.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Fahrettin Altan

1- Hz. Peygamber’in (s.a.a) Gülümsemesi

Bir gün Resulullah (s.a.a) gülümseyerek göğe bakıyordu, bir adam Hazret’in gülmesinin sebebini sorunca Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Evet, göğe bakıyordum, iki melek, kendi yerinde ibadetle meşgul olan mümin bir kulun gece gündüz yaptığı ibadetlerinin mükâfatını yazmaları için yeryüzüne indiler; fakat onu, hasta olduğundan dolayı ibadetgâhında bulamayınca göğe çıkıp Hak Teala’ya şöyle arz ettiler: Ey Rabbimiz, biz o mümin kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgâhına gittik, fakat onu orada bulamadık, hasta yatağına düşmüştü.”

“Allah-u Teala, o meleklerin cevabında şöyle buyurdu:O mümin kul, hasta yatağında olduğu sürece, her gün ibadetgâhında olduğu zaman ona yazdığınız her günün sevabı miktarınca ona sevap yazın. Hasta yatağında olduğu müddetçe onun hayır amellerinin mükâfatı bana aittir; onun mükâfatını ben vereceğim.” 1

2- Sıraya Riayet Edin

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün Resulullah (s.a.a) istirahat hâlinde idi. Oğlu İmam Hasan su istedi. Resulullah (s.a.a) da bir kaba biraz süt sağıp Hasan’a (a.s) verdi. Hüseyin (a.s) bu durumu görünce sütü almak için yerinden kalktı. Ama Resulullah (s.a.a) ona mani olup sütü Hasan’a verdi. Bu durumu görünce şöyle dedim: “Ya Resulellah! Güya Hasan’ı daha çok seviyorsun?” Resulullah cevaben buyurdu ki: “Hayır, öyle değildir; benim Hasan’ı savunmamın sebebi, öncelik hakkı onun olduğu içindir. Çünkü o, daha önce su istemişti, sıraya riayet etmek gerekir.” 2

3- Resulullah’ın (s.a.a) Ağlaması

Resulullah (s.a.a) bir gece zevcesi Ümm-ü Seleme’nin evinde idi. Gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah’a yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümm-ü Seleme, Resulullah’ı (s.a.a) yatağında görmeyince, kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah (s.a.a) evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah’a şöyle yalvarıp yakarıyor:

“Allah’ım! Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların bana gülme vesilesi kılma, kıskançları bana musallat etme. Allah’ım! Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme. Allah’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten (beladan) koru.”

Ümm-ü Seleme Resulullah’ın (s.a.a) bu durumunu görünce, ağlayarak kendi yerine döndü. Resulullah (s.a.a) Ümm-ü Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip ağlamasının sebebini sordu. Ümmü Seleme şöyle dedi:

“Ya Resulellah! Senin ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah katında olan onca büyük makam ve yakınlığınıza rağmen Allah’tan böyle korkuyorsunuz, Allah’tan bir an bile sizi kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o hâlde vay bizim hâlimize!”

Resulullah (s.a.a) onun sözüne karşılık şöyle buyurdu:

“Nasıl korkmayayım, nasıl ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden korkmayayım, nasıl kendi makam ve mevkiime güveneyim! Oysaki Allah Teala, Hz. Yunus’u bir an kendi hâline bıraktı ve onun başına gelmemesi gereken şey geldi!” 3

4- Âmanın Yanında Hicabı Korumak

Ümm-ü Seleme şöyle diyor:

Peygamber’in (s.a.a) huzurunda idik. Meymune isminde olan hanımlarından birisi de orada idi. Bu esnada âma (kör) olan İbn Ümm-ü Mektum Resulullah’ın huzuruna geldi. Resulullah (s.a.a) bana ve Meymune’ye: “İbn Ümm-ü Mektum’un karşısında hicabınızı (kendinizi) koruyun.”

“Ya Resulallah, o âma değil midir, hicaplı olmamızın ne anlamı vardır?” dediğimizde de şöyle buyurdu: “Siz de mi körsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?” 4

5- Kötü Ahlâklılık Kabir Azabına Sebep Olur

İmam Cafer Sadık (a.s):

Sa’d bin Muaz’ın ölüm haberini Resulullah’a (s.a.a) verdiklerinde, Hazret kalkıp ashabıyla birlikte onun evine gitti. Resulullah’ın emri ile Sa’d’a gusül verdiler. Gusül ve kefenleme işleminden sonra onu bir tabuta bırakıp defnetmek için kabristana götürdüler.

Cenazeyi teşyi ederken Resulullah (s.a.a) yalın ayak ve abasız hareket ediyordu. Kabrin yakınına ulaşana dek bazen tabutun sağ, bazen de sol tarafını tutuyordu. Resulullah’ın (s.a.a) bizzat kendisi kabrin içine girip cenazeyi kabre bıraktı; taş, tuğla ve diğer şeylerin getirilmesini emretti. Daha sonra mübarek elleriyle cenazenin üzerini kapatıp onun üzerine toprak döktü.

Bu esnada Sa’d’ın annesi kabrin kenarına gelerek şöyle dedi: “Ey Sa’d! Cennet sana kutlu olsun!”

Resulullah (s.a.a) bu sözü ondan duyar duymaz şöyle buyurdu: “Ey Sa’d’ın annesi! Sus! Allah adına bu kadar kesin ve yakin ile konuşma. Şimdi Sa’d kabir azabına duçar olmuştur ve bundan dolayı eziyet görür.”

Daha sonra kabristandan geri döndüler. Hz. Peygamber’le birlikte olan halk şöyle dedi: “Ya Resulellah! Sa’d için yaptığın işleri şimdiye kadar hiç kimse hakkında yapmamışsınız. Yalın ayak, abasız onun cenazesini teşyi ettiniz; tabutun bazen sağ, bazen de sol tarafından tuttunuz !”

Resulullah (s.a.a) onların cevabında şöyle buyurdu:

“Melekler de abasız ve ayakkabısız idiler; ben de onlara uydum. Elim Cebrail’in elinde olduğundan dolayı o tabutun neresinden tutuyorduysa ben de o tarafından tutuyordum.”

Ashap bu sözleri duyunca şöyle dediler:

“Ya Resulellah ! Sa’dın cenazesine namaz kıldınız, mübarek ellerinizle onu kabre bıraktınız, kabri kendi elinizle düzelttiniz, yine de kabir Sa’d’ı sıktı mı diyorsunuz?”

Resulullah (s.a.a) cevaben: “Evet, kabir azabına duçar oldu. Çünkü o, evinde kötü ahlâklı idi, kabir azabı bundan dolayı idi.” 5

6- Bereketli On Dirhem

Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından ona bir gömlek almak için çarşıya gitmekle görevlendi. Hz. Ali (a.s) de çarşıya gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döndü.

Resulullah (s.a.a): “Bu gömleği kaça aldın?” diye sordu.

Hz. Ali: “On iki dirheme.” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Öyleyse bu gömleği sevmiyorum, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?” buyurdu.

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: Gömleği alıp çarşıya döndüm, Peygamber’in isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı alıp Peygamber’in (s.a.a) yanına döndüm. Bir gömlek almak için Resulullah (s.a.a) ile birlikte çarşıya doğru hareket ettik. Yolun yarısında Resulullah’ın (s.a.a) gözü, ağlayan bir cariyeye ilişti. Resulullah (s.a.a) onun yanına gidip: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cariye şöyle dedi: “Sahibim bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum, şimdi de eve dönmekten korkuyorum.”

Resulullah (s.a.a) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve “İstediğin şeyleri al ve eve dön.” diye buyurdu.

Resulullah (s.a.a) Allah’a şükredip çarşıya doğru hareket etti, çarşıdan dört dirheme bir gömlek alıp giydi. Eve döndüğünde, yol üzerinde bir çıplağı görünce gömleğini çıkarıp ona verdi. Kendisi tekrar çarşıya geri döndü, yine dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti. Yolun yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın bir hâlde gördü. Bunun üzerine: “Neden hâlâ eve gitmedin?” diye sordu.

Cariye: “Ya Resulellah, gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum.” dedi.

Resulullah:“Gel birlikte gidelim, evi bana göster, affetmeleri için aracı olurum.” buyurdu.

Resulullah (s.a.a) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Eve vardıklarında cariye: “İşte bu evdir.” dedi.

Resulullah (s.a.a) kapının arkasından yüksek bir sesle:“Ey ev sahibi! Selamun aleykum” dedi. Bir cevap gelmedi. Tekrar ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadı. Üçüncü kez bir daha selam verdiğinde: “Aleyke’s-selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh” diye cevap verdiler.

Resulullah (s.a.a): “Neden ilk defa cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadınız mı?” diye sordu.

Ev Sahibi: “İlk defasında duyduk, senin olduğunu bile anladık.” dedi.

Resulullah (s.a.a): “ Öyleyse neden geç cevap verdiniz?” diye sordu.

Ev sahibi: “Senin sesini birkaç defa duymak istedik.” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muaheze etmemeniz (cezalandırmamanız) için size ricaya geldim.” dedi.

Ev sahibi: “Ya Resulullah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu cariye artık şimdiden azattır (hürdür).” dedi.

Daha sonra Resulullah (s.a.a) kendi kendisine şöyle dedi: “Allah’a şükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü, bir köleyi ise azat etti.” 6

7- Ya Resulullah, Bana Tavsiye Et!

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:

Birisi Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna gelerek kendisine tavsiye etmesini istedi. Resulullah (s.a.a) ona şu tavsiyelerde bulundu:

“Benim sana tavsiyem şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile Allah’a şirk koşma.”

“Annene ve babana eziyet etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.”

“İhtiyacından fazla kalan malını din kardeşinin ihtiyarına bırak.”

“Müslüman kardeşinle karşılaştığında açık yüzlü ol.”

“Halka ihanet etme.”

“Gördüğün her Müslümana selam ver.”

“İnsanları İslâm’a doğru davet et.”

“Bil ki, her sorunu çözmenin (sıkıntısı olanın sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakub’un oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır.”

“Bil ki, şarap ve her sarhoş edici şey de haramdır.”7

8- Yetimler İçin Ağlamak

Uhud Savaşı’nda İslâm savaşçılarından çoğu şahadete erişti, Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü. Hatta Hz. Peygamber’in (s.a.a) bile şehit olduğu haberi yayıldı.

Savaş sona erdikten sonra, Medine kadınları Uhud’a doğru hareket edip Peygamber’i (s.a.a) karşılamaya koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp Peygamber’i sorup arıyordu.

Bu arada Cehş’in kızı Zeynep Peygamber (s.a.a) ile karşılaştı.

Hz. Peygamber: “Sabırlı ve tahammüllü ol!” dedi.

Zeynep: “ Niçin?” diye sordu.

Hz. Peygamber: “Kardeşin Abdullah’ın şahadetinden dolayı.” diye buyurdu.

Zeynep: “Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!” dedi.

Hz. Peygamber: “Sabret!” dedi.

Zeynep: “Ne için?” dedi.

Hz. Peygamber: “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı.” diye buyurdu.

Zeynep: “Biz hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na doğru döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!” dedi.

Resulullah (s.a.a) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu: “Sabırlı ol!”

Zeynep: “Şimdi niçin?” diye sordu.

Resulullah:”Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı.” diye buyurdu.

Zeynep bu sözü duyunca yüksek bir sesle ağladı ve can yakıcı bir şekilde sızladı.

Zeyneb’e: “Neden kocan için böyle ağlıyorsun?” diyenlere ise şöyle cevap verirdi: “Ağlamam kocam için değildir. Çünkü o Peygamber’in (s.a.a) yanında şahadet makamına erişmiştir. Benim ağlamam onun yetimleri içindir. Zira eğer çocuklar babalarını benden sorarlarsa, onlara ne cevap vereyim?!”8

9- Dostlarla Müdara

Ebu Hureyre şöyle diyor:

Resulullah (s.a.a) bir gün oturduğu yerde birden dişleri görülür bir şekilde güldü. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda da şöyle buyurdu:

“Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracak; onlardan biri diyecek ki: ‘Allah’ım! Benim hakkımı ondan al!’ Allah Teala buyuracak ki: ‘Kardeşinin hakkını ver!’ Borçlu adam arz edecek ki: ‘Allah’ım! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır. (Ona verecek dünyevî bir malım da yoktur.)’ Hak sahibi de: ‘Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!’ diyecek.”

Sonra Resulullah (s.a.a) gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdu:

“O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun? O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle: ‘Allah’ım! Bunlar kimin içindir?’ diyecektir. Allah Teala: ‘O hakkın değerini bana veren kimse içindir.’ buyurur. Hak sahibi: ‘O hakkın değerini kim sana ödeyebilir?’ diye sorar. Allah Teala: ‘Sen.’ diye cevap verir. Hak sahibi: ‘Ben nasıl ödeyebilirim?’ diye sorar. Allah Teala: ‘Ondan geçmenle (hakkını bağışlamanla).’ diye cevap verir. Hak sahibi: ‘Allah’ım! Ondan geçtim.’ der. Daha sonra Allah Teala: ‘Dini kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin!’ buyuracak.”

Ardından Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Takvalı olun, birbirinizin arasını bulun!”9

10- Çaba veya Zengin Olma Yolu

Ashaptan birisi bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gitti. Oraya ulaştığında Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydu:

“Kim bizden bir şey isterse veririz. Ama kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.”

Adamcağız Resulullah’ın (s.a.a) bu sözünü duyunca, bir şey istemeden Hazret’in huzurundan ayrıldı. İkinci kez yine Resulullah’ın yanına gelip aynı sözü duyup bir şey isteyemeden evine geri döndü. Üçüncü kez de Resulullah’tan aynı sözü duyunca, yine bir şey isteyemeden evine geri döndü.

Sonra komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıktı, bir miktar odun toplayıp pazara götürerek bir buçuk kilo arpaya odunları sattı. Elde ettiği arpayı, ekmek yaparak ailesiyle birlikte yediler. Adam yılmadan bu işine devam etti. Sonra biriktirdiği paralarla önce bir balta aldı, sonra da elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle satın aldı, böylece durumu düzelip zenginleşti. Daha sonra Resulullah’ın yanına giderek macerayı Hazret’e anlattı. Resulullah (s.a.a) onun sözünü dinledikten sonra şöyle buyurdu:

“Demedim mi kim bizden bir şey isterse ona veririz, ihtiyaçsız olmaya çalışırsa Allah onu ihtiyaçsız kılar?!”10

11- Zühdü

Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a) yerde yemek yerdi, kul gibi otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi, elbisesini kendisi yamardı, eğersiz merkebe binerdi; biri daha varsa ardına bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı; zevcelerinden birine: ‘Şunu kaldır; zira ona baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum.’ buyurmuştu. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu anmayı hatırından geçirmezdi. Dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki, ne gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne de üstüne oturacağı bir sergisi.”11

12- Emanettarlığı

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyordu:

“Emanetleri sahiplerine geri verin; çünkü Resulullah (s.a.a) iğne ve ipliği bile sahibine geri verirdi.” 12[54]

13- İsmi

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:

“Evladınızın ismini Muhammed koyduğunuzda ona ihtiram edin, meclislerde ona yer açın, ona surat asmayın.”13

İmam Cafer Sadık (a.s) da şöyle buyurdu:

“Bizim bir evladımız olduğunda, onun ismini mutlaka Muhammed koyarız; yedi gün geçtiğinde istesek değiştiririz, istemesek aynen öyle kalır.”14

14- Peygamber’e (s.a.a) Salâvat

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salât etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.”15

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Peygamber (s.a.a) anıldığında, ona çok salât edin. Çünkü kim ona bir defa salât ederse, Allah-u Teala ona bin salât eder...”16

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Kim bana bir yazıda salât yazarsa, ismim o yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak ona mağfiret dilerler.” 17

Salâvat çeşitli şekillerde söylenebilir, ama en meşhur olanı, teşehhütte de sürekli söylediğimiz şu cümledir: “Allahumme salli ala Muhammed’in ve Âl-i Muhammed.”

Şunu da hatırlatalım ki, Peygamber’in Âl’ini (Ehlibeyt’ini) söylemeksizin ona salât etmek, yani Sallallahu aleyhi ve sellem demek doğru değildir. Hazret’in kendisi böyle bir salâvatı nehyetmiş ve onu doğru bilmemiştir. Doğrusu şudur: “Sallallahu aleyhi ve Âlihi ve sellem”

Allah’ım! Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salât eyle ve onların ferecini yakınlaştır.

15- Tevazuu

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a) bir eve girdiğinde, meclisin en aşağı kısmında otururdu.”18

Enes bin Malik şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) hastaların ziyaretine giderdi, cenazeleri teşyi ederdi, kölenin davetini kabul ederdi, merkebe binerdi; Hayber, Benî Kureyza ve Beni’n-Nadîr günü (onlarla savaştığı günler) yularlı bir merkebe binmişti, altında liften bir palan vardı.”19

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Resulullah (s.a.a), peygamberliğe seçildiği günden dünyadan göçene dek, bir yere dayanarak yemek yemedi, köleler gibi yemek yerdi, onlar gibi otururdu.”

Neden böyle yapıyordu dediklerinde: “Allah Teala’ya tevazu etmek için.” buyurdu.20

İmam Cafer Sadık (a.s) Resulullah’ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Şu beş şeyi hayatta olduğum müddetçe terk etmeyeceğim: Yerde kölelerle yemek yemeyi, çıplak merkebe binmeyi, kendi ellerimle keçi sağmayı, yün elbise giymeyi ve çocuklara selam vermeyi. Bu işleri yapıyorum ki, benden sonra bunlar, sünnet hâline gelsin.”21

16- Sabrı

Emirü’l-Müminin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

Bir Yahudinin Resulullah’tan (s.a.a) birkaç dinar alacağı vardı. Hazret’ten o parayı istedi. Resulullah (s.a.a): “Ey Yahudi, şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur.” buyurdu. Yahudi: “Ya Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım!” dedi. Resulullah (s.a.a) cevaben: “Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!” buyurdu.

Resulullah (s.a.a) onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah’ın (s.a.a) ashabı o Yahudiyi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.a) onlara bakıp şöyle buyurdu: “Onunla ne işiniz vardır?” Ashap: “Ya Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!” Resulullah (s.a.a) onlara cevap olarak: “Allah Teala beni, bir zimmî veya başka birisine zulüm yapmak için göndermemiştir.” buyurdu.

Gün yükseldiğinde Yahudi adam şöyle dedi: “Allah’tan başka bir ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ediyorum; malımın bir şatrı (yarısı) Allah yolu içindir. Allah’a andolsun ki, sana karşı böyle davranmam, sırf senin Tevrat’taki vasfını sende görmem içindi. Ben senin Tevrat’taki vasfını okumuştum. Onda şöyle yazılmıştı: “Abdullah oğlu Muhammed Mekke’de dünyaya gelecektir, Tıybe’ye (Medine’ye) hicret edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövmez ve çirkin söz ağzına almaz.” Ben Allah’tan başka bir ilâhın olmadığına, senin de O’nun elçisi olduğuna şahadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede emretmişse onu orada harca.”22

17- Cesareti

Hz. Ali’den (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Bedir Savaşı’nda biz (zora düştüğümüzde) Resulullah’a sığınıyorduk. O, düşmana hepimizden daha yakındı. Hazret o gün herkesten daha güçlü idi.”23

Enes bin Malik şöyle rivayet etmiştir :

“Resulullah (s.a.a), insanların en güzeli ve en cömerdi ve en cesuruydu. Bir gece Medine halkı bir ses işitti ve dehşete kapıldı. Halktan bir grup sesin geldiği yöne hareket etti. Peygamber onlardan daha önce sesin geldiği doğru harekete etmişti. Ebu Talha’nın çıplak atına binmiş, kılıcını da boynuna asmış olduğu bir hâlde geri dönüyor ve onlara şöyle buyuruyordu. Korkmanıza sebep olacak bir şey yok, korkmanıza sebep olacak bir şey yok.”24

18- Ümmetine Karşı Şefkati

Enes bin Malik şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a), ashaptan birini üç gün görmediğinde, onu sorup araştırırdı; eğer sefere gitmiş olsaydı, onun hakkında dua ederdi; hasta olduğunu öğrenirdiyse de, hemen onun ziyaretine giderdi.”25

İbn Abbas şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) konuştuğunda veya ondan bir şey sorduklarında, iyice kavramaları için sözünü üç defa tekrarlardı.”26

Cerir bin Abdullah da şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a), evlerinden birine girdi. Derken o ev (ashapla) dolup taştı, ben de evin dışarısında oturdum. Resulullah (s.a.a) beni görünce, elbisesini büküp bana atarak: “Onun üzerinde otur.” buyurdu. Ben de onu yüzüme sürüp öptüm.”27

Selman-i Farisî de şöyle diyor:

“Bir gün Resulullah’ın (s.a.a) evine gittim. Hazret bir yastığa dayanmıştı, derken onu yaslanmam için bana atarak şöyle buyurdu: “Ya Selman! Kim bir Müslüman kardeşinin yanına gittiğinde, kardeşi ona ikramda bulunur ve rahat etmesi için ona yastık verirse, Allah Teala onun günahlarını bağışlar.” 28

Cabir bin Abdullah da şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) yirmi bir savaşa katıldı. Ben o savaşlardan on dokuzuna bizzat kendim şahit oldum, ama ikisine katılamadım. Bazı savaşlarda Hazret’le beraberdim. Bir gece altımdaki devem çöktü, artık hareket etmedi. Resulullah (s.a.a) insanların en arkasında hareket ediyordu. Güçsüz insanları arkasına bindirip onlar için dua ediyordu. Bana yetiştiğinde, benim ah vah ettiğimi görünce: ‘Bu adam kimdir?’ diye sordu. Ben: ‘Anam babam sana feda olsun ya Resulellah, ben Cabir bin Abdullah’ım.’ dedim. ‘Ne olmuş?’ diye sordu. ‘Devem yorulmuştur, artık hareket etmiyor.’ dedim. Resulullah (s.a.a): ‘Asan var mı?’ diye sordu. ‘Evet, vardır.’ dedim. Hazret o asayla deveyi kaldırdı, onu sürdü ve daha sonra onu yatırıp: ‘Bin.’ dedi. Ben de ona binip o deveyle hareket ettim; öyle ki benim devem diğerlerinden öne geçiyordu. O gece Resulullah (s.a.a) yirmi beş defa bana mağfiret diledi. Daha sonra: “Baban Abdullah’ın ne kadar evladı vardır, acaba borcu da var mıdır?” diye sordu...”29

19- Oturuşu

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a) oturduğunda genellikle kıbleye doğru otururdu.”30

Bir gün adamın birisi camiye girdi, Resulullah (s.a.a) ise yalnız oturmuştu. Hazret o adam için yer açtı (veya kendisini toparladı). O adam Resulullah’ın bu hareketini görünce: “Ya Resulellah! Yer geniştir.” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Müslümanın, Müslüman kardeşinin üzerindeki olan hakkı, onun kendi yanında oturmak istediğini gördüğünde onun için yer açmasıdır (veya kendisini toparlamasıdır).”31

20- Yemek Yiyişi

Mevalidu’s-Sadikayn kitabında şöyle yazılmıştır:

Resulullah (s.a.a) yemek yerken ailesi ve hizmetçisiyle birlikte yiyordu; onu davet eden bir kimseyle yemek yediğinde de onların yediğinden yiyordu. Bir misafir geldiğinde de misafiriyle birlikte yemek yiyordu. Önüne sofra açıldığında da şöyle diyordu: “Bismillah, Allahumme-c’alha ni’meten meşkureh, tesilu biha ni’mete’l-cenneh. (Allah’ın adıyla, Allah’ım onu (o yemeği) şükredilmiş nimet kıl ve bizi onunla cennet nimetine kavuştur.)

Yine yemek yediğinde kendi önünden yerdi, namaz kılanın namazda oturduğu gibi dizlerini ve ayaklarını toparlayarak otururdu; fakat bir dizi diğerinden yüksekte idi. Şöyle buyuruyordu: “Ben kullar gibi yemek yiyorum ve onlar gibi oturuyorum.”

Sıcak yemek yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve şöyle buyuruyordu: “Allah Teala bize sıcak yiyecek vermemiştir, sıcak yemeğin bereketi yoktur. Öyleyse onu soğutun.”

Resulullah (s.a.a) üç parmakla yemek yerdi; kendi önündekinden yerdi, başkalarının önündekilerden yemezdi; sağ eliyle yerdi, yemeklerden etli yemeği daha çok severdi ve “Et duyu ve görü gücünü artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür.” buyuruyordu.

Kabağı da severdi; “Kabak, kardeşim Yunus’un ağacıdır.” diyordu. Ama sarımsak ve soğan yemezdi. Karpuz ve özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne sürerdi. Mümkün olduğu kadar yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashaba:“Sizin en kötü olanınızı size bildireyim mi?” diye sordu. Ashap: “Evet.” dediklerinde şöyle buyurdu: “Sizin en kötünüz; yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve yardımını esirgeyendir.” 32

21- Su İçişi

Resulullah (s.a.a) su içmek istediğinde: “Bismillah” derdi, suyu yudum-yudum içerdi, bir iki yudum içtikten sonra durup Allah’a hamd ederdi. Her su içmesinde üç defa “Bismillah”, üç defa da “Elhamdülillah” derdi. Suyu emerek içerdi, bir solukta içmezdi. Bir şey içtiğinde solumaz, solumak istediğinde kabı ağzından uzaklaştırırdı, sonra nefes alıp verirdi. Avucuyla da su içerdi ve “Avuçtan daha güzel kap yoktur.” buyururdu.

Bir gün Allah Resulü’ne bir kap süt ve balla karıştırılmış şerbet getirildi. Allah Resulü onu içmekten sakındı ve şöyle buyurdu: “Ben bunun içilmesini haram etmiyorum, ama ben böbürlenmek ve yarın kıyamet günü dünyanın fazlalıkları sebebiyle hesaba çekilmek istemiyorum. Ben mütevazı olmayı seviyorum. Zira her kim Allah için mütevazı olursa, Allah onu yüceltir.” 33

22- Güzel Koku Sürmesi

Resulullah (s.a.a) kendisine misk ve amber sürerdi; öyle ki onun yağı başında parlıyordu. Karanlık gecede kendisi görülmeden kokuyla tanınırdı; “Bu, Peygamber’dir.” diyorlardı.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), yemeğe harcadığından daha çok güzel kokuya harcardı.” 34

İmam Muhammed Bâkır (a.s) da buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a) kendisine sunulan her güzel kokuyu kullanır ve şöyle buyururdu: Onun kokusu güzel, taşıması kolaydır. Benim lezzetim... güzel kokudadır; güzümün ışığı ise namaz ve oruçtadır.”35

23- Aynaya Bakması

Resulullah (s.a.a), aynaya bakarak saçını tarayıp düzeltirdi, bazen de suya bakarak bu işi gapardı. Ailesine süslenmekten daha çok ashabı için kendisine çeki-düzen verirdi. Bir gün Aişe Resulullah’ın (s.a.a) kovadaki suya bakarak saçını tarayıp düzelttiğini görünce, şöyle dedi: “Babam anam sana feda olsun ya Resulullah! Kovadaki suya bakıp da saçını mı tarayıp düzeltiyorsun? Oysa sen peygamber ve yaratıkların en üstünüsün?” Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle buyurdu:

“Allah-u Teala, kulunun, kardeşlerinin yanına gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini seviyor.”36

24- Elbise Giyişi

Resulullah (s.a.a) yeni bir elbise giydiğinde Allah’a hamd ederdi, çıkardığında ise önce sol kolundan çıkarırdı. Daha sonra bir fakiri çağırarak eski elbiselerini ona verirdi. Resulullah’ın (s.a.a) iki elbisesi vardı; biri cuma gününe mahsustu, diğeri ise başka günler içindi. Resulullah’ın (s.a.a) bir bezi ve bir de mendili vardı, abdestten sonra o mendille yüzünü kurulardı. Mendil olmadığında ise üzerindeki ridasının (abasının) bir tarafıyla bu işi yapardı.37

Bazı hadislerde ise abdestten sonra yüz ve ellerin havlu veya mendille kurulanmamasının müstahap olduğu zikredilmiştir. Hatta İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen hadise göre böyle bir abdesttin sevabının diğerine nispet otuz kat daha fazla olduğu da vurgulanmıştır. Ama Ayetullah Hameneî gibi bazı müçtehitlerin fetvasınca; abdestten sonra el ve yüzlerin, insanın kendisine mahsus olan havlu veya mendille kurulamasının hiçbir sakıncası yoktur.

25- Davranışı

İmam Cafer Sadık (a.s):

“Bir gün bir Yahudi, Resulullah’ın (s.a.a) yanına gelerek “Selamun aleykum”yerine “Sam’un aleykum” (Ölüm size) dedi. Aişe de Resulullah’ın yanında idi. Resulullah (s.a.a) ise ona “Aleyke” (Sana) diye cevap verdi. Daha sonra başka birisi gelip aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) de onun arkadaşına verdiği cevabın aynısını ona da verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o da aynı sözü dedi ve arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Aişe sinirlenip şöyle dedi: “Ölüm, gazap ve lanet size olsun ey Yahudi topluluğu, ey maymun ve domuzun kardeşleri!”

Resulullah (s.a.a) Aişe’ye şöyle buyurdu: “Ya Aişe! Eğer sövmek tecessüm etseydi, kötü tecessüm ederdi; yumuşaklık neye bırakıldıysa onu süsledi ve onun makamını yüceltti.”

Aişe: “Ya Resulullah! Onların: ‘es-Samu aleykum (Ölüm size!)’ dediğini duymadınız mı?” dediğinde de Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Evet duydum, ama onlara verdiğim cevabı sen duymadın mı? ‘Aleykum (Size)’ diye cevap verdim. Eğer bir Müslüman size selam verirse ‘es-selamu aleykum’ diye cevabını verin; ama eğer bir kâfir selam verirse sadece ‘aleykum’ söyleyin.” 38

Bahru’s-Sakka şöyle diyor:

Bir gün İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu: “Ey Bahr! Güzel ahlâk insanı mesrur eder (neşelendirir).”

Daha sonra da buyurdu ki: “Medine halkından birisinin elinde olan hadisi sana söyleyeyim mi?”Ben de: “Evet buyurun.” dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Bir gün Resulullah (s.a.a) camide oturmuştu. Ensardan birisinin cariyesi gelip Resulullah’ın elbisesinin bir kenarından tuttu, Resulullah da onun için ayağa kalktı; ama bir şey demedi, o cariye de bir şey demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı, dördüncü defasında yine Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı, o cariye bu defasında Hazret’in arkasında yer almıştı. Derken Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip götürdü.”

“Halk o cariyeye: ‘Allah belanı versin, bu yaptığın iş ne idi? Resulullah’ı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de ona söylemedin, o da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?!’ Cariye cevaben şöyle dedi: Bizim bir hastamız vardır. Hastanın şifa bulması için ailem, Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip onlara götürmemi benden istedi. Ben de Resulullah’ın elbisesinden tutup ondan biraz kesmek istediğimde beni görüp ayağa kalktı. Ben de o beni gördüğü hâlde onun elbisesinden bir şey kesmekten utandım ve onunla konuşmak da istemiyordum! Bundan dolayı öyle yaptım.”39

26- Musafahası

Resulullah (s.a.a) bir kimseyle musafaha ettiğinde (tokalaştığında), tokalaştığı adam elini çekmedikçe, Hazret elini bırakmazdı; insanlar bunun farkına vardıklarında ise rahat etmesi için elini diğer eliyle onun elinden çıkarırlardı.40

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Bir gün Resulullah (s.a.a) Huzeyfe ile karşılaştı, ona elini uzattı, o da elini geri çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce: ‘Ey Huzeyfe! Ben elimi sana uzattım, sen ise elini geri çektin!’ buyurdu. Huzeyfe cevaben şöyle dedi: ‘Ya Resulellah! Benim senin eline rağbetim vardır (onu tutmak istiyorum); ama ben cenabetliyim, cenabetli olduğum hâlde elimin senin eline dokunmasını sevmiyorum.’ Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: Müslümanlar birbirleriyle karşılaşırken musafaha ettiklerinde günahlarının, ağacın yapraklarının dökülmesi gibi döküldüğünü bilmiyor musun?” 41

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Birbirinizle karşılaştığınızda, selâm verin ve musafaha edin; ayrıldığınızda ise birbirinize mağfiret dileyerek ayrılın.”42

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Musafaha edin; çünkü musafaha kinleri giderir.”43

Yine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Kadının, mahrem olmayan bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) caiz değildir; bir elbisenin arkasından olursa (sıkmamak şartıyla) o başka.”44

27- Oruç Tutuşu

İmam Cafer Sadık (a.s):

“Resulullah (s.a.a) peygamberliğe seçildiğinde o kadar oruç tutuyordu ki halk: “Peygamber iftar etmiyor.” diyorlardı. Daha sonra bir gün oruç tutup bir gün iftar etmeye başladı. Daha sonra pazartesi ve perşembe günlerini oruç tutuyordu. Daha sonra ayda üç gün oruç tutmaya başladı: Ayın ilk perşembesini, orta çarşambasını ve son perşembesini. Ve şöyle buyuruyordu: Bu şekil oruç tutmak, bütün günleri oruç tutmakla eşittir.” 45

Anbeset’ul- Abid şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a) ömrünün sonuna dek şaban ve ramazan ayının oruçlarını tutardı ve her ayda üç gün oruç tutmayı ise ihmal etmezdi. Şöyle ki ayın ilk perşembesini, ortasındaki ilk çarşambayı ve son perşembesini oruç tutmakla geçirirdi.”46

28- Şakası ve Gülüşü

İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Peygamber (s.a.a) insanları sevindirmek için onlarla şaka yapardı.”47

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:

“Ben şaka yapıyorum, ama hakkın dışında bir şey söylemiyorum.” 48

Muammer bin Hallad şöyle diyor:

“Bir gün Hz. Ali’ye (a.s): ‘Canım sana feda olsun, insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında bazı sözler geçiyor, espri yapıp gülüyorlar.’ dedim. İmam (a.s): ‘Eğer olmazsa sakıncası yoktur!’ buyurdu. İmam’ın: ‘Eğer olmazsa’ sözünden, sövmek ve yalanın olmamasının gerektiğini düşündüm. (Yani incitici ve yalan sözler içermezse, sakıncası yoktur.)”

“Daha sonra buyurdu ki: Resulullah’ın (s.a.a) yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye veriyordu, yerinden hareket etmeden: ‘Hediyemin değerini ver.’ diyordu. Resulullah (s.a.a) da gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli olduğunda: ‘Göçebe Arap ne yaptı? Keşke yine yanımıza gelse!’ buyuruyordu.49

Bir gün ihtiyar bir kadın, Resulullah’a: “Cennete girmem için bana dua ediniz” der. Resulullah (s.a.a): “Yaşlı kadınlar cennete girmez!” buyurur. Kadın bu sözü duyunca ağlamaya başlar., Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle buyurur: “Allah Teala’nın şu sözünü duymamış mısın?: ‘Gerçek şu ki, biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık.’50 Yani Allah Teala onları gençleştirir.”51

Yine bir gün Resulullah (s.a.a) Eşce’ kabilesine mensup yaşlı bir kadına: “Ey Eşceî! Yaşlı kadın cennete girmeyecektir.” buyurur. Bilal onun ağladığını görünce, durumunu Resulullah’a iletir. Bunun üzerine Resulullah: “Zenci de öyledir; o da cennete girmeyecektir.” buyurur. Hazret’in bu sözünden dolayı Bilal ile kadın oturup ağlamaya başlarlar. Bu esnada Abbas onların ağlamalarını görür ve durumlarını Resulullah’a anlatır. Resulullah (s.a.a) Abbas’a da: “Yaşlı erkek de öyledir, o da cennete girmeyecektir.” buyurur. Abbas da ağlamaya başlar. Ardından Resulullah (s.a.a) onlara dua edip kalplerini hoş eder ve şöyle buyurur: “Allah-u Teala onları daha güzel bir şekilde yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete gireceklerdir.” 52

Bir gün bir kadın Resulullah’ın (s.a.a) yanına gelerek kocasından söz eder. Resulullah (s.a.a): “Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan mıdır?” diye sorar. Kadın: “Hayır, gözlerinde beyazlık yoktur.” der. Kadın Resulullah’ın bu sözünü kocasına anlatır, kocası da: “Resulullah şaka yapmış, doğru söylemiştir; acaba gözümün beyazlığının, siyahından daha çok olduğunu görmüyor musun?” der.53

Halid-i Kasrî’nin dedesi bir kadını öper. Kadın da gidip onu Resulullah’a şikâyet eder. Adamı çağırdıklarında, kadının sözünü teyit ederek şöyle der: “(Evet, doğru diyor, ben onu öptüm.) Eğer kadın kısas yapmak istiyorsa, (ben hazırım,) gelsin kısas yapsın!” Resulullah (s.a.a) ve ashabı da onun bu sözünden dolayı gülerler. Ardından Resulullah (s.a.a) o adama: “Sakın bir daha bu işi yapma!” buyurur. O da: “Vallahi, yapmayacağım!” der. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun suçunu affeder.54

Bir gün Resulullah (s.a.a) Suheyb’in hurma yediğini görür. Ona:“Gözün ağrı yaptığı hâlde hurma mı yiyorsun?” der. Suheyb: “Ya Resulullah! Ben onu bu tarafından çiğniyorum, oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor!” der. Onun bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) güler.55

Yunus-i Şeybanî şöyle diyor: İmam Cafer Sadık (a.s) bana: “Birbirinizle espri ve latife yapıyor musunuz?” diye sordu. Ben de: “Çok az.” dedim. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş güzel ahlâkın nişanesidir, sen bununla kardeşini sevindirmiş olursun. Resulullah (s.a.a) dz birini sevindirmek ve neşelendirmek için onunla espri ve latife yapardı.”56

Bu arada Ehlibeyt İmamları birçok hadiste de halkı şaka yapmaktan sakındırmışlardır. Hatta “Şaka küçük bir sövgüdür.” buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme, başkalarını incitme, onlara gülme ve saçma-sapan sözler içerirse, kesinlikle böyle bir şaka doğru değildir ve yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş etmek, onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için espri ve latife yoluyla yapılmış olursa, bunun sevabı bile vardır.

29- Adap ve Ahlâkı

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin.”57

Yine buyuruyor ki:

“Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderlerdi.”58

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a) konuştuğunda, bakışlarını ashabı arasında bölerdi, herkese eşit olarak bakardı.” 59

Yine İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), kesinlikle ayaklarını ashabının önünde uzatmazdı.”60

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a), daima güler yüzlü, yumuşak huylu ve mütevazı idi; kaba, sert, bağıran, sövüp sayan, ayıp arayan ve boş yere çok öven birisi değildi.” 61

Yine İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.a) bir eve gittiğinde, en aşağı kısımda otururdu.”62

İbn Şehraşub, Menakıb kitabında şöyle diyor:

Bazı âlimler, Resulullah’ın (s.a.a) adap ve ahlâkını hadislerden derleyerek bir araya toplamışlardır; onlar şunlardır:

Resulullah (s.a.a) herkesten daha hakîm, daha halîm, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine helâl olmayan kadına asla dokunmamıştır. İnsanların en cömerdi idi; hiçbir dirhem ve dinar onun yanında kalmadı; eğer bir şey artmış olsaydı ve onu da verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allah’ın verdiği rızktan, bir yılın azığından çok götürmezdi; hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için alırdı, geri kalanını Allah yolunda harcardı. Kim ondan bir şey isteseydi, ona bağışta bulunurdu. Yerin üzerinde otururdu; yerin üzerinde yatardı, yerin üzerinde yemek yerdi. Ayakkabı ve elbisesini kendisi yamardı, evin kapısını kendisi açardı, kendisi koyun sağardı, devenin sütünü sağmak için kendisi onun ayağını bağlardı. Hizmetçisi el değirmenini çevirmekten yorulunca, onunla el değirmenini çevirirdi. Abdest suyunu geceleri kendisi hazırlardı. Sürekli başını aşağı eğip susardı. Halkın huzurunda dayanarak oturmazdı. Ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi, eti kendisi doğrardı. Yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu... Kesinlikle geğirmezdi. Hür ve kölenin davetini kabul ederdi. Bir yudum süt olsa bile hediyeyi kabul ederdi ve onu yerdi; ama sadaka yemezdi. Gözünü bir adamın yüzüne dikmezdi.

Allah için sinirlenirdi, kendisi için sinirlenmezdi. Açlıktan karnına taş bağlardı. Evde her ne hazırlanırdıysa onu yerdi. Hiçbir şeyi geri çevirmezdi. İki elbise (üst üste) giymezdi. Yemen malı aba, yünden olan geniş cüppe, pamuk ve keten olan elbiseler giyerdi. Elbiselerinin çoğu beyazdı. Başına sarık sarardı. Gömleği sağ taraftan giyerdi. Cuma günü için özel elbisesi vardı. Yeni bir elbise giydiğinde, eskisini fakirlere verirdi. Bir abası vardı, nereye gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu. Sağ elinin küçük parmağına gümüş yüzüğü takardı. Kavunu severdi. Kötü kokulardan hoşlanmazdı. Abdest alırken, dişlerini misvakla temizlerdi. Bir hayvana bindiğinde, hizmetçisi veya başkalarını da terkisine alırdı. Binek olarak at, katır veya merkep ne olurduysa, ona binerdi. Merkebe eğersiz binerdi. (Bazen) yalın ayak, abasız ve sarıksız yürürdü. Cenazeleri teşyi ederdi. Şehrin en uzak yerinde olsa bile hastanın ziyaretine giderdi. Fakir ve yoksullarla beraber otururdu, onlarla yemek yerdi, kendi eliyle onlara yedirirdi. İlim ehli ve güzel ahlâklı kimselere ikramda bulunurdu. Her kavmin büyüğüne iyilik ederek kalplerini (İslâm’a) ısındırırdı. Akrabalarına ihsan ederdi, Allah’ın emrettiği hususlar hariç, onların bazılarını bazılarına tercih etmezdi. Kimseye zorluk çıkarmazdı. Özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Kur’ân’ın nazil olduğu ve öğüt verme zamanı hariç, sürekli tebessüm ederdi, kahkahasız gülerdi. Hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına dikilmezdi. Kimseye sövmezdi, hiçbir kadın veya hizmetçiye lanet etmezdi, kimseyi kınamazdı; ancak: “O işi terk et!” derdi. Bir ihtiyaçtan dolayı yanına gelen her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını karşılamak için kalkıp onlarla giderdi. Sert ve katı kalpli değildi. Çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi. Kötüye, kötülükle karşılık vermezdi; ama bağışlayıp affederdi. Karşılaştığı herkese selâm verirdi. Kim bir iş için onun yanına gelmiş olsaydı, o çıkıp gidene kadar sabrederdi. Bir kimsenin elinden tuttuğunda (merhabalaştığında), o elini çekmedikçe, elini çekmezdi. Bir Müslümanla karşılaştığında musafaha ederdi. Oturup kalktığında, Allah’ın zikriyle kalkardı. Namaz kılarken bir adam onun yanına geldiğinde, namazını kısa keserek ona yönelip: “Bir ihtiyacın mı var?” diye sorardı. (Tevazu veya yoksulların ona kolayca ulaşabilmesi için) meclisin baş tarafında değil, sonunda (yani aşağısında, kapı önünde) otururdu. Genellikle kıbleye doğru otururdu. Yanına gelen kimseye saygı gösterirdi; hatta bazen elbisesini bile onun altına sererdi, arkasındaki yastığı onun arkasına bırakarak onu kendisine tercih ederdi. Neşe ve gazap hâlinde, hakkın dışında bir şey söylemezdi. Av etinden yerdi, ama av avlamazdı...63

- - - - - - - -

(Sonnot)

1- Biharu’l-Envar, c.22, s.83.

2- Biharu’l-Envar, c.43, s.283.

3- Biharu’l-Envar, c.47, s.374.

4- Bihar’ul Envar, c.04, s.37.

5- Biharu’l-Envar, c.6, s.220.

6- Bihar’ul Envar, c.16, s.214.

7- Biharu’l-Envar, c.77, s.136.

8- Biharu’l-Envar, c.20, s.63.

9- Biharu’l-Envar, c.77, s.182.

10- Biharu’l-Envar, c.78, s.108.

11- Nehcü’l- Belâğa, hutbe: 160.

12- Mecmuâtu’l-Verram, c.1, s.20.

13- Sahifetu’r-Rıza (a.s), s.88.

14- el-Kâfi, c.6, s.18.

15- Ahzâb, 56.

16- el-Kâfi, c.2, s.492.

17- Muniyetu’l-Murid, s.347.

18- Biharu’l-Envar, c.16, s.240.

19- Biharu’l-Envar, c.16, s.229.

20- Biharu’l-Envar, c.16, s.229.

21- Biharu’l-Envar, c.16, s.215.

22- Biharu’l-Envar, c. 16, s.216.

23- Biharu’l-Envar, c. 16, s.232.

24- Biharu’l-Envar, c. 16, s.232.

25- Biharu’l-Envar, c.16, s.233.

26- Biharu’l-Envar, c.16, s.235.

27- Biharu’l-Envar, c. 16, s.235.

28- Biharu’l-Envar, c.16, s.235.

29- Biharu’l-Envar, c.16, s.233.

30- Biharu’l-Envar, c.16, s.240.

31- Biharu’l-Envar, c.16, s.240.

32- Biharu’l-Envar, c.16, s.241-246.

33- Biharu’l-Envar, c.16, s.246-247.

34- Biharu’l-Envar, c.16, s.248.

35- Biharu’l-Envar, c.16, s.248-249.

36- Biharu’l-Envar, c.16, s.248-249.

37- Biharu’l-Envar, c.16, s.251.

38- Biharu’l-Envar, c.16, s.258, hadis: 43.

39- Biharu’l-Envar, c.16, s.264.

40- Biharu’l-Envar, c.16, s.260.

41- Biharu’l-Envar, c.16, s.269, hadis: 83

42- Mizanu’l-Hikme, c.5, s.354.

43- Biharu’l-Envar, c.78, s.243.

44- Kenzu’l-Ummal, hadis: 25346.

45- Biharu’l-Envar, c.16, s.270.

46- Biharu’l-Envar, c.16, s.271.

47- Mekarimu’l-Ahlâk, c.1, s.59.

48- Mekarimu’l-Ahlâk, c.1, s.58.

49- Biharu’l-Envar, c.16, s.259, hadis: 45.

50- Vâkıa, 35-36.

51- Biharu’l-Envar, c.16, s.295.

52- Biharu’l-Envar, c.16, s.295.

53- Biharu’l-Envar, c.16, s.294.

54- Biharu’l-Envar, c.16, s.295.

55- Biharu’l-Envar, c.16, s.296.

56- Biharu’l-Envar, c.16, s.298.

57- Kalem, 4.

58- el-Kâfi, c.2, s.671.

59- el-Kâfi, c.2, s.671.

60- Âl-i İmrân/159.

61-Mekarimu’l-Ahlâk, c.1, s.45.

62- age. c.1, s.66.

63- Biharu’l-Envar, c.16, s.226-228.

Editör: Hasan Bedel