.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Cahiliye çağı, çeşitli alanlarda, teoride ve pratikte her türlü kötülüğün ve rezaletin sergilendiği bir sahne konumundaydı.


Cahiliye çağının en iğrenç yanı, sözünü ettiğimiz bu ahlaki çöküntü, bu yıkıcı anarşizmdi. Bu yüzden cahiliye toplumunda insanların en belirgin özellikleri saldırganlıktı. Geçerli olan yasa, orman kanunlarıydı. Toplumsal yabancılaşma, birbirini boğazlama, yağma ve talan cahiliye insanının temel uğraşısıydı. Kin ve intikam duyguları toplum hayatına damgasını vurmuştu.


Daha sonra İslam şafağı parlayıp, nurlarıyla tüm insanlığı aydınlatınca, ölümsüz ilkeleri ve göz kamaştırıcı hayat sistemiyle söz konusu kötülükleri ortadan kaldırdı; rezaletlerin kökünü kuruttu. Dünyanın bu bölgesinde yaşayan bu cahiliye toplumundan, inanç sistemi, şeriat, ilim ve ahlak olarak ‘insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmet' meydana getirdi.[1] Artık küfrün yerini iman, anarşizmin yerini düzen, cehaletin yerini ilim, savaşın yerini barış ve intikamın yerini merhamet aldı.


Cahili kavramlar birer birer ortadan kalktı. Yerine İslam’ın yeni ilkeleri yürürlüğe girdi. Peygamber Efendimiz (saa) ideal bir toplumun (ümmetin) temellerini attı ve toplumu gün be gün geliştirdi. İnsanlığa ahlak ve erdem nizamını sunar eder hale getirdi.


Müslümanlar, Kur'an sancağı altında saf tutup Resulullah'ın (saa) eşsiz önderliğinde hareket ettikleri sürece, kemal merdivenlerine tırmandılar, yücelikler ufkuna uzanıverdiler. Nihayet öyle bir kardeşlik örneği sergilediler ki, hiçbir sistem ve ilkenin böyle bir şeyi gerçekleştirmesi, ne ondan önce ne de ondan sonra mümkün olmadı. İnanç bağları, kan ve soy bağlarından daha güçlü hale geldi. İmani değerler ulusal ve kabilesel değerlerden daha üstün tutuldu. Müslümanlar, birbirleriyle kenetlenmiş, görkemli bir ümmet haline geldiler. Göklerinde kardeşlik bayrağı dalgalanıyordu. Hiçbir aykırı ses ve farklılığı körükleyen çağrı birliklerini bozamıyordu.


“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız en çok sakınanınızdır(en takvalı olanınızdır).”[2]


Kuran-ı Kerim her fırsatta Müslümanların ruhlarına manevi kardeşliği pekiştiren kavramları işliyordu. Değişik ayetleriyle ve birbirinden güzel hikmetli ve göz kamaştırıcı ifade tarzıyla bu husus üzerinde yoğunlaşıyordu.


Bir yerde kardeşliği, Müslümanlığın temel bir yasası olarak vurguluyordu:

“Muhakkak müminler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin.”[3]
 

Bir başka yerde, ayrılığın etmenlerine karşı uyarıda bulunarak, kardeşlik ilkesini bir kez daha pekiştiriyordu. Kalplerin kaynaştırılması ve İslam kardeşliği nimetini hatırlatıyordu. Cahiliye döneminin düşmanlık ve birbirini boğazlama nitelikli hayatının ardından varılan bu aşamanın insan onuruna yaraşırlığına dikkat çekiyordu.

“Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, Allah kalplerinizi birleştirdi. O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz.”[4]


İslam, manevi kardeşliği pekiştirmek için böyle çabalıyordu. Bölünme ve ayrılık getirecek çekişmelere karşı toplumu koruma altına alıyordu. Bunun için ölümsüz sisteminde, toplumsal bağları kuvvetlendirecek ilkelere, yasalara yer veriyordu. Şimdi, İslam’ın kardeşliği pekiştirici ilkelerinden örnekler sunalım:


1- Müslamanları, ırkçı söylemlerin ve ayrılıkçı çağrıların tutsağı olmamaları için yüksek bir bilince ve kardeşlik duygusuna sahip olma duygusu yönünde eğitmek gerekir. İslam, yüce Allah'a itaat ve O'nun hoşnutluğunu elde etmek adı altında, İslam ümmetini bu yüce hedefe doğru yönetilir. Buna göre; sevgi de, öfke de, verme de, vermeme de, yardım da, yüz üstü bırakma da Allah için olmalıydı. Bununla kardeşliği pekiştiren kulplar, halkalar sağlamlaşıyor, ayrılıkçı söylemler etkisizleşiyordu. Müslümanlar birbirine kenetlenmiş sağlam bir yapı görünümü kazanıyorlardı.


Ehl-i Beyt İmamları'nın (as) konuya ilişkin değerli sözlerinin bir kısmını, okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz:


İmam Bakır (as) diyor ki:

“Resulullah Efendimiz (saa) şöyle buyudu: ‘Bir müminin bir mümini Allah için sevmesi, imanın en büyük şubelerinden biridir. Haberiniz olsun! Allah için seven, Allah için öfkelenen, Allah için veren ve hiçbir şeyi vermediği zaman Allah öyle istedi diye vermeyen kimse, Allah'ın seçkin dostlarındandır(asfiyadır).'”[5]


İmam Sadık (as) der ki:

“Birbirini Allah için sevenler, kıyamet günü nurdan minberler üzerinde olurlar. Yüzlerinden bir nur, bedenlerinden bir nur ve minberlerinden bir nur her şeyi aydınlatır. Bu nurlarla tanınırlar. Denilir ki; bunlar birbirlerini Allah için seven kimselerdir.”[6]


Ali b. Huseyn (as) şöyle der:

“Yüce Allah öncekileri ve sonrakileri bir araya getirdiği zaman, bir çağrıcı yerinden kalkar ve herkesin duyabileceği şekilde şöyle seslenir: ‘Birbirlerini Allah için sevenler nerdeler?' Bunun üzerine bir grup insan bulundukları yerden ayağa kalkarlar. O'nlara şöyle denir: ‘Sorgusuz, sualsiz cennete girin.'


Giderlerken meleklerle karşılaşırlar. Melekler:


-Nereye gidiyorsunuz? derler.


Onlar:


-Sorgusuz, sualsiz cennete gidiyoruz, derler.


Bunun üzerine melekler:


-Biz birbirlerini Allah için seven insanlarız.


Bunun üzerine melekler:


-Peki, siz ne tür işler yapıyordunuz, diye sorarlar.


Bu adamlar derler ki:


-Biz Allah için sever, Allah için buğzederdik.


Melekler derler ki:


-Amel edenler için ne güzel bir ödüldür bu.”[7]


İmam Sadık (as) der ki: “Dinden dolayı sevmeyenin ve dinden dolayı buğzetmeyenin dini yoktur.”[8]


Cabir el-Ca'fi kanalıyla Ebu Cafer (as) şöyle dediği rivayet edilir:


“Sen de hayırlı olup olmadığını öğrenmek istersen kalbine bak. Eğer kalbin Allah'a itaat edenleri seviyor, O'na isyan edenlere kızıyorsa, sende hayır var demektir ve Allah da seni seviyordur. Ama eğer kalbin Allah'a itaat edenlere kızıyor, O'na isyan edenlere sevgi besliyorsa, sende hayır yoktur ve Allah da seni sevmiyordur. Kişi sevdiği ile beraberdir.”[9]


2- İslam, Müslümanları onları birbirleriyle kaynaştıracak şeylere teşvik eder. Böylece şeref, saygınlık ve huzura kavuşmalarını sağlar. Bunların başında, birbirine hakkı tavsiye etme, iyilikte dayanışma, adalette yardımlaşma ve ekonomik hayatın çeşitli alanlarında birbirine destek olma gelir. Şeriat geleneğinde Müslümanlar, bir aile gibidir. Bir ferdi mutlu eden ya da mutsuz kılan şey, tüm aileyi mutlu eder ya da mutsuz kılar.


Bu ailenin hayat anlayışı şudur:

“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler.”[10]


Bu ailenin sloganı, Resulullah Efendimiz'in (saa) şu sözüdür:

“Kim Müslümanların dertleriyle ilgilenmiyorsa onlardan değildir.”[11]


3- Müslümanları ayrılık ve düşmanlığa sebep olacak şeylere, çirkin hayâsızlığa, iğrenç sözlere, gıybete, koğuculuğa, hainliğe, sahtekârlığa karşı uyarmalı, bu tür olumsuzluklardan sakındırmalıdır. Fitne ve kargaşaya yol açacak etkenleri ortadan kaldırma mücadelesini vermelidir. Müslümanların bu mücadeledeki şiarları, Resulullah Efendimiz'in (saa) şu sözü olmuştur:

“Mümin, halkın malları ve kanları hususunda emin oldukları kimsedir. Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden esenlikte oldukları kimsedir. Muhacir ise kötülüklerden kaçıp hicret eden kimseye denir.”[12]


4- Müslümanlar arası sevgi ilişkilerini geliştirecek fırsatların doğmasına zemin oluşturulmalıdır. Karşılıklı ziyaretleşmeyi teşvik etme, dini amaçlı toplantı ve seminerler düzenleme, Müslüman toplulukların bulundukları yerleri görmeye yönelik geziler düzenleme olumlu girişimlerdir. Cemaat namazı ve hac mevsimine özgü toplu ibadet şekilleri bu kaynaşmanın en güzel şekilde gerçekleşeceği fırsatlardır.

[1] Al-i İmran, 110

[2] Hucurat, 13

[3] Hucurat, 10

[4] Al-i İmran, 103

[5] el-Vafi, c.3, s. 89

[6] AGE

[7] el-Bihar md. 15, c. 1, s. 283

[8] el-Vafi, c. 3, s.90

[9] el-Vafi, c. 3, s. 90

[10]  Fetih, 29

[11] el-Vafi, c. 3, s. 99

[12] el-Vafi, c. 14, s. 48