilimsel kanunlara değil.
 


Soru:

Acaba bu, herkesin istediği dini seçmede serbest olduğunu ve Müslüman bir kişinin bütün dinlere saygı duyması gerektiğini göstermiyor mu?

Cevap:


Din, dünyanın ve insanın yaratılışıyla ilgili bir takım inançlardan ve insanın yaşamını bu inançlarla tatbik eden bir takım ameli vazifelerden ibarettir. Dolayısıyla din insanın kendi elinde olacak ve insan istediği dini kabul edebileceği teşrifatı bir şey değildir. Din, insan ve insanın serbestliğini elinde bulunduran, insanın uyması gereken bir gerçektir. Bu gerçek, "biz güneş ışığından yararlanıyoruz" meselesinde özgür bir insanın, konu hakkında her gün bir görüş belirtemeyeceği, bunun varlığını kabul etmesi ve hayatını buna göre ayarlaması gereken türden bir gerçektir.

Eğer din "herkes istediği dini seçmekte serbesttir" görüşünü onaylarsa bu durumda kendisinin kanun dışı ve teşrifatı bir olgu olduğunu itiraf etmiş ve kendi etrafına batıl çizgisini çizmiş olur.

çrneğin, demokrasiyle yönetilen bir ülkede o ülkenin ileri gelenlerine, zenginlerine akıllarıyla bağdaşmayan kanunları kabul etmemekte serbest olmalarına ve sonuçta bir grup insanın maliyat kanunlarını, diğer bir grubun ticaret kanunlarını, bir diğerinin yasama kanunlarını ve başkasının da intizam hükümlerini ayakları altına almasına müsaade edilemez. Açıktır ki, böyle bir durumun başıboşluk, düzensizlik ve toplumun dağılmasından başka bir sonucu olamaz. Demokrasi rejimini ve kanun koyması için temsilci seçimini kabul eden herkes, bütün kanunları kabul etmiş ve kanunlardan her birini değişmez saymıştır.

Aynı şekilde İslam dininde akıl yoluyla İslam'ın itikadı öğretilerini kabul eden kimse aynı zamanda nübüvvetin doğruluğunu tasdik etmiştir. Resulullah'ın Allah'tan olduğunu söylediği kanunların gerçekten Allah Teâlâ tarafından konduğuna, Allah'ın vermiş olduğu emir ve hükümlerinde hiçbir zaman hata etmeyeceğine, yanılmayacağına ve bu hükümlerle kullarının çıkar ve menfaatlerini korumaktan başka hedefi olmadığına inanmıştır.

Elbette böyle icmali bir imana sahip olan kimse İslam kanunlarının her birinin sahih ve muteber olduğunu tasdik etmiş, onların reddedilemeyeceğine inanmıştır. Dolayısıyla onların bazısını kabul edip diğer bazısını da bir kenara bırakmanın hiçbir anlamı yoktur.

Allah Teâla şöyle buyuruyor: "Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır" (Âl-i İmran, 19)

"Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez." (Âl-i İmran, 85)

İslam, dinler arasında üçünü saygın bilmiştir: Hıristiyanlık, Yahudilik ve Mecusilik. Bu saygınlık ise (Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden de anlaşıldığı gibi) onları hak oldukları anlamında değil, bu dinlerin mensuplarının kendi dinlerinde kalabilecekleri anlamına gelir.


Soru:

Neden hilal İslam'ın sembolüdür?

Cevap:

İslam dininde "hilal" diye bir sembol yoktur; ancak "hilal ve yıldız" Haçlı savaşlarından sonra İslam beldelerinde Hıristiyanların "haç"ı karşısında Müslümanların sembolü konumunu aldı ve bu güne kadar da birçok Müslüman ülkelerin bayrağında bu sembol vardır.
 


Soru:

Aya çıkmak hususunda görüşünüz nedir?

Cevap:

İslam dini açısından ay yolculuğu vb. hakkında özel bir görüşümüz yoktur; ancak Kur'anı Kerim gökyüzündeki bu kürelerin Allah'ın nişaneleri olduklarında, hayret verici nizamlarıyla Allah'ın birliğinin belirtileri olduklarından bahsetmiştir.
 


Soru:

Neden Arapçayı İslam'a imanın gereklerinden kılmışlardır. Kur'an, namaz ve benzerlerinin Arapça olması gerekli midir, yoksa başka bir dille de olabilir mi?

Cevap:

Kur'an-ı Kerim, mana bakımından mucize olduğu gibi lafız bakımından da mucize olduğuna nazaran onun Arapça oluşu korunmalıdır. Namazın da Arapça okunmasının gereği her rekâtında Kur'an'dan bir miktar (Fatiha suresiyle başka bir surenin) okunmasının farz olduğu içindir. Diğer taraftan, dinin kaynakları olan ayet ve hadisler de Arapçadır. Müslümanların Arapça üzerinde durmalarının nedeni budur.


Soru:

Bazı Müslümanlar Yahudilerin hiçbir zaman kendilerine ait müstakil bir ülkeleri olamayacağına inanıyorlardı. İsrail'in bu kısa zaman sürecinde Asya ülkelerinin en ileri ülkesi konumunu almış olması bu düşüncenin yanlış olduğunu gösteriyor. Bunun gibi birçok hadislerin ve rivayetlerin de geçmişte bu topraklardaki insanları cehalet, nifak ve düşmanlık içerisinde tutmak isteyen siyasetlerden etkilendiğini düşünmüyor musunuz?

Cevap:

Evet, Filistin'in küçük bir bölümü bir deniz limanı, İngiltere, Fransa ve Amerika'nın üssüdür. Orada diğerleri tarafından korunan İsrail isminde bir devlet hüküm sürmektedir. Kısa süre içerisinde var güçleriyle kuvvetlenip Müslüman ülkelerin kendilerine karşı birleşmelerine engel olmayı başarmışlardır. (nitekim bütün bu gerçekleri son birkaç yılı olayları ortaya koymuştur)

Bu yanlış düşünce (İsrail'in hadislerde geçtiğine göre hiçbir zaman müstakil bir ülkeye sahip olamayacağı sözünün tersine müstakil bir Yahudi ülkesi olduğu) geçmişten günümüze dünyanın bu bölümündeki insanları cehalet, nifak, düşmanlık ve İslam dinine karamsarlık içinde tutmak isteyen siyasetlerin nüfuzunun etkisidir. çünkü bu düşünce rivayetlere ait değildir. Bu, Kur'an-ı Kerim'in düşüncesidir ve Kur'an-ı Kerim'in öngörülerinden biri olarak kabul edilmelidir.

Allah Teâlâ Yahudilerin cinayetlerini, zulümlerini, İslam ve Müslümanlara ihanetlerini, entrikalarını ve sözleşmelerini bozmalarını sayıp Müslümanlara söz birlikleri olmasını, din kanunlarını korumalarını, ecnebilerle dost olmamalarını ve onlara itaat etmemelerini nasihat ettikten sonra şöyle buyuruyor:

"Yahudiler Allah'ın gazabına uğradılar; bundan dolayı sürekli olarak onlar için alçaklık yazıldı ve Müslümanlara karşı insanlara olan bir sebep ve Allah'a verdikleri ahit sebebi dışında pek önemli bir girişimde bulunamayacaklardır." (Al-i İmran, 112 –özetle-)

Başka bir ayette bu insanlar ilgili şöyle beyan edilmiştir:

"Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; o halde artık onlardan korkmayın, yalnız benden korkun" (Maide, 3)

Gördüğünüz gibi, Allah Teâlâ İslam'ın ilerleyeceğini ve Yahudilerin başlarının ezileceğini İslam'ın kanunlarını ve söz birliğini koruyan Müslümanlara vaat etmiştir. Elbette bu vaat ismi sadece İslam olan ama İslam adına hiçbir şeyleri olmayan ülkeler için söz konusu değil.

Yine bu ayetler Müslümanların bir gün ecnebilerle dostluk kurmaya girişeceklerini, Müslümanların onlara teslim olacaklarını, bu durumda Allah'ın onlara karşı davranışının tersine döneceğini, zafer ve sultayı Müslümanlardan alacağını, izzet ve yüceliklerinin başkalarına nasip olacağını vurgulamaktadır.

Hadis ve rivayetlerin arasında uydurmaların olabileceği meselesini ise İslam uleması çok iyi bilmekteler. Açıktır ki, sadr-ı İslam'da münafıklardan ve Yahudilerden bir grup Müslüman kisvesinde uydurma hadisler rivayet etmişlerdir. İşte bu nedenle İslam uleması her rivayeti kabul etmezler; aksine fenni mümeyyizatı kullanarak güvenilir rivayetleri teşhis ederek kabul ederler.

Resulullah bu durumu ön görerek (birçok rivayette olduğu gibi) buyuruyor ki:

"Benden sonra benden birçok şeyler nakledilecektir; bunların arasından Kur'an'la uyuşanı kabul edin, Kur'an'la çelişeni ise reddedin."