.
.


.

إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِن كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

"Gerçek şu ki, Biz Tevrat’ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabı’nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır."

Maide / 44

.

Bu ayet, Velayeti Fakih'in İslam dini ile sınırlı olmadığını buyuruyor. Yani diğer dinlerde de Velayeti Fakih vardı. Bu, Semai kitaplarda açıkça gelmiştir. Âlimler bu semai kitaba göre hükümet ediyor ve hüküm veriyorlardı.

Bazıları, Velayet-i Fakih'in İran İslam İnkılabı'nın ortaya çıkardığı bir şey olduğunu düşünüyor. Gelin ayeti beraber inceleyelim:

Maide Suresi, 44. Ayet:

"Gerçek şu ki, Biz Tevrat’ı indirdik."

"İçinde insanlar için bir hidayet ve nur olarak."

"Teslim olmuş peygamberler, onunla hükmeder ve hüküm verirlerdi."

Allah'a gönül bağlamış peygamberler, Yahudiler için bu ilahi kitap ile hükmederlerdi.

Tekrar etmek gerekirse, semai kitap indirildi ve peygamberler bu ayet ve kanunlarla halk arasında hüküm vererek hükümet ederlerdi.

Peki, peygamberlerden sonra bu vazife kime aitti?

İşte burada sıra âlimlere geliyor.

Nebilerden sonra, yani İsrail oğulları peygamberlerinden sonra Rabbaniyyun ve Ehbar bunu gerçekleştiriyorlardı.

Rabbaniyyun, ilim ve amelleriyle Allah'a yakınlaşmış kimselerdir.

Rabbani, âlemlerin rabbi ile bağı olan kimsedir. Terbiye eden manasındadır.

Emirel Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Ben bu ümmette Rabbani'yim."

Ehlibeyt'in (a.s) rabbani olduğuna dair rivayetler vardır.

Ahbar (hıbr'ın çoğulu) ise âlimler ve bilginler demektir.

Hatta İbn-i Abbas'a ümmetin hıbrı (ahbarı) adı verilmişti.

Tekrar edelim:

Biz Tevrat’ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Allah'a teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmeder, hüküm verirlerdi. İsrail oğulları peygamberlerinden sonra ise âlimler Tevrat’a göre hükümet ederdi.

Âlimlerin Tevrat’a göre hükümet etmesi bizim Velayeti Fakih'imizdir.

Velayet-i Fakih, adil ve hevesi olmayan bir müçtehidin Allah'ın kanunlarına göre insanlara hükümet etmesidir.

Velayet-i Fakih'i akli delillerle de ispatlayabiliriz:

İnsanların hayatı toplumsal mı bireysel midir?

Tabi ki toplumsal.

Toplum yönetici veya lidere ihtiyaç duyar mı?

Tabi ki duyar.

Yönetici halk ile uyumlu mu olmalıdır?

Tabi ki evet.

Halk Müslüman ise yönetici de Müslüman olmalıdır.

Müslümanların içindeki yönetici âlim mi olmalı yoksa cahil mi olmalı?

Akıl, âlim olmalıdır diyor.

Âlimler içinden fasık âlim mi olmalı, yoksa adil âlim mi olmalıdır?

Adil âlim olmalıdır tabi ki.

Velayeti Fakih de işte tam da budur.

Yani, toplum yöneticiye (rehbere) ihtiyaç duyar. Bu toplum Müslüman ise rehberi de Müslüman olmalıdır. Müslümanlar içinde ise âlim cahilden daha iyi, adil âlim de fasık âlimden daha iyidir.

Velayeti Fakih, yani adil bir âlimin İslam ümmetinin yönetimini uhdesine almasıdır.

Bu durum, gayet doğal ve sade bir şeydir.

İşte bu Velayeti Fakih, İslam'dan önceki dinlerde de vardı.

Maide Suresi, 44. ayet buna işaret etmektedir.

Tevrat, İncil'den önce indirilmişti. Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) ortalama 500 yıl önce Hz. İsa (a.s) gelmişti. Hz. İsa'dan yüzlerce yıl öncede Hz. Musa (a.s) gelmişti.

"Biz Tevrat’ı indirdik... Allah'a teslim olmuş peygamberler, onunla hükmeder ve hüküm verirlerdi."

Peygamberlerden sonra kim bunu uyguluyordu?

"Rabbaniyyun ve ahbar."

Yani rabbani âlimler ve bilginler, Tevrat’ı merkeze alarak hükümet ederlerdi. Buraya kadar olan ayetin devamı şöyle:

"Bunlar Allah'ın Kitabı’nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.)"

Ardından şöyle buyuruyor Allah:

"Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın."

Yani birileri sizi bu sınırdan uzaklaştırmasın.

Ardından şöyle buyuruyor:

"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır."

Bunlar ayetin tercümesi idi.

Biz Tevrat’ın tahrif olduğunu söylesek de gerçek Tevrat’ı kabul ediyoruz.

Tevrat, Hz. Musa'ya indirilse de tüm İsrail oğulları peygamberleri ve âlimleri bu Tevrat’a göre hüküm verme vazifeleri vardı.

Ayette, Musa hüküm veriyordu demiyor, peygamberler hüküm veriyordu diyor.

Bu kitap, Hz. Musa'ya indirilse de tüm İsrail oğulları peygamberleri bu kitaba göre hükümet edip, hüküm veriyorlardı.

Vahye dayalı kanunlar kabul edilmelidir. Çünkü "Biz Tevrat’ı indirdik ve peygamberler de ona göre hükümet ediyorlardı." deniliyorsa insanlar da bu hükümleri kabul etmeliydiler. Aksi halde onlar hüküm verir ve insanlar kabul etmezse bu olmazdı ki!

Peygamberler kendilerinden hüküm vermiyorlardı. Peygamberler hakkında "Eslemu" diyor ayet. Yani Allah'a teslim olmuşlardı.

Bizim için Müslüman deniyor. Müslüman yani Allah'a teslim olan demektir.

Tüm peygamberler Allah'ın kanunlarına teslim olmuşlardı.

Her ümmetin peygamberi, insanlar arasında İlahi kanunları uygulamakla görevlidir.

Burada silsile söz konusudur.

Önce peygamberleri buyuruyor Allah; sonra da rabbani âlimleri.

Tevrat’ta geçen bu kanunlar cezaî ve hükümetî kanunlardır. Çünkü ayet diyor ki: "Biz Tevrat’ı gönderdik. Peygamberler ve rabbani âlimler bu kanunlara göre hükümet ediyorlardı." Buradan anlıyoruz ki Tevrat’ta hükümet ile alakalı kanunlar vardı.

Din ve siyaset İslam'da ayrı değildi.

Din ve siyasetin ayrı olduğunu söylemek istersek şu sonuç olur:

Kuran-ı Kerim'de yüzlerce ayet siyasi konular hakkındadır. Din ve siyasetin ayrı olduğunu söylersek Kuran-ı Kerim'den bu ayetleri çıkarmalıyız.

Tevrat’ta da hükümet ile alakalı, ceza ve mükâfat ile alakalı kanunlar vardı. Peygamberler, rabbani âlimler ve ahbarlar bu hükümlere göre hükümet edip hüküm veriyorlardı.

Tekrar etmek gerekirse, Tevrat’ta toplumsal ve hükümet ile alakalı kanunlar vardı ve peygamberler, rabbani âlimler ve ahbar (bilginler) Tevrat’taki bu kanunlara göre hüküm verirlerdi.

Âlimler, Allah'ın Kitabı’nı korumalıdır.

Hüküm verme âlimlerin sorumluluğundadır. Ayette geçen "Yehkumu" hem hükümet etme hem de hüküm verme manasındadır. Her ikisi de yönetimin görevidir.

Daha sonra şöyle buyuruyor: "Allah'ın hükmünü insanların korkusundan dolayı değiştirmeyin."

Korkmayın, cesaretli olun. Sözlerinizi cesurca söyleyin. 

Tahrif etmek, susmak, sır saklamak, Allah'ın kanunlarını çiğnemek vs.

Bunları az bir meta (para, değer) karşılığında yapmayın. Kuran-ı Kerim, dünya metasını az bir şey olarak nitelendirir. Aslında tüm dünya azdır.  Tüm dünyayı, Allah'ın hükmünü değiştirmek için verseler bile yine de azdır ve bunu yaparsak kaybettik demektir.

Allah'ın kanununun dışında başka bir kanunun peşine düşen ve ona göre hüküm veren kişi kâfirdir.

"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır."

Bu hitap Yahudilere olsa da Müslümanları da kapsamaktadır.

Çeviri: Celil Zengin