.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

İnsan düşünen ve bilen bir varlıktır. Bu sebeple davranışları ve yönelişlerinin şekil almasında bilginin önemli bir rolü vardır. Bu kural insanın ahlâkî davranışları ve yönelişleri için de geçerlidir. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerinde ahlâkî basiret ve bilinç eğitimi üzerinde durulmuş ve bunun gerçekleşmesi için yöntemler sunulmuştur. Bu yöntemler iki kısma ayrılır: Biri öğrenciyi ahlâkî öğretilere aşina kılma yöntemleri, diğeri ahlâkî düşüncenin eğitimi yöntemleri.

Burada şu uyarıyı yapmamız gerekir. Ahlâkî basiret ve bilinç eğitimi yöntemleri kaynağını ahlâkî faziletlerin eğitimi (dördüncü esas) ile birlikte ahlâkî esasların öğretimi esası ve kulluk eğitimiyle (üçüncü esas) birlikte ahlâkî düşüncenin eğitimi esasından alır.

a) Öğrenciyi Ahlâkî Öğretilerle Aşina Kılma Yöntemleri

Ahlâkî basiretin kuvvetlendirilmesi ve geliştirilmesinde öğrenciyi ahlâkî öğretilerle aşina kılmanın temel rolü vardır. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s) ahlâkî ilimlerin öğretilmesine hususi özen gösteriyorlardı. Bu öğretilerin mahsulü, çeşitli hadis derlemelerinde kayıt edilmiştir. Örnek olarak Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) bazı ahlâkî öğretilerini nakledelim. Allah Resulü (s.a.a) vasiyetlerinden birinde Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ey Ali, sözün afeti yalandır, ilmin afeti unutkanlıktır, ibadetin afeti gevşekliktir, büyüklüğün afeti minnet koymaktır, cesaretin afeti zulümdür, güzelliğin afeti nazlanmaktır ve şerefin afeti ise övünmektir. Ey Ali, doğru sözlülüğü bırakma, hiçbir zaman ağzından bir yalan çıkmasın. Hiçbir zaman hainliğe kalkışma. Allah’tan kork, sanki onu görüyormuş gibi. Malını ve canını din yolunda ver. Ahlâkî faziletlere amel et ve kötü huylardan uzak dur.”[1]

Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerine dikkat edilirse, onların öğrencileri ahlâkî öğretilerle aşina kılmak için aşağıda beyan edeceğimiz yöntemlerden faydalandıkları görülecektir.

-Ahlâkî Ölçülerin ve Esasların Öğretimi

Ahlâkî öğretiler geniş bir alana yayılmıştır. Ahlâk, davranışın mantığı olduğundan öğrenci, ahlâkî öğretileri kendi yaşamının çeşitli durumlarına uyarlayabilmelidir. Ahlâkî öğretimin temel sorunlarından biri, ahlâkî öğretilerin öğrenciye, çeşitli durumlarda öğretmenine ihtiyaç duymadan ahlâkî vazifesini belirleyip amel edebileceği şekilde verilebileceğidir. Masumlar (a.s) bu sorunu çözmek için genel ahlâkî kuralların yanında bazı özel yöntemlerden yararlanmışlardır. Bunlar amelî ölçülerin beyanıdır. Örneğin bazı nebevi öğretiler şöyledir:

“Cennet zorluklarla ve hoşlanılmayan işlerle iç içedir, cehennem ise şehvet ve hoşlanılan işlerle çevrilmiştir.”[2]

“İyiliğin kendisini mutlu, kötülüğün ise mutsuz ettiği kimse mümindir.”[3]

“Doğruluğundan şüphe ettiğin şeyi bırak ve doğruluğundan emin olduğun şeye amel et.”[4]

“Üç şeyin şerrinden âmânda olan kimse, tüm kötülüklerden âmândadır: Laklaka, kabkaba, zebzebe. Laklaka dilidir, kabkaba midesi ve zebzebe avret yeri.”[5]

Bu beyanlardan her biri, amelî bir ölçünün karşılığıdır. Öğrenci bunlara bakarak kolaylıkla doğruyu yanlıştan, beğenilen davranıştan beğenilmeyenden ayırabilir. İlk rivayette Resulullah (s.a.a) öğrenciye doğruyu yanlıştan ayırabileceği genel bir ölçü vermektedir. Kural şudur: İnsanın nefsânî meyillerine ve yönelişlerine uygun olan her iş yanlıştır. Karşısında nefsânî meyillere ve yönelişlere uygun olmayan işler ise mutlaka doğrudur. Örneğin cinsel sınır tanımazlık insan mizacıyla uyumludur. Bu kurala göre bu işin yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Çaresizlere yardım etmek, insanın kendisine tapan ruhiyesiyle uyumsuzdur. Bu kurala göre doğru bir davranış olduğunu anlayabiliriz. İkinci rivayette iyi işlerden mutlu olmanın, kötü işlerden içten mutsuz olmanın gerçek imanın göstergesi olduğu söylenmiştir. Bu ölçüyü herkes kullanabilir ve kendi haline az bir dikkatle İslâm’ın emirlerine ne derece bağlı olduğunu anlayabilir. Üçüncü rivayette yakîn etme kuralı vardır. Bir işin doğruluğundan şüphe ettiğinde yapma ve doğruluğundan şüphe etmediğin işleri yap. Bu kural da insanın yanlış işlere bulaşmasını kolayca engeller. Dördüncü konuşmada ise öğrenci, üç uzvunun tehlikeli sarsıntılara sebep olabileceği konusunda uyarılmaktadır: Dil, mide ve avret yeri. Öğrenci ahlâkî pisliklere bulaşmamak için sürekli bu üç uzvuna dikkat etmelidir.

Hz. Ali (a.s) de ahlâkî öğretileri anlatırken bu yöntemi kullanmıştır. Kendi evladına da öğrettiği ahlâkî öğretilerden birinde şöyle buyurmaktadır:

“Oğlum, kendini, kendin ve başkaları arasında ölçü olarak belirle. Kendi sevdiğin şeyi, başkaları için de sev ve kendi beğenmediğin şeyi başkaları için de beğenme. Zulmetme, nasıl ki kendine zulmedilmesini de istemezsin. İyilik yap, nasıl ki sana iyilik yapılmasından da hoşlanırsın. Başkalarında çirkin gördüğün davranışları, kendin de yapmış olsan çirkin gör. Kendin için beğendiğini başkaları için de beğen.”[6]

Emiru’l-Muminin (a.s) bu rivayette her kişinin, her durumda kendi vazifesini belirleyebileceği ölçüler vermiştir. Bu ölçü insanın kendisini başkalarının yerine koymasıdır. Böylece başkalarının hangi davranışları gösterdiğinde hoşlandığını, hangilerinde rahatsız olduğunu görebilir. Hoşlanılan davranış ahlâkî açıdan beğenilir, hoşlanılmayan davranış ise beğenilmez. Hz. Ali (a.s) başka bir rivayette şöyle buyurmaktadır:

Zahit, haramın sabrını yenmediği, helalin kendisini şükürden alıkoymadığı kimsedir.”[7]

Bu rivayette de zühd mefhumu kavramsal ve öznel değil, bilimsel ve nesnel özelliklerle tanıtılmıştır. Herkes kolaylıkla kendisinin ve başkalarının zühdünü tartabilir.

Burada şu noktayı zikretmemiz gerekir ki yukarda söylediklerimizle, bugün ahlâk kitaplarında ahlâkî kurallar ve esaslar olarak anlatılanlar arasında temel bir fark vardır. Ahlâkî kaynakların birçoğunda adalet, ahlâkî bir esas olarak beyan edilmiştir ama bu kitaplardaki esas, ahlâkî değerlerin kaynağı olan bir kuraldır. Böyle bir kural kabul edilse ve yerine göre gerekli de olsa, bu konunun başında söylenen sorunu halletmek için yeterli değildir. Çünkü yaşamın birçok alanında bu kuralların doğruluğunun belirlenmesi, halkın geneli için zor bir iştir. Bu yüzden öğrenci sadece bu esasa dayanarak ahlâkî vazifesinin ne olduğunu belirleyemez. Oysa yukarda bazılarını anlattığımız Peygamber’in (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) sözlerindeki ölçüleri hem herkes anlayabilir, hem de yaşamdaki farklı durumlarda kendisine dayanarak ahlâkî vazifeler belirlenebilir. Sonuç olarak daha önce beyan ettiğimiz ahlâkî ölçüler, ahlâkî kural ve esasları tamamlayıcı niteliktedirler.

Dünya Görüşü ve Ahlâkî Değerler Felsefesinin Beyanı

Ahlâkî basiret ve bilinç eğitiminde önemli yöntemlerden birisi, genel bir dünya ve insan görüşüne sahip olmaktır ve ahlâkî değerler bunun üzerine kuruludur. Ahlâkî eğitim ancak öğrencinin içinde kök salmış uygun inançlar üzerine kurulursa sağlam bir temel üzerine oturmuş olur. O zaman bu verimli toprakta yeşermiş ahlâk ağacının meyve vereceği ümit edilebilir. Bu tatlı ve ferahlık veren meyvenin sahibi ahlâkî basiret ve bilinç, yüce ahlâkî duygular ve beğenilen ahlâkî davranışlardan faydalanabilir.

Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerinde dikkat çeken konulardan biri, ahlâkın ve ahlâk eğitimi temellerinin öğretimine fazlasıyla önem vermeleridir. Her fırsatta ahlâk ve ahlâk ve ahlâk eğitiminin temeli olan İslâmî dünya görüşünü öğrencilere vermeye çalışıyorlardı. Burada bu öğretilerden sadece birkaçını vermekle yetineceğiz:

Allah Resulü (s.a.a) Azba adlı devesinin üzerinde bize bir hutbe okuyordu ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar, sanki ölüm başkalarına yazılmış ve hak başkalarına vacip olmuş ve sanki ölüler çok yakında yanımıza dönecek yolculardır ve dönüş nişaneleri kabirleridir. Sanki onlardan sonra ölümsüzmüşüz gibi miraslarını yiyoruz. Tüm ibret kaynaklarını unutmuşuz ve tüm zorluk ve kıtlıklardan âmândayız. Ne mutlu onlara ki günahtan başka elde ettikleri her şeyi bağışlarlar, fakihlerle ve bilginlerle otururlar ve miskinlerle ve zayıflarla gidiş gelişleri vardır. Ne mutlu ona ki nefsi zelil, yaratılışı iyi, bâtını da salihtir ve kimseye şerri dokunmaz. Ne mutlu ona ki malının fazlasını bağışlar, sözün fazlasını konuşmaz, sünnetlere amel eder ve bid’atlerden uzak durur.”[8]

Bu rivayette Peygamber (s.a.a) önce ahlâk felsefesi ve ahlâkî eğitimin temellerini söylüyor, sonra da halkı beğenilen ahlâkî davranışları göstermeye çağırıyor. Bu rivayet esasınca Allah’a ve meada, insanın Allah’ın kulu olduğuna ve emirlerini yerine getirmesi gerektiğine, saadetinin bununla mümkün olduğuna, Allah’ın emirlerine uyanların, uymayanlarla bir olmadığına, kıyamet günü Allah’ın kullarını hesaba çekeceğine, iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandıracağına inanç vardır ve bunlar nebevi ahlâk ve ahlâkî eğitimin temelleridirler.

Resulullah’ın (s.a.a) şu siyerine de dikkat edelim. Kays bin Asım şöyle diyor:

Ben-i Temim’den bir toplulukla beraber Peygamber’in (s.a.a) huzuruna çıktık. Peygamber (s.a.a) bana şöyle buyurdu: “Ellerini su ve sidr ile yıka.” Bunu yaparak geri döndüm ve dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, bize bir nasihat ver ki faydalanalım.” Buyurdu ki:

“Ey Kays! Her izzetle beraber bir zillet vardır, her hayatla bir ölüm ve her dünyayla beraber bir ahiret. Her şeyin yanında bir hesaplayan vardır ve her şeyin bir koruyucusu. Her iyi işin bir sevabı vardır ve her kötü işin bir azabı ve her ömür için bir ecel kaydedilmiştir. Ey Kays, seninle beraber mecburen defnedilecek bir yoldaşın vardır ve o canlıdır, sen de onunla defnedileceksin ama ölü olacaksın. Eğer yoldaşın yüce olursa seni yüceltir, eğer alçak olursa seni alçaltır. Sensiz haşrolmayacaktır ve sen de onsuz haşrolmayacaksın. O olmadan senden sorulmayacak ve o olmadan yerinden kaldırılmayacaksın. Öyleyse yoldaşının salih ve layık olmasına dikkat et. Eğer layık olursa ondan başkasıyla yakınlaşmayacaksın ve eğer çirkin olursa ondan başkasından korkmayacaksın. Bu yoldaş senin amelindir.”[9]

Bu rivayette de Peygamber (s.a.a) önce güzel ve latif bir anlatımla ahlâkî eğitimin temellerini ve dünya görüşünü anlatmakta, sonra Kays’ı iyiliğe çağırmakta ve kötü amellerden uzak durmasını tembihlemektedir.

Ahlâkî dünya görüşü sadece ahlâkî basiretin şekil almasında değil, ahlâkî öğretileri ve değerleri uygulamaya yöneltmede de etkilidir. Çünkü sadece değerleri bilmek, kişide onları uygulamak için gerekli isteklendirmeyi sağlamamaktadır. Zira değerlere uygun davranma isteklendirmesinin kökü, varlık âlemine ve insanın bu dünyadaki yaşamına dair temel inançlara dayanır ki bunlar da genellikle dinîdir.

Ahlâkî davranışların önündeki engellerin beyanı ve bunların üstesinden gelme yolları

Ahlâkî basiret ve bilincin şekillenmesinde önemli etkiye sahip yöntemlerden bir diğeri, ahlâkî davranışların önündeki engelleri bilmek ve ortadan kaldırmaktır. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerindeki özelliklerden biri de ahlâkî eğitimde ahlâk ve ahlâkî eğitim engellerine fazlasıyla önem verilmesi, dikkatle açıklanması ve bunlarla mücadele yolları sunulmasıdır. Burada örnek olarak birkaç siyeri nakledeceğiz. İlki Peygamberimiz’in (s.a.a) siyerinden:

“Diriliş gününde halk şu üç tarafın birinden getirilirler: İçine düştükleri dinî şüpheden, meylederek seçtikleri lezzetten veya akrabalık taassubuna göre davranmaktan. Ne zaman dinde şüpheye düşecek olursanız, yakîn ederek ona amel etmekten kaçının, ne zaman şehvet size sunulursa zühd ile kökünü kazıyın, ne zaman (taassup kaynaklı) öfke sizi zahmete sokarsa affederek öfkeyi defedin. Çünkü diriliş gününde münadi Allah’tan bir mükâfat isteyen varsa kalksın diye seslenir ve affedenlerden başkası ayağa kalkmaz. Acaba Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu duymadınız mı? “Affeden ve ıslah edenin ecri Allah iledir.”

Bu rivayette Peygamberimiz (s.a.a) beğenilen davranışlara mani olan üç engelden bahsetmiş ve onlarla savaşma yolu sunmuştur. Üç engel: Dinî meselelerde şüphe, meşru olmayan meyil ve şehvet, akrabalık taassubu. Bu konuda Hz. Ali’nin (a.s) şu buyruğuna teveccüh edelim:

“İki şey halkı mahvetmiştir: Fakirlikten korkmak ve gururlanmak.”[10]

Diğer bir rivayette de şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar, dünya sevgisinden kaçının. Çünkü tüm hataların başlangıcı, tüm belaların kapısı, tüm fitnelerin yoldaşı ve tüm günahlara çağırandır.”[11]

Ahlâkî ve Ahlâkî Olmayan Davranışların Sonuçlarının Beyanı

Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerindeki seçkin yöntemlerden bir diğeri, ahlâkî ve ahlâkî olmayan davranışların sonuçlarının anlatılmasıdır. Birçok konuda halkı faziletlere davet edip kötü huylardan alıkoymanın yanında bunların sonuçlarını da açıklamışlardır. Sadece üç örnek vermekle yetiniyoruz. İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor:

“İsrafın mirası muhtaçlık ve orta yolun mirası ihtiyaçsızlıktır.”[12]

“İffetli olmak ile insanın amelleri (pisliklerden) arınır.”[13]

Diğer bir rivayet de şöyledir:

“İffet ve kanaatten nasiplenenin izzeti de beraberinde olur.”[14]

Ahlâkî ve gayrı ahlâkî davranışların sonucunu bilmenin üç önemli eğitsel etkisi vardır: İlki, öğrencinin ahlâkî basiretini ve bilincini arttırır. İkincisi, ahlâkî olarak doğru karar verme ve seçim yapma gücünü takviye eder. Çünkü yaptığının sonuçlarını bilen kimse onun fayda ve zararlarını daha iyi tartabilir ve ona göre yapıp yapmamayı tercih eder. Üçüncüsü, amelin sonucunu bilmek öğrencide ahlâkî davranışı oluşturur veya kuvvetlendirir. Çünkü insan genellikle yaptığı işlerde kendisi için bir fayda arar. Ahlâkî olmayan davranışın geçici lezzetinin sonsuz zararları olduğunu bilirse kuvvetle muhtemel, onu yapmaktan vazgeçer. Aynı şekilde eğer ahlâkî amelin geçici zahmetinin uzun müddetli faydaları olduğunu bilirse kuvvetle muhtemel onu yapar.

Ahlâkî Hikâyelerin Anlatılması

Ahlâkî basiret ve bilincin geliştirilerek arttırılması için kullanılan araçlardan biri olan hikâye anlatmanın uzun bir geçmişi vardır. Allah Kur’ân-ı Kerim’de bu yöntemi fazlasıyla kullanmış ve ahlâkî faziletleri bu şekilde tasvir etmiştir. Hz. Yusuf’un (a.s) hikâyesi bunlara bir örnektir. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s) de Müslümanların ahlâkî eğitimi için hikâyelerden faydalanmışlardır. Burada bu hikâyelerden üçünü naklediyoruz. İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ben-i İsrailli muhtaç bir adam vardı ve karısı ona rızık araması için ısrar ediyordu. Adama rüyasında şöyle dediler: Helal olan iki dirhemi mi istersin yoksa haram olan iki bin dirhemi mi? Adam “Helal olan iki dirhem” dedi. Adama “İki dirhem başının altında” denildi. Uyandı ve başının altında olan iki dirhemi aldı. Bir dirhemiyle balık satın alarak eve geldi. Karısı onu gördüğünde rahatsız oldu ve yeminle balığa elini sürmeyeceğini söyledi. Adam kendisi kalktı ve balığın karnını yardığında iki tane inci gördü. Onları kırk bin dirheme sattı.”[15]

Bu, İmam’ın (a.s) ailenin geçimini helal yoldan sağlamanın gerekliliğiyle ve bunun bereketiyle ilgili anlattığı bir hikâyedir. Yine diğer bir siyerde İmam Sâdık’tan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir:

“Ben-i İsrailli bir abid, Beni İsrailli bir kadını misafirliğe çağırdı ve ona istek duydu. Ancak ne zaman nefsi bu çirkin işi yapmak için ona vesvese verse bir parmağını ateşe yaklaştırıyordu. Sabaha dek bu durum tekrarlandı. Sonra kadına şöyle dedi: Dışarı çık, ne kötü bir misafirdin.”[16]

Bu hikâye de nefsin iffeti ve nefsin isteklerine karşı koymakla ilgilidir. Karar vermeyle ilgili olan bir başka hikâye de İmam Bâkır’dan (a.s) nakledilmiştir:

“Ben-i İsrailli bir hâkim vardı ve aralarında hak üzere hükmederdi. Ölümü yaklaştığında karısına şöyle dedi: “Öldüğümde bana gusül ver, kefenle ve tabuta koy. Yüzümü de ört ki kötü bir manzarayla karşılaşmayasın.” Öldüğünde kocasının isteklerini yerine getiren kadın, bir müddet geçtikten sonra kocasının yüzünü görmek için kefenini biraz açtı. Birden bir solucanın onun burnunu yediğini gördü ve bu görüntü ile vahşete kapıldı. Gece kocası rüyasına girerek şöyle dedi: “Gördüğün şey senin kardeşinin yüzündendir. Onun birisiyle bir sorunu vardı. Aralarında hükmetmem için benim yanıma geldi. Yanımda oturduklarında dedim ki “Allah’ım, hak karımın kardeşinde olsun, kararım onun faydasına olacak şekilde yön ver.” Davayı incelediğimde gördüm ki kardeşin tamamen haklıdır ve ben de onun lehine, davalının da aleyhine karar verdim. Gördüğün şey, benim, kardeşinin haklı olmasını istememden dolayıdır ki nitekim haklı taraf da oydu.”[17]

Eğitim araştırmaları da ahlâkî içerikli hikâyelerin, ahlâkî eğitimde önemli bir rolü olduğunu isbat etmiştir. Halstead ve Taylor’ın sözlerine göre “birçokları hikâye okumanın hem ahlâkî anlayışı çoğalttığı hem de ahlâkî duyguları arttırdığı inancındadırlar.”[18]

Söylediklerimizden hikâyenin ahlâkî basiret ve bilincin gelişimi ve ilerlemesi üzerinde önemli rolü olduğu aydınlandı. Ama hikâyenin etkisinin nasıl olduğu pek açık değildir. Öyle görünüyor ki ahlâkî hikâyelerin etki etmesinde birkaç etken müessirdir:

İlki, hikâyelerde, diğer yöntemlerde olmayan bir cazibe vardır. Bu da dinleyenlerin gizli ahlâkî mesajlara daha fazla dikkat etmelerini sağlamaktadır.

İkincisi, insan hayatı sıkıntı ve sorunlarla doludur. Kişinin başarısı bu sorunların üstesinden gelebilmesine bağlıdır. Diğer taraftan McIntyre’nin dediği gibi “Ahlâkî faziletler hayatın sorunlarının ve engellerinin üstesinden gelme yollarıdır. Kişi aslında hikâyelerdeki, sorunların ve engellerin üstesinden gelme yöntemleri arasından ihtiyacı olan ahlâkî fazileti öğrenmekte ve içine sindirmektedir.”[19]Üçüncüsü, ahlâkî hikâyelerin etkisi ahlâkî basiret ve bilinç gelişimiyle sınırlı değildir. Öğrencide görüşlerin, sebeplerin, beğenilen ahlâkî davranışların oluşturularak kuvvetlendirilmesi üzerinde de etkilidir. Çünkü hikâyeyi okuyan, Ahmet Medkur’un da söylediği gibi, istemeden ve bilinçsizce kendisini hikâyedeki şahsiyetlerin yerine koymakta ve onların hareketlerini yapmaktadır. Sanki kendisi hikâye kahramanlarının yaptıklarını yapmaktadır. Bunun sonucunda onlarla sevinip onlarla üzülmektedir.

Dördüncüsü, okur istemeden ve kasıtsız olarak kendisini hikâyenin kahramanlarıyla kıyaslamaktadır. Eğer hikâye kahramanları kendisinden daha iyi bir konumdaysalar, kendisi de onların konumunda olabilmeyi istemektedir. Ancak kahramanlar istenmeyen, hoşa gitmeyen bir durumdaysalar kendi durumundan memnun olmakta ve bununla övünmektedir.[20]Ayrıca insanlar ve özellikle de çocuklar, hikâyenin kahramanlarının davranışlarını taklit etmeye çalışırlar.

Bu şekilde, hikâyenin öğrencide hem ahlâkî basiret ve bilinci geliştirdiğini, hem de olumlu ahlâkî isteklendirme ve yöneliş sağladığını söyleyebiliriz.

Ahlâkî Düşünce Eğitimi Yöntemleri

Ahlâkî düşünce gücü eğitiminin, ahlâkî basiret ve bilincin geliştirilmesi ve kuvvetlendirilmesinde önemli bir role sahiptir. Bu güce sahip olan kimse, kolaylıkla değişik şartlar altında ahlâkî vazifesini bilebilir, doğru seçimi yapabilir ve ahlâkî sapkınlıklara düşmekten âmânda olur.

Bu yüzden Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerinde ahlâkî düşünce eğitimi ve gelişimi -“Ahlâkî eğitimin hedefi” konusunda da geçtiği gibi- üzerinde durulan bir konudur. Bunu onaylayan sünnetler de “Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerinde ahlâkî eğitimin nihai hedefi” konusunda işlendi. Bu yüzden burada tekrar etmiyoruz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s) ahlâkî düşüncenin eğitimi ve gelişimi için aşağıda beyan edeceğimiz yolları kullanmışlardır.

Ahlâkî Konular Üzerinde Düşünmenin Teşvik Edilmesi

Düşünmenin insanda yüce bir makamı vardır. Öyle ki bazılarına göre insanı diğer varlıklardan ayıran, düşünme gücüne sahip olmasıdır. İnsanda düşünme, cehaletin dipsiz karanlığından aydınlığa yönelten bir meşale gibidir. İnsanı heva ve hevesin korkunç uçurumuna düşmekten korur. Bu yüzden birçok rivayette Masumlar (a.s) halkı düşünmeye, özellikle de ahlâkî meseleler ve kendi davranışları ve amelleri üzerinde düşünmeye davet etmişlerdir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Sana düşünmeyi tavsiye ediyorum ki sapmanı önler ve amellerini ıslah eder.”[21]

Diğer bir rivayette de şöyle buyuruyor:

Tefekkür, iyiliğe ve (iyilikle) amel etmeye çağırır.”[22]

Yine diğer bir rivayette şöyle buyurduğunu okuyoruz:

“Düşünce, amellerin güzelliğini ve çirkinliğini gösteren bir aynadır.”[23]

Açıktır ki bu rivayetlerde sözü edilen, insanı iyiliğe çağıran, amellerinin iyiliğini ve kötülüğünü gösteren ve amellerini ıslah eden düşünce, ahlâkî davranış ve ameller üzerinde (ahlâkî düşünce) düşünmektir. Çünkü diğer konular üzerinde düşünmenin böyle bir sonucu yoktur. Üstelik Kur’ân-ı Kerim’de de halk, ahlâkî kurallara uymayan ve İlâhî ölçüleri ayakları altına alan kimselerin başlarına gelenlerden ders almaya çağrılmışlardır.

“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da suçlu günahkârların nasıl bir sona ulaştıklarını görün.”[24]

Sonuç olarak bakıldığında Masumlar’a (a.s) göre davranış ve ameller üzerinde düşünmek, amellerin iyiliğini ve kötülüğünü göstermekte ve bu yönüyle ahlâkî düşünme gücünü takviye ederek geliştirmektedir.

Ameli Yapmadan Önce Düşünmenin Teşvik Edilmesi

Bir davranışı göstermeden önce iyiliğini veya kötülüğünü belirlemede ve ahlâkî sapmalara düşmeyi önlemede düşünmenin önemli bir rolü vardır. Bu yüzden birçok rivayette amelden önce düşünmek tavsiye edilmiştir. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:

“Bir adam (s.a.a) yanına geldi ve dedi ki: Bana bir şey öğret. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Halkın elinde olan şeyden ümidini kes ki bu nakit bir güçtür.” Adam “Bana daha fazla söyle” dedi. Resul şöyle buyurdu: “Bir işi yapmaya niyetlendiğinde sonucu üzerinde düşün. Eğer iyi ve hayırlıysa devam et ve eğer kötü ve sapkınlıksa bırak.”[25]

Bu rivayete göre bir işi yapmadan önce üzerinde düşünmek, onun iyiliğini ya da kötülüğünü gösterir ve böylece kişi kötü davranışlara bulaşmaktan kurtulur. Üstelik bunu yapmak, ahlâkî düşünceyi de kuvvetlendirmektedir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Müminin kalbi, dilinin altındadır ve müminin dili, kalbinin altında: Zira mümin ne zaman bir söz söylemek istese üzerinde düşünür. Eğer iyiyse izhar eder ve eğer kötüyse gizler. Ancak münafık diline ne gelirse söyler ve hangi sözün zararına, hangisinin faydasına olduğunu bilmez.”[26]

Yine Hz. Ali (a.s) oğlu İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle tavsiye etmektedir:

“İşlerinin sonu hakkında düşünmeyen kimse onların içine dalar. Gerçekte kendisini günahlara maruz bırakmaktadır. Bir işi yapmadan önce düşünmek, seni pişmanlıklardan korur.”[27]

Ahlâkî Konular Hakkında Tartışmak

Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerinde kullanılan yöntemlerden biri de öğrenciyle ahlâkî konular üzerinde tartışmaktır[28]. Burada bu tartışmalardan bir kaçını naklediyoruz. Ebu İmame şöyle söylüyor:

Bir genç Peygamberimizin (s.a.a) huzuruna gelerek şöyle dedi: Ey Allah’ın Resulü, bana zina etmem için izin ver.” Müslümanlar ona saldırarak onu bu konuşmadan alıkoymak istediler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yakına gel.” Genç yaklaştı ve Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Acaba bu işin annenle yapılmasından hoşlanır mısın?” Genç “Hayır” diye cevapladı. Buyurdu: “Halk da birisinin anneleriyle zina etmesinden hoşlanmaz.” Buyurdu: “Senin kızınla bu işin yapılmasından hoşlanır mısın?” Genç “Hayır” dedi. Buyurdu: “Halk da bu işin kızlarıyla yapılmasından hoşlanmaz.” Buyurdu: “Acaba bu işin kız kardeşinle yapılmasından hoşlanır mısın?” Genç “Hayır” dedi. Buyurdu: “Halk da kız kardeşleriyle zina yapılmasından hoşlanmaz. Acaba bu işin halanla yapılmasından hoşlanır mısın?” Genç “Hayır” dedi. Buyurdu: “Halk da birisinin halalarıyla zina yapmasını istemez. Acaba bu işin teyzenle yapılmasından hoşlanır mısın?” Genç “Hayır” dedi. Buyurdu: “Halk da birisinin teyzeleriyle zina yapılmasından hoşlanmaz.” O sırada elini gencin üzerine koyarak şöyle dedi: “Allah’ım, onun günahını bağışla, kalbini temizle ve ırzını koru.” Ebu İmame şöyle diyor: O genç ondan (duadan) sonra bu işlere ilgi göstermedi.[29]

Yine Emiru’l-Muminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Bir adam Peygamber’in (s.a.a) huzuruna geldi ve şöyle arzetti: “Ey Allah’ın Resulü, eve girerken annemden izin almalı mıyım?” “Evet” diye buyurdu. Adam “Neden ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer onu çıplak görürsen mutlu mu olursun?” Adam “Hayır” dedi. Buyurdu: “Öyleyse izin alarak içeri gir.”[30]

Bu tartışmada Peygamber (s.a.a) önce eve girerken anneden izin istemenin gerekliliğini, sonra da bunun delilini söylemektedir. Adam da böylece ikna olmaktadır. Diğer bir siyerde Ebu Zer şöyle söylüyor:

Fakir Müslümanlar Peygamber’e (s.a.a) şöyle arzettiler: “Cömert kimseler (Başkalarına maddî yardımda bulunan zenginler) tüm sevapları almaktalar. Çünkü bizim gibi namaz kılıyor ve oruç tutuyorlar. Üstüne bir de mallarının fazlasından sadaka veriyorlar.”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah size sadaka imkânını vermedi mi? Her tesbih, sadakadır, her şükür sadakadır, hanımlarınızla ilişkide bulunmanız da sadakadır.” Halk dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü, şehvetimizi gidermemizin de sevabı mı var?” Buyurdu: “Eğer bunu haram yoluyla giderseydiniz günah değil miydi?” “Evet” dediler. Buyurdu: “Öyleyse bunu helal yoldan yaparsanız sevap kazanırsınız.”[31]

Peygamber (s.a.a) tüm bu siyerlerde öğrenciyle tartışıyor ve bu tartışmayla hem öğrenciye ahlâkî değerleri öğretmekte ve onların bilinç düzeyini yükseltmekte, hem de bu yolla ahlâkî düşünce düzeylerini daha yüksek bir merhaleye taşımakta ve dikkatlerini ahlâkî emirlerin o zamana kadar bilmedikleri taraflarına çekmektedir.

Eğitim düşünürleri de günümüzde ahlâkî düşüncenin gelişiminde tartışmanın değerli bir rolü olduğunu anlamışlardır. Bu yöntem ilk olarak Kohlberg tarafından ortaya atılmış, sonra başkaları tarafından da kabul görmüştür. Halstead ve Taylor şöyle diyorlar: “Bu yöntem ilk olarak Kohlberg tarafından, öğrencilerin ahlâkî muhakemesini geliştirmek için ortaya atılmıştı. Şimdi ise çok revaçtadır ve öğrencinin bakışı ve görüşü üzerinde etki bırakabilmek için kullanılmaktadır.”[32]

Söylediklerimizden çıkan sonuca göre Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) siyerinde ahlâkî basiret ve bilincin eğitimi ve gelişimi için iki yöntemden faydalanılmıştır: Öğrenciyi ahlâkî öğretilerle tanıştırma yöntemleri: Ahlâkî esas ve ölçülerin öğretimi, dünya görüşünün ve ahlâkî değerler felsefesinin belirtilmesi, ahlâkî davranış engellerinin ve aşılması yollarının belirtilmesi, ahlâkî davranışların getirisi ve akıbetinin ve ahlâkî hikâyelerin anlatılması konularını kapsamaktadır. Düşünme eğitimi yöntemleri: Ahlâkî meseleler üzerinde düşünmenin teşvik edilmesi, amel etmeden önce düşünmenin teşvik edilmesi ve ahlâkî meseleler hakkında tartışma konularını kapsamaktadır. Şimdi sıra beğenilen ahlâkî adetlerin ve yönelişlerin eğitimi yöntemlerinin incelenmesine geldi.

[1]     Harrânî; Tuhefu’l-Ukul; s. 6.

[2]     Meclisî; Bihâru’l-Envâr, C. 67, s. 78.

[3]     a.g.e., C. 74, s. 170.

[4]     a.g.e., s. 171.

[5]     Deylemî; İrşâdu’l-Kulûb, C. 1, s. 103.

[6]     Harrânî; Tuhefu’l-Ukul; s. 68.

[7]     Meclisî; Bihâru’l-Envâr, C. 75, s. 37.

[8]     Meclisî; Bihâru’l-Envâr, C. 74, s. 177.

[9]     Meclisî; Bihâru’l-Envâr, s. 178.

[10]    Meclisî; Bihâru’l-Envâr, s. 91.

[11]    a.g.e.

[12]    Kuleynî; Kâfî, C. 4, s. 53.

[13]    Amidî; Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kilem, s. 205.

[14]    a.g.e., s. 259.

[15]    Meclisî; Bihâru’l-Envâr, C. 100, s. 29.

[16]    a.g.e., C. 14, s. 492.

[17]    Kuleynî; Kâfî, C. 7, s. 410.

[18]    Halstead ve Taylor; Values in Education and Education in Values, s. 182.

[19]    Elias; Philosophy of Education: Classic and Contemporary, s. 51.

[20]    Medkur; Minhacu’t-Terbiyeti Esasihi ve Mukevvenâtihi, s. 246.

[21]    Amidî; Gureru’l-Hikem Durru’l-Kelem, s. 57.

[22]    Kuleynî; Kâfî, C. 2, s. 55.

[23]    Amidî; Gureru’l-Hikem Dureru’l-Kilem, s. 57.

[24]    Neml, 69.

[25]    Muhaddis Nurî; Mustedreku’l-Vesâil, C. 11, s. 306.

[26]    Nehcü’l-Belağa, 176. Hutbe.

[27]    Muhaddis Nurî; Mustedreku’l-Vesâil, C. 11, s. 306.

[28]    Discussion

[29]    El-Heysemî; Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, C. 1, s. 129.

[30]    Ravendî; El-Nevadir, s. 136, c. 178.

[31]    Muhaddis Nurî; Mustedreku’l-Vesâil, C. 7, s. 263.

[32]    Halstead ve Taylor; Values in Education and Education in Values, s. 180.

Editör: Hasan Bedel