.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Niyet:

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Ameller niyetlere göredir."

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Mümin kulun taşıdığı niyet yaptığı amelden daha hayırlıdır."

Şunu bil ki; niyet, ibadetin köküdür ve ibadetlerin alışkanlık üzere yapılan amellerden ayrılma noktasıdır.

Niyet sözcüğü dört farklı anlam için kullanılır:

Birçok insanın zannettiği anlam; yani bir ibadete başlarken dile getirilen sözcükler. Örneğin abdest alırken kalbinde lafızların manası olmamasına rağmen “(namaz kılmak için Allah rızası için veya) hadesi kaldırmak için abdest alıyorum” denmesi ve söylenen sözlerin aslında ne anlama geldiğini düşünmeden dile getirilen bu ve benzeri ifadelerdir. Ulemanın icmasıyla bu niyet çeşidi yalnız ve hatalıdır. (Burada niyet olarak üzerinde durduğumuz şey, bu değildir.)

İbadet öncesi dile getirilen sözcükleri, anlamının farkında olarak dile getirilmesi ve aklî süreçlerden geçirilmesidir. Bu tür bir niyet aslında birinci kısma yakındır, (çok da farklı değildir). Zira niyetin en önemli faydası ihlasa ulaşmak ve riyadan kurtulmaktır; ancak dile getirdiği sözcüklerin anlamını bilerek bu sözcüklerin dile getirilmesi aynı zamanda riya ile de birleşebilir ve kişiyi bu ibadete iten etkenin riya olması bu tür bir niyetle çakışmaz. Bu tür bir niyetle manaları düşünüp düşüncesine dalıp kalbinda icra etmesi de (sayılan mahzurları nedeniyle) kişiye yarar sağlamaz.

Yapılan amele başlanırken kişinin aklından geçen bu amele dönük kasıt ve niyet. Yani bir amelin tamamen gaflet veya hata üzere bilinçsizce yapılmış olmaması için kişinin kalbinden geçen düşüncedir. Fâil-i âkil (olan insanın) böyle bir niyetten yoksun olduğu tasavvur edilemez. (Ne yaptığının bilincinde olan bir insanın, bu tür bir niyetten yoksun olması düşünülemez.) Bazı muhakkikler bu gerçeğe değinerek şöyle demişlerdir: Yüce Allah bizi, niyetsiz ameller yapmakla yükümlü kılmış olsaydı bu, imkânsızı bizden istemek gibi olurdu. (Bu anlama göre niyet,) insanı (yapacağı) eyleme yönlendiren ve çağırandır.

Doğru olan anlam işte budur ve Yüce Allah’ın insanları yükümlü kılmış olduğu niyet türü de budur. Dolayısıyla kişiyi ibadete iten etken doğru ve meşru bir etken ise ibadetle ilgili bilinen sözcükleri aklından bile geçirmese yapmış olduğu ibadet doğru olarak kabul edilir. Ancak kişiyi ibadete iten etken riya ve benzeri diğer yanlış etkenler türünden olursa her ne kadar ibadetle ilgili bilinen sözcükleri anlamına yönelerek aklından ve dilinden geçirmiş olsa bile yapmış olduğu ibadet geçersizdir.

Bu tür bir niyet ise insanın istek ve iradesi dışındadır. Zira daha önce açıklandığı gibi niyet, kişinin kendisiyle uyumlu olan işe yönelmesidir ve insanın bir işe yönelmesi ancak dünyevi ve uhrevi menfaatlerinin bu şekilde temin edileceğine inanmasıyla gerçekleşebilir. Dolayısıyla insanın amacına ulaşmasının ancak yapacağı eylemlere bağımlı olması inancı olmadığı sürece, kişi gerçek anlamda bir işe yönelemez. Söz konusu bu inanç ise ancak riyazet ve cehd ile sağlamlaşıp kökleşir. İnanç aşamasından sonra ise daha cazip bir etken olmadığı sürece kalp ibadete yönelir. Ancak bu iki aşamanın (yani inanç aşaması ve kalp için daha cazip bir etken olmamasının) gerçekleşmesi her zaman için mümkün değildir.

Yönlendirici ve değiştirici etkenlere gelince; duruma ve kişiye göre farklılık gösteren bu etkenlerin birçok sebebi ve kaynağı olabilir. Örneğin cinsel istek kişiye baskın gelirse ve bu kişi ileriki zürriyet ve nesliyle ilgili sahih bir düşünce yapısına sahip olmazsa bu şahsın, neslin devamı doğrultusunda bir evlilik yapacağı söylenemez. Zira onu evliliğe iten tek etken kabarmış olan cinsel isteğini rahatlatmak olacaktır; o halde nasıl olurda çocuk yapmaya niyetlenip ötesini düşünecek.

Bu tür bir işte sahih niyete ulaşmanın yöntemi her şeyden önce İslam dinine olan inancı güçlendirmek, Muhammed peygamberin (s.a.a) ümmetini çoğaltmanın ne denli değerli olduğuna olan inancın güçlendirilmesi ve giderlerin çoğalması veya uzun zamanlı sıkıntılara katlanmak gibi çocuğa dönük sıkıntı düşüncelerinin kalpten uzaklaştırılmasıyla mümkün olabilir. Bu aşamalar gerçekleşince kişide Allah rızası doğrultusunda evlat sahibi olmak isteği doğabilir ve bu istek kişiyi uygun bir evliliğe yönlendirebilir. İşte bu durumda nikâh akdi için “evet” diyen şahsın salih evlat ve iyi nesil niyetiyle evlendiği söylenebilir. Bunun dışında, “salih evlat” ve benzeri sözcüklerin damadın ağzından çıkması, bir avuç hayalden başka bir şey ifade etmez.

Bu gerçeği göz önünde bulundurarak ariflerin bir bölümü gerekli niyete sahip olmadıkları sürece (zorunlu olmayan) ibadetlerden uzak dururlardı ve gerekli niyete sahip olmamayı bir mazeret olarak öne sürüyorlardı. Kuşkusuz niyet, amellerin ruhudur ve doğru niyet üzere yapılmayan ameller ancak riya üzerine katlanılan sıkıntılardan ibarettir. Bu tür bir amel insanı Allah’a yaklaştırmaz; insanın ilahi gazaba uğramasına sebep olur.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) ile ilgili şöyle nakledilmiştir:

Bir gün kendisini sevenlerden birisi İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) yanına gelip oturdu, İmam’ın (a.s) oradaki işi bitince kalkıp evine yöneldi ve o şahıs da İmama (a.s) eşlik ederek İmam’ın (a.s) evine kadar geldi. Evin önüne vardıklarında İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu şahsı evine davet etmeden eve girdi. Bunun üzerine İmam’ın oğlu İsmail babasına “Baba! O şahsı neden eve davet etmedin?” diye sordu. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurdu: Ona ikramda bulunacak hazırlığa sahip değildim. Bunun üzerine İsmail, “Bir içeri buyurun demekle içeri girecek değildi ya” deyince İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Yüce Allah beni yalancı nezaketli olarak yazsın istemiyorum.”

İhlâs

İhlâs, niyeti bütün kötülükler ve şaibelerden arındırmaktır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Onlara ancak ihlâsla, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, emredilmişti.”[1]

Diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmuştur:

“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır.”[2]

Diğer bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve ihlâsla Allah’a inananlar müstesnadır.”[3]

el-Kafi’de İmam Rıza (a.s) aracılığıyla İmam Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Ne mutlu Allah’a ihlasla kulluk bulunan ve ona dua edenlere; gözlerinin gördükleriyle kalbini meşgul etmeyenlere; kulaklarının duyduklarıyla Allah’ı anmayı unutmayanların haline; diğer insanlara verilen şeylerden etkilenmeyenlere.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) “Hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan etsin diye[4]” ayetiyle ilgili şöyle buyurmuştur: Amel miktarı daha çok olanlar demek istenmiyor. Söylenmek istenen, Allah korkusu ve ihlaslı bir niyetle isabet edilebileceğidir. Sonrasında ise şöyle buyurdular: İhlasa vardırana dek aynı amel üzerine durmak amelin kendisinden daha iyidir. Yüce Allah’ın övgüsü dışında hiç kimsenin övgüsünü ummaksızın yapmış olduğun ihlaslı amel ise bu kararlılık amalinden daha faziletlidir. Bu ameldeki niyet, amelin kendisinden daha üstündür. Niyet amelin kendisidir. Sonrasında ise şu ayeti kerimeyi okudular: De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür.[5]Yani kendi niyetine uygun işler.

Ravi, İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kırk gün boyunca ihlasla Allah’a inanan kişiyi yüce Allah dünyaya karşı meyilsiz kılar; dünyanın derdini ve dermanını ona gösterir; hikmeti kalbine yerleştirir ve dilini hikmetle konuşturur.

[1]     Beyyine, 5.

[2]     Zumer, 3.

[3]     Nisa, 146.

[4]     Hud, 7.

[5]     İsra, 84.