.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Bu tür bir ibadetin ihlâsla bağdaşıp bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Seyyid bin Tavus, Fazıl Mikdad, İbn Cemhur el-İhsaî ve Şehid-i Evvel’in de içinde bulunduğu âlimlerimizin bir kısmı bu tür bir ibadetin geçersiz olduğuna hükmetmişlerdir. Zira bu niyet, ihlâsla yani Allah rızasını gütmekle örtüşmüyor ve böyle bir niyetle ibadete başlayan kişi İlahi rızayı kazanmak için değil de yalnızca kendi yararı için bir kazanç sağlamak için veya bir tehlikeyi kendisinden uzaklaştırmak için bu ibadeti gerçekleştirmiştir.

Ancak doğru olan şu ki bu tür bir ibadet geçerlidir ve birçok ayet ve hadis de bunu doğruluyor. Örneğin Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Çalışanlar böylesi için çalışsınlar.[1]

Diğer bir ayette şöyle buyurmuştur:

Korkarak ve ümit ederek ona dua edin.[2]

Diğer bir ayette şöyle buyurmuştur:

Onlar korkarak ve umarak bize dua ederlerdi.[3]

Diğer bir yerde şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler rükû edin, secdeye kapanın, Rabbinize kulluk edin ve hayır işler yapın ki felaha eresiniz.

Yani felaha ermek için hayır işlerde bulunun. Felaha ermeği amaçlamak ise cenneti amaçlamaktır.

Diğer bir ayette ise şöyle buyurmuştur:

Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. (Bütün bunları) Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandırsın ve lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye (yaparlar).[4]

Birçok hadiste, bir ameli, sevap taşıdığı inancıyla yapan kişiye, o amel gerçekte sevap taşımasa bile aynı miktarda sevap verileceği ifade edilmiştir. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’a kulluk edenler üç çeşittir. İnsanların bir bölümü korku sebebiyle Allah’a kulluk eder. Bu, kölelerin kulluğudur. Bir grubu sevap kazanmak amacıyla kulluk eder. Bu, işçilerin kulluğudur. Diğer bir grup ise Allah’ı sevdikleri için ona kulluk ederler. İşte bu, hür insanların kulluğudur ve en üstün kulluktur.

En üstün olma durumu için kaçınılmaz olarak üstün olma durumu da ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir yandan hadis kaynaklarımızda, dileklerin gerçekleşmesi için, evlat veya mal sahibi olmak için, uygun bir evlilik yapabilmek için, hastalıklardan kurtulabilmek için, işlerin hayırla sonuçlanması için ve benzeri dünyevi ihtiyaçların giderilmesi için birtakım ameller tavsiye edilmiştir. Oysa bu tür niyetlerle bu amelleri yapmak ibadetin geçersiz olmasına sebep olacak olsaydı bu amellerin tavsiye edilmesi abes ve çelişkili bir durum olurdu.

Aslına bakılırsa kendisine yönelik hiçbir menfaat veya zararı kontrol edemeyen, ölüm saati ve hayat süresini bilmeyen bir kul nasıl kendisini Mevla’sından gelen menfaatlere ihtiyaçsız görebilir veya nasıl Mevla’sından gelen sıkıntıların üstesinden gelebileceğini düşünebilir. Öte yandan sevap içeren ibadetler veya ilahi azabı gideren ibadetler sadece ve sadece Yüce Allah’ın emriyle var olmuştur ve sadece onun rızasını kazanmak isteyenler onun emrettiği çerçevede bu ibadetleri yerine getiriyorlar.

Gerçek şu ki normal halkın, ihlâsın yüksek derecelerine sahip olmalarını beklemek imkânsızı istemektir. Ne yazık ki insanların çoğu bu tür bir niyete sahip değildir ve ihlâsın bu aşamaları yalnızca on dört masum ve Salman, Ebuzer ve Mikdad gibi o yüce zatlara yakın olan insanlara özgüdür. Böyle bir aşamaya geldiğini iddia eden kişi ancak, yapacağı bütün ibadetlere karşın yüce Allah’ın kendisini cezalandıracağını ve yapacağı bütün itaatsizlik ve günahlara karşın kendisini cennete götüreceğini bildiği durumda bile ona itaat etmekten vazgeçmediği durumunda doğru bir iddiada bulunmuştur. Halktan bunu beklemek ne kadar doğru olabilir?

Evet, niyetin gerçekte sadece birinci ve ikinci tanımda söylendiği gibi ezberlenen sözcükleri akıldan geçirmekten ibaret olduğunu söylersek bunu halktan beklemek yerinde olur. Ancak bu tür bir niyetin geçersiz olduğunu ve insanı ibadete iten bir etken olmadığı sürece dille söylenen birkaç sözcükle Allah’a yakınlık kazanılmadığını bildiğimiz halde insanları bu yöne sevk edemeyiz.

Şayet bu konuda kuşku yaşıyor isen kendine bakarak doğruyu bulabilirsin. Kendi üstünlüğünü gösterebilmek için birilerine bir şeyler öğretmeğe kalktığında veya (nefsini tatmin için) ibadete soyunduğunda, “Bu eğitim veya ibadeti yalnızca Allah rızası için yapıyorum” deyip kendi kendini kandırıyorsun. Oysa ihlâslı olarak nitelediğin bu niyeti şeytandan başkası senin aklına getirmiyor ve bu tür bir niyet hiçbir zaman seni cehennem ateşinden kurtaramaz. Böyle bir durumda senin halin, önündeki yemeği yiyebilmek için tok olduğu halde kendi kendine,“Ben açım” diyerek telkinde bulunan kişiye benzer.

Kısaca ihlâsa giden yol nefis isteklerine yanıt vermeği azaltmak ve dünya sevgisinden uzaklaşmaktan geçer. İhlâs için yalnızca ahiret peşinde olmak ve bunu kalbe egemen kılmak zorunludur. İnsan nerede yanlışa düştüğünü bilmeden, gerçekte yanıldığının farkında olmaksızın birçok sıkıntılı işi, “Yalnızca Allah rızası için yapıyorum” düşüncesiyle yapabilir ve içinde bulunduğu afetin farkında da olmayabilir. Bazılarının anlattığı gibi: Camide, otuz yıl boyunca birinci safta kılmış olduğum namazımı kaza ettim. Zira bir gün namaza geciktim ve birinci safta yer bulamayınca ikinci safta cemaatle birlikte namazımı kıldım;ama namaz boyunca insanların beni ikinci safta görmelerinden utanıp sıkıldım. Bu olay üzerine aslında beni birinci safta namaz kılmaya iten etkenin Allah’ın rızasını kazanmak arzusu değil de insanların beni burada görmelerini istememdeki arzum olduğunu fark ettim.

Bu birçok amelin kurtulamadığı çok ince ve dakik bir ayrıntıdır. Birçok insan bu önemli ayrıntının farkında bile değil. Konunun farkında olmayan insanlar gerçekte kötülük olan amellerini iyilik olarak zannetmektedir.

“Ve o gün, onların hiç hesaplamadıkları şeyler, Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır”.[5]

“Yaptıklarının kötülükleri onlara görünmüştür”.[6]

“(Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir”.[7]

“Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse”.[8]

[1]     Saffat, 61.

[2]     Araf, 56.

[3]     Enbiya, 90.

[4]     Nûr, 36-38

[5]     Zumer, 47.

[6]     Casiye, 33.

[7]     Kehf, 104.

[8]     Fatır, 8.

Editör: Hasan Bedel