.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Emir'el Müminin Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"İnsanoğluna, bu dünya gününün son ve ahiret gününün ilk gününde; malı, evladı ve ameli gözünün önünde belirecektir.

Hemen malına şöyle diyecek: Allah'a yeminler olsun ki ben seni biriktirmede çokça hırslıydım, söyler misin şimdi bana ne gibi bir hayrın olacak? Mal ona der ki: Benden ancak kefenini alabilirsin.

Sonra evlatlarına seslenecek: Allah'a yeminler olsun ki ben sürekli sizi severdim, her zaman sizi korurdum, şimdi siz beni nasıl koruyacaksınız? Evlatları cevap olarak derler ki: Biz de şimdi seni sadece kabre kadar götürüp oraya defnedeceğiz.

En son olarak ameline bakarak derki: Allah'a yeminler olsun ki, ben sana karşı çokça isteksizdim, hiç rağbetim olmadan seni yerine getiriyordum, şimdi senin bana ne faydan olacak? Amel onun bu sorusuna şöyle cevap verir: Ben kabirde ve kıyamet gününde hep seninleyim, Allah'a gösterilene kadar biz asla birbirimizden ayrılmayız.

Eğer ölen kimse Allah'ın dostlarından biriyse, ameli güzel yüzlü, hoş kokulu, en güzel ve kıymetli elbiseler giymiş birisi olarak ona yaklaşır ve şöyle der: Müjdeler olsun sana reyhan, nimet dolu cennet, bağlar ve gelişin kutlu olsun. Mümin ona: Sen kimsin? der. O da şöyle cevap verir: Ben senin salih amelinim, artık dünyadan cennete doğru göç. O (Allah dostu olup, ölen kimse) kendisine gusül vereni tanır ve kendisini taşıyanları yemine vererek daha hızlı götürmelerini ister.

Kabre koydular mı iki melek (Nekir ve Münker), saçlarını arkadan çekerek, yerleri yaracasına, şimşekleri andıran sesleri ve yıldırımlar gibi çakan gözleriyle geleceklerdir. Hemen ona şöyle derler: Rabbin kim, hangi dindensin, peygamberin kimdir?

Mümin insan, onların bu sorularını şöyle cevaplandırır: Rabbim Allah'tır, dinim İslam'dır ve peygamberim Muhammed'dir (s.a.a). Sonra melekler: Allah seni sevdiğin ve razı olduğun şeyde devamlı kılsın, bu Allah'ın sözüdür, "Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar."[1] Sonrasında kabrini gözünün alabildiğince genişletirler, yüzüne cennet kapılarından bir kapı açıp şöyle derler: Ey gözü aydın olmuş! Uyu, nimetler içerisinde büyüyen genç misali[2] rahatça uyu. İşte Allah'ın sözü budur, "O gün cennet halkının kalacakları yer daha iyi, dinlenip safa sürecekleri yer daha güzeldir.[3]

Ama ölen kimse Allah'ın ve onun hükümlerinin düşmanıysa; ölüm meleği onun yanına en çirkin yüz, en kötü koku ve korkunç bir şekilde gelecektir, sonra ona şöyle der: Kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme atılmak vardır.[4] Cenazesini taşıyanları yemine vererek, hızlı hızlı götürmemelerini ve bırakmalarını yalvarır. Kabre konuldu mu sorgu melekleri gelip, kefenini yararak ona sorular yöneltirler: Rabbin kim, hangi dindensin, peygamberin kimdir? Bu soruların karşılığındaysa şöyle der: Bilmiyorum. İki melek de ona: Peki neden öğrenmedin, niçin araştırmadın, hidayete neden ulaşmadın? Derler. Sonra ellerindeki demirden gürzlerle ona öyle bir vururlar ki insan ve cinlerin dışında, Allah'ın bütün yarattıkları onu duyup dehşete kapılırlar. Böylelikle yüzüne ateş kapılarından bir kapı açılır ve ona şunları söylerler: Uyu, en kötü bir halde uyu. Sonra Allah, yılan ve akrep gibi yaratıkları yerden çıkararak ona musallat eder ve bunlar kıyamete kadar onu ısırırlar."[5]

AÇIKLAMA

"Müjdeler olsun sana reyhan...": Şeyh Tabersi tefsirin de bazı müfessirlerin reyhanı, güzel kokulu bir bitki olarak yorumladıklarını nakletmektedir. Bu bitki, ölen mümin için cennetten getirilir ve onun koklaması için sunulur.

"Peygamberin kimdir?": Hadis kitaplarımızda, özellikle de Kâfi'de nakledilen birçok hadiste; Nekir ve Münker'in ,"İmamın kimdir?" sorusunu da sordukları nakledilmiştir. İmam Ali'nin (a.s) hadiste bu soruyu buyurmamasının sebebi, çok açık ve belli olduğu veya mütevazı davrandıkları içindir. Âlimlerimiz Hz. Peygamber'in (s.a.a) ,Hz. Ali'nin annesi Fatıma Binti Esed'i defnederken ona telkin ederek şöyle buyurduğunu naklederler: "Oğlundur, oğlundur."

"Kabrini gözünün alabildiğince genişletirler": Hadiste geçen "Meddi beser"den kasıt, iki gözün alabildiği uzaklık ve genişliktir. Bu hususta Peygamber'den (s.a.a) nakledilen bir diğer hadisteyse "Kabir yetmişe yetişmiş zira genişleyecektir" buyrulmaktadır, İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen hadiste de dokuz zıra denilmiştir bu hadisler bir biriyle çelişmemektedir; çünkü mekânın genişlik ölçüsü her insanın kendi ruhi derecesine göredir. En düşüğü dokuz zıra, orta derecedeki için yetmiş zıra ve en yüksek de olanlar içinse gözün alabildiği kadardır.

"Yüzüne cennet kapılarından bir kapı açılır": Kâfi ve diğer hadis kitaplarında nakledildiği üzere, sürekli olarak o kabre cennetin kokusu ve rüzgârı gelip esmektedir.[6]

"Ey gözü aydın olmuş! Uyu, nimetler içerisinde büyüyen genç misali": Belki de kasıt mal ve benzeri nimetler içerisinde rahat yaşamaktır.

"İşte Allah'ın sözü budur": Bu cümleden sonra okunulan ayet büyük ihtimalle İmam'ın buyruğudur. Bir diğer ihtimal ise meleklerin ölen kimseye okumalarıdır.

"O gün cennet halkının kalacakları yer daha iyi, dinlenip safa sürecekleri yer daha güzeldir." Bu ayette geçen günden kasıt, Furkan suresi ayet 22'dekiyle aynıdır, Allah-u Teâlâ orada şöyle buyuruyor : "Melekleri görecekleri gün, günahkârlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve: (Size, sevinmek) yasaktır, yasak! Diyeceklerdir." Başta naklettiğimiz hadise göre ayette geçen günden maksat ölüm anıdır, meleklerden kasıt ise insanın canını almayla görevli olan meleklerdir, bu görüş müfessirlerin genelinin sözüdür. Ama bazı tefsircilere göreyse günden kasıt kıyamet günü ve meleklerden kasıt ise azap melekleridir.[7]

"Allah'ın düşmanı ise": Allah'ın düşmanı kâfir, münafık, fasık ve sürekli günah işleyendir. çünkü İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen birçok hadise göre kabirde sorgu sual sadece tamamen kâfir ve tam mümin olanlar içindir, mustazaf ve orta dereceli olanlara kabir sorgusu yoktur.[8]

"Onun yanına en çirkin yüz, en kötü koku ve korkunç bir şekilde gelecektir": İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: "Ona şöyle der, sen kimsin? Senden daha çirkin ve kötüsünü hiç görmedim. şöyle cevap verir: Ben senin yapmış olduğun kötü amelinim, ben senin yanlış ve batıl inancınım."[9]

"Sonra ellerindeki demir gürzlerle ona öyle bir vururlar ki insan ve cinlerin dışında, Allah'ın bütün yarattıkları onu duyup dehşete kapılır.": Hadisin orijinal metninde, insanlar ve cinleri belirtmek için "seqeleyn" kelimesi kullanılmıştır, çünkü bu iki varlık gurubu saygıdeğer ve yeryüzündeki bütün hayvan ve bitki gibi varlıklardan daha üstündür.

Araplar çok değerli kabul ettikleri şeylere "siql" derler. Hadisi şerifte Peygamberimizden (s.a.a) şöyle nakledilir: "Ben size seqaleyn (iki ağır, değerli ve büyük emanet) bırakıyorum, Allah'ın kitabı ve itretim Ehl-i Beytimdir."[10] Bazılarına göre, seqeleyn denmesinin sebebi mükellef olup, ağırlaşmalarıdır.

Peki, niçin sadece insanlar ve cinler kabir azabının duymuyor? Bu soruya şöyle cevap vere biliriz; eğer duysalardı, Allah'a inanışları cebri ve zorla olmuş olurdu. Şia ve Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen birçok hadise göre, en müdriksiz hayvanlar bile ölünün kabir sıkması ve azabını duymaktadırlar. İmam Bakır (a.s) vasıtasıyla Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilir:

"Ben çobanlık yaptığım zaman (çobanlık yapmayan hiçbir peygamber yoktur) koyun ve develere öylece bakıyordum, etrafta onları korkutup, ürkütecek hiçbir şey yoktu; ama bir bakıyordum ki aniden ürküp dağılıyorlar. Ben şaşırıp neden böyle ürktüklerini kendi kendime soruyordum. Birden Cebrail geldi ve bana dedi ki: şimdi kabirde kâfirin birisine çok şiddetli bir şekilde vurdular, Allah'ın bütün yarattıkları bu sesi duydular, bu sesi duymayan Allah'ın hikmeti gereği sadece cinler ve insanlardır."[11]

Yine şeyh Kuleyni'nin, Zeyd b. Sabit'ten naklettiği başka bir hadis şöyledir: Peygamber katırın üzerinde, bir grup ashabıyla beraber Ben-i Neccar duvarının yanında duruyordu, aniden katır huysuzlaştı, çok ürkmüştü, nerdeyse Peygamber üzerinden düşecekti. Bu esnada bizim gözümüz orada bulunan beş altı kabire takıldı. Hazret bu kabirleri tanıyan birisi var mı? diye sordu. Adamın birisi dedi: Ben tanıyorum. Buyurdu: Bunlar ne zaman öldüler, kimlerdir? Dedi: şirk ve cahiliyet döneminde ölmüşlerdi. Hz. Resulullah (s.a.a) buyurdu:"Buradakiler kabirlerinde azap görmektedirler, eğer bende sizin birbirinizi gömmekten vazgeçeceğiniz korkusu olmasaydı, Allah'tan benim duyduklarımı sizlere de işittirmesini isterdim."

"Allah yılan ve akrep gibi yaratıkları yerden çıkararak ona musallat eder": Kâfi, İmam Sadık'tan (a.s) naklediyor: "Allah Teâlâ 99 büyük yılanı ona musallat eder, eğer bu yılanlardan birisi ağzındaki zehiri yeryüzüne püskürtecek olsaydı, yeryüzünü öyle zehirlerdi ki artık hiçbir şey orada yetişmezdi."

Ehl-i Sünnet âlimleri de bu hadisi aynı şekil ve sayıda Peygamber'den nakledilmiştir. Gönül ehli bazı âlimlerimiz şöyle diyor:

Böylesine özel ve sınırlı bir sayı (99) verilmesi seni şaşırtmasın; çünkü bu sayı insanda bulunan kötü ahlaki sıfatlarla eşittir. Mesela rezail sıfatlardan bazıları şunlardır; riya, kendini beğenmişlik, tekebbür, kıskançlık, nefret, kin beslemek vb. kabir sahibinde bulunan sıfatlar. Bu kötü sıfatlar kendisiyle beraber birçok kötü sıfatları da getirmektedir, kök salan rezail sıfatlar zamanla dallar vermektedir, bütün bu kötü sıfatlar da birer yılan olup kabirde insanı rahatsız edecektir.

Bazılarına göreyse; Allah'ın 99 ismi vardır kim bunlara inanmışsa kabir de sayacak; ama inanmayıp bilmeyenler de böyle azap görecektir.

ŞERH

Birçoğunuzun aklına şöyle bir soru takıla bilir; ölüleri defnettiğimin zaman kabrin yanındayız ama kesinlikle sorgu-suali duymuyoruz, hatta bazen kabri yeniden açıyoruz; ama içerisinde hiçbir yılan veya akrep görmüyoruz, peki bizim görüp duymadığımız bir şeye nasıl inanmamızı bekleye bilirsiniz?

Bu şüphe ve soruya şöyle cevap verebiliriz: çncelikle şunu bilelim, bulunduğumuz bu şuhut âleminde her şeyi görmemiz mümkün değil ve görmediğimiz şeyler bizi ona inanmaktan alı koymamalıdır. çünkü bunlar gayb âlemiyle bağlantılı olan şeylerdir ve madde âlemindeki bizlerin bu göz, kulak ve diğer organlarla, melekût âlemini görmesi beklenemez, bu tür gayb-i bilgiler ancak başka hislerle algılanabilir. Acaba sahabeleri görmüyor musun, nasılda Peygamber'in (s.a.a) gayb-i meselelerine inanıyorlardı? Onlar Peygamber'in, Cebrail ile görüştüğüne ve konuştuğuna inanıyorlardı; ama kendileri ne Cebrail'i görüyorlardı ve ne de onun sesini duyuyorlardı. Eğer kabir ahvaline inanmıyorsan öncelikle senin melek, ruh ve vahiy gibi meselelere inanman gerekir, bunlara imandan sonra kabirdeki durumlar hakkında şüphelerini belirte bilirsin; çünkü vahye iman daha önemli ve temel konudur. Bu temele iman getirip ve Peygamber'in herkesten farklı bazı şeyleri görüp duyduğuna inandıktan sonra Peygamber'in buyurduğu kabirdeki durumları bununla ölç.

Bu şüpheni daha iyi çözümleye bilmek için sana şöyle bir örnek vereyim; bir grup insanın yanında uyuyan birisini düşün, bu uyuyan kimse korkunç kâbuslar görmektedir, rüyasında ona işkence yapıyorlar, ona bağırıp akrep ve yılanlarla zehirliyorlar. Uyuyan kimse bu kâbustan dolayı çok acı çekmektedir, ruhu daralıp, bedeni terlemiştir. Ama etrafta oturanlar hiç bir şey görmemekte, kimsenin ona bağırdığını duymamakta, onu ısırmakta olan yılan ve akrepleri kimse görmemektedir. Bu vermiş olduğumuz örnekle kabir azabını, az da olsa kıyaslaya bilirsin, orada ölüye neler yapılmaktadır; ama sen görmüyorsun. Bu verdiğimiz örnekten kastımız, senin daha iyi kavraman içindir, sakın böyle dememizle kabirdeki yılan ve akrebin rüyadakiler gibi olduğunu anlamayasın. çünkü onlar dünyadakilerden bile binlerce kat daha şiddetlidir. Asıl akrep ve yılanlar oradadır, bu dünyadakiler rüya misalidir.

"İnsanlar uykudadır öldüler mi, uyanacaklardır."

Berzah Âlemi

Kabir azabı ölümle kıyamet arasındaki berzah denilen yerde yapılmaktadır, bu inanç ihtilafsız bütün İslam âleminin kabulüdür hatta çoğu dinler de buna inanmaktadır, sadece çok az ve iltifat edilmeyecek bir grup kimse berzahı kabul etmemektedir. Bu mesele icma, mütevatir hadisler ve bu konuda aktarılan sayısız rivayetlerle ispat edilmiştir.

Büyük âlimlerimizden olan, şeyh Muhammed b. Yakup Kuleyni, el-Kâfi adlı eserinde, şeyh Saduk, Amali'de Ehlibeyt vasıtasıyla bu konu hakkında birçok hadis nakletmişlerdir.[12]Ayrıca Mişkat ve Mesabih adlı kitaplarda da bu tür hadisler fazlaca gelmiştir. Hadislerin dışında, Kuran-ı Kerim'de bulunan bazı ayetler buna işaret etmektedir, onlardan bazıları şunlardır:

Bir: "Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz."[13]

İki: Kuran-ı Kerim Firavun'la ilgili kıssada şöyle buyuruyor: "Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!"[14] Kıyamet gününde de azaba maruz kalacaklarından anlaşılan, ilk belirtilen azabın daha farklı olduğudur ki bu da şüphesiz kabir azabıdır. Bu ayet hakkında İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bu azap kıyamet öncesi berzah âlemindeki ateş azabıdır çünkü kıyamette sabah ve akşam diye bir şey yoktur."

Üç: Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz."[15] Bu ayet hakkında tefsircileri çoğu şöyle demişlerdir: Kıyametin sonra, belirtilmesinden anlaşıldığı kadarıyla sıkıntılı hayattan kasıt; kabir azabıdır. Bunu, "İnsanın dünya hayatında sıkıntılı yaşamasıdır" diye yorumlayamayız; çünkü kâfir ve Allah'ı kabul etmeyenler genelde dünyada rahatlık içinde yaşamaktadırlar, müminler ise bunun tam tersi, dünya yaşamında sıkıntı içerisindedirler. Zaten hadis de bunu onaylamaktadır, "Dünya müminin zindanı, kâfirinse cennetidir."

Dört: Bir diğer ayette Allah'ın Nuh kavmi hakkındaki buyruğudur: "…suda boğuldular, ardından da ateşe sokuldular…"  ayette kâfirlerin boğulduktan sonra ateşe girmeleri "fa" harfiyle gelmiştir. Bu ise aralıksız, hemen olduğu anlamındadır öyleyse ateşten kasıt kabirdeki ateştir, yoksa kıyametteki ateşe daha çok var ayrıca eğer kıyametteki ateş kastedilmiş olsaydı "sümme" harfiyle gelmeliydi.

İki Kez Diriliş Ve İki Kez Ölüm

Kelam kitaplarında kabir azabını ispatlamak için kâfirler hakkında olan şu ayet delil olarak getirilmiştir: "Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? Derler."[16]

Allah-u Teâlâ bu ayetinde onların iki defa ölüp, iki defa dirilmelerine olan itiraflarını belirtmektedir. Bu ölümlerden birisi dünyadaki ölüm diğeri de kabirde sorgu sualden sonraki ölümdür. İki defa dirilişten maksat ise biri kabirde sual için diriliş ve diğeri mahşerde toplanma için diriliştir. Ama dünyadaki yaşamlarına hiç değinilmiyor; çünkü dünya hayatı onlar için bellidir, onların kabul etmeyip reddettikleri, Allah'ın gücü ve kudretiyle insanı öldürüp diriltmesidir ki zaten "günahlarımızı itiraf ettik" demeleri bunun göstergesidir.

Muhakkiki şerif el-Mevakif adlı eserinde bu ayet hakkında şöyle buyuruyor: "Yukarıda belirtildiği gibi yapılan tefsir doğru ve müfessirler arasında en yaygın olanıdır. Ama eğer birinci ölümden kasıt nütfede oluşan değişimler, ikinci ölüm de dünya hayatının sona ermesi; yaşamdan kasıt da dünya ve mahşer hayatı olarak tefsir edilirse, bu doğru olmaz. çünkü ölüm yaşamın elden alınmasından sonraya tabir edilir, hâlbuki nütfedeki değişimlerde hayat bulunmamaktadır. Ayrıca bu görüş çok az bir grup müfessirin kabul ettiği tefsirdir. Doğru olan ilk ve genel müfessirlerin görüşüdür."[17]

Biraz araştırma yapıp ve daha dikkatli düşünecek olursak, asıl yanlış olan Muhakkik'in sözüdür, bu büyük âlim birinci tefsiri genel görüş ve ikincisini ise azınlık olarak söyledi, lakin durum bunun tam tersidir, müfessirler arasında kabul edilen genel tercih ikincidir, birincisi azınlıktır. çünkü günümüzde bulunan ve araştırma sahamızda olan büyük tefsirler bunu kabul etmiştir örneğin; Zemahşeri'nin yazmış olduğu Tefsir-i Keşşaf, Fahri Razi'nin Mefatih'ul Gayb, Tabersi'nin Cevami'ul Cami ve Mecme'ul BeyanTefsir-i NişaburiTefsir-i Beyzavi vb.

Bu konu hakkında bazı büyük âlimlerin görüşlerini aktarmamız çok yerinde olacaktır:

Zamahşeri el-Keşşaf adlı eserinde şöyle diyor: İki ölümden kasıt: Bir: Var olmadan önceki olunan ölü haletidir. İki: çlümle ecellerinin tükenip, dünya yaşamlarının sona ermesidir.

 İki kez dirilmekten de kasıt: Bir: Dünyaya gelmeleri. İki: Mahşer için yeniden dirilişleridir.[18]

Emin'ül İslam şeyh Tabersi Cevami'ul Cami adlı eserinde iki kez ölüm ve dirilişi şöyle açıklıyor: çlümden maksat: Bir: çlü oldukları halde onların yaratılması. İki: Ecelleri tükendikten sonra, canlarının alınması.

İki kez diriltilip, hayat vermekten kasıtsa; Bir: İlk olarak yaratılış. İki: mahşer günü için diriliştir.[19]

Bu iki âlimin görüşü, maksadımızın ispatı için yeterlidir.

Şimdi aklınıza şöyle bir soru gelebilir, birçok âlime göre insan Nekir ve Münker'in sorularına cevap verebilmek için kabirde yeniden dirilecek ve sonra yeniden ölecektir, buna göre kâfirlerin ayette buyrulan iki defa yerine bizi üç defa öldürüp dirilttin demeleri gerekmez miydi?

Cevap: Kabir âlemindeki hayat berzahidir yani ölüm ve yaşam arasındadır, tam ve kâmil bir yaşam değildir. Bundan dolayı oradaki yaşama itina edip hayat olarak algılamadılar.

Şerh-i Mekasit de, ölüye acı ve lezzeti alabileceği kadar yeniden hayat verileceği söylenmiştir; ama ruh da verilecek mi yoksa verilmeyecek mi bu konu hakkında bir şey söylemiyor. Belli olan yaşam için ruhun verilmesidir; çünkü ruh olmadan yaşamda olmaz ama kabir âleminde dediğimiz gibi tam bir yaşam olmadığı için ruhun yeniden verilmesi gerekliliği yoktur.

Ama bana göre (Müellif) ruh bedene geri verilecektir, aksi takdirde iki meleğin sorularına cevap verme gücü onda olamaz, her ne kadar çok az ve zayıf bile olsa ruh bedene dönecektir. Bunu İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen rivayet de doğrulamaktadır, İmam şöyle buyurmuştur:  "Kabir melekleri Nekir ve Münker gelecekler ve ona sonuna kadar ruhu geri verecekler, sonra oturtup, soru sormaya başlayacaklar, rabbin kim?..."[20]

İlk başta naklettiğimiz hadisi şerifte insanın yapmış olduğu amellerinin, evlat ve malının ahiret âleminde mütecessim ve mütemessil olacağı buyrulmuştur. İnsanın yaptıkları, kabirde, mahşerde ve kıyamette sürekli onunla beraber olacaktır, bu durum Ehl-i Sünnet ve şia kanalıyla nakledilen birçok hadiste göze çarpmaktadır.

Hadislerden birisi şöyledir: Kays b. Asım diyor ki; Ben-i Temim kabilesinden bir grupla Peygamber'in (s.a.a) huzuruna çıktık, Selsal b. Delhemes de Resulullah'ın yanındaydı ben hemen Peygamber'e şöyle arz ettim: Ey Allah'ın elçisi bizler çölde yaşayanlarız, bize öyle bir nasihat et ki işimize yarasın. Peygamber buyurdu: "Ey Kays izzetin yanında zillet, yaşamla beraber ölüm ve dünyayla beraber her zaman ahiret vardır. Her şey için bir koruyucu, her amel için bir hesap soran, belirli bir takdir ve ecel vardır. Sen ey Kays! Yaşayan ve senden ayrılmayan biriyle gömülmek zorundasın. Sen ölü olduğun halde o da seninle gömülecek, eğer iyiyse sana iyilik edecektir yok eğer pis ve aşağılıksa seni daha da aşağılık edecektir. O seninle sen de onunla beraber kıyamet günü dirileceksiniz, senden sadece onun güzel veya kötü olmasından dolayı sual olunacaktır. çyleyse onu güzel, salih ve beğenilir yap; çünkü böyle olursa onunla anlaşırsın, onunla sohbet sebebiyle korunur ve faydalanırsın, ama aksine çok kötü, pis ve beğenilmeyen olursa sürekli sana korku ve rahatsızlık verecektir. İşte o senin yapmış olduğun amelindir."

Bazı arifler amellerin mütecessim olmasını şu şekilde açıklamışlardır: Kıyamet gününde belirecek olan; yılanlar, akrepler, ateşler veya huriler, meyveler ve saraylar aslında bizim bu dünyadaki yapmış olduğumuz amellerdir. Kötü işler, güzel olmayan huylar ve batıl inanışlar kıyamette karşımıza azap vesilesi olarak çıkacaktır, bunun tam tersi de güzel ameller, iyi işler hak ve doğru inanışlar; cennet nimetleri olarak bize verilecektir. Dokuzuncu hadiste belirtildiği gibi.

Kuran-ı Kerim'de amellerin kıyamet gününde insanın karşısına çıkacağı birçok ayette direk veya dolaylı olarak bildirilmiştir:

"Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir. "[21]

"O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız."[22]

Aynı şekilde Peygamber'den (s.a.a)  amellerin kıyamet günü insanın karşısında belireceğini bildiren sayısız rivayet nakledilmiştir, örneğin:

"Altın ve gümüş tabaklardan içenler karınlarında cehennem ateşini çalkalıyorlar."[23]

"Kıyamet gününün karanlığı başkalarına haksızlık yapmaktır."[24]

"Cennet düz bir yerdir, oradaki ağaçlar da 'Subhanallah ve bi hamdihi'dir."[25]

Allah en güzel yol gösteren ve hidayet edendir.

1- İbrahim:27.

2- Başka bir hadiste de, "gelin misali uyu" tabiri vardır.

3- Furkan:24.

4- Vakıa:93.

5-  el-Kâfi, c. 3,s. 231.h. 1,Kitabı Cenaiz.

6- Füru-u Kâfi, c 3,s 38.

7- Bu hususta Allame Tabataba-i şöyle buyuruyor: Bu ayetler (Furkan: 21–24) kesinlikle berzah âlemi hakkındadır ve bu açıkça anlaşılmaktadır. Ayetin devamın da "megil" kavramı kullanılmıştır, çok açıktır ki kıyamet cennetin de uyku diye bir şey yoktur, berzahta da dünya uykusu gibi bir uyku olmasa bile kıyametle kıyasladığımızda uyku misalidir. Ayrıca ayette geçen Meleklerin görüşüp sonra müjdeleyip veya azabı bildirmeleri berzah âleminde olacaktır.(İnsan ez Ağaz ta Encam, s. 83.)

8- İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:  "Kabir'de sadece tam imanlı mümin ve tam kâfir için sual vardır, diğerleri kendi hallerine bırakılır."

Ayrıca Tefsir-i Kummi İmam Sadık'tan (a.s) şöyle naklediyor: "Eb-i Cafer'e şöyle arz ettim: Sana feda olayım söylermisin, Allah'a peygambere inanan ama günah işleyen yahut imamı olmayan ve sizin vilayetinizi tanımayan kimsenin kabirdeki durumu nasıldır, imam buyurdu: kabir de kalacaklardır, eğer iyi ameller yapmış ve biz Ehl-i Beyt'e düşman olamamışlarsa batı tarafından cennet kapılarından bir kapı yüzlerine açılacaktır ve Allah'ın huzuruna çıkana kadar oradan sürekli bir nesim gelecektir. Allah da onları iyilikleri ve kötülükleri yüzünden hesaba çekecektir. Bunların durumu Allah'a bağlıdır.

9- Envar-ül Numaniye, c. 4,s. 235.

10- En mütevatir kabul edilen hadislerdendir, bu hadisi nakledip ve sıhhatini itiraf eden Ehlisünnet âlimlerinden bazıları şunlardır: Sahihi Müslim, Kitabu Fedaili Ali bin Ebu Talip, c. 7,s. 122. Sahihi Tirmizi, c. 5,s. 328.  El Hesais, İmam Nesai, s. 21. Kenz'ül Ummal, c. 1,s. 154.  Tarihi ibni Asakir, c. 5,s. 436. Tefsi-ri ibni Kesir, c. 4,s. 113.

11-Füru-u Kâfi, c. 3,s. 233, h:1.

12- Füru-u Kâfi, c. 1,s. 220–265.

13- Bakara:128.

14- Mümin:46.

15- Taha:124.

16-  Mümin:11.

17- Şerh'ul Mevakif, Mir Seyyid şerif-i Curcani.

18- Tefsiri Keşşaf, c. 4,s. 154.

19- Tefsiri Cevami'ul Cami, Cüz. 24,s. 416.

20- el-Kâfi, c. 3,s 239,h: 12.

21- Ali İmran:30

22- Yasin:54.

23- Sünen-i ibni Mace, c. 2,s. 1130.

24- el-Kâfi, c. 2,s. 596.

25- Amali-i Saduk, s. 405.