.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

İlahi takdirata rıza göstermek, kişinin, başına gelen olaylar yüzünden öfkelenip yakınmamasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır.[1]

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’a kulluk etmenin özü, sabretmek ve hoş olan veya olmayan olaylara rıza göstermektir. Sevdiği veya sevmediği her başına gelen konuda Yüce Allah karşısında rıza gösteren kişi için, sevdiği veya sevmediği başına gelen her şey, hayır olacaktır.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’ı en çok tanıyan kullar, onun takdiratına en çok rıza gösterenlerdir.

İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’ı tanıyan kişi onu, rızık vermesi konusunda yavaş davranmakla veya takdir ettiği şeyler konusunda suçlamamalıdır.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Mümin kulumu nereye döndürürsem onun hayrını orada bırakırım. Öyleyse benim uygun gördüğüme rıza göstersin; göndermiş olduğum sıkıntılara sabretsin; vermiş olduğum nimetlere şükretsin. İşte bunları yaparsa, ey Muhammed, onu yanımdaki sıddık kullardan birisi olarak yazarım.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Hz. Musa’ya (a.s) şöyle vahyedildi: Mümin kulumdan daha çok sevgi duyduğum bir varlık yaratmadım. Onu, sadece onun için hayır vesilesi olan imtihanlarda imtihan eder ve onun için kötü olan şeyleri ondan uzak tutarım. Onun yararına olacak şekilde ona menfaat ulaştırırım. Kulumun hayrını ben daha iyi bilirim. Öyleyse benim göndermiş olduğum sıkıntılara sabretsin, nimetler için de şükretsin ve benim takdir ettiklerime rıza göstersin. Amellerine benim rızam doğrultusunda şekil verirse ve emirlerime uyarsa onu sıddık kullarımdan birisi olarak yazarım.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah, mümin kulu için ancak ve ancak onun için hayır olanı takdir eder. Onu parça barça edecek olurlarsa bile bu onun hayrınadır. Doğuyla batı arasındakini ona verecek olsalar yine bu onun hayrınadır.

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’ın takdir ettiklerine rıza göstermesi beklenen ilk şahıs onu tanıyan şahıstır. Takdir edilen şeyler ilahi takdirata rıza gösterenlerin başına gelecektir ve bu kişiler büyük mükâfatlarını alacaklardır. Takdir edilen şeyler, ilahi takdirata rıza göstermeyenlerin başına da gelecektir ancak Yüce Allah onların mükâfatlarını silecektir.

İmam Zeynel Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: Züht, on aşamaya sahiptir ve zühdün en yüksek aşaması takvanın en düşük aşamasıdır. Takvanın en yüksek aşaması yakinin en düşük aşamasıdır ve yakinin en yüksek aşaması rıza’nın en düşük aşamasıdır.

Resulullah’ın (s.a.a) ashabın bir bölümüne seslenerek şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Siz kimsiniz? Bu soru üzerine, ashap; “Müminleriz” şeklinde cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İmanınızın belirtisi nedir? Ashap; “sıkıntılar karşısında sabreder, genişlik anlarında şükrederiz ve bizim için takdir edilene rıza gösteririz” deyince Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Öyleyse bu Kâbe’nin Allah’ına yemin ederim ki siz müminsiniz.

Diğer bir nakilde Resulullah’ın (s.a.a) ashabına şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Basiretinden ötürü neredeyse peygamber mertebesindeki hikmet sahibi âlimlersiniz.

Ancak burada şöyle bir soru insanın aklına geliyor: Bunu nasıl kabul edebiliriz? İnsanın başına türlü sıkıntılar gelmesine rağmen, hiç hoşlanmadığı durumlara uzun yıllar boyu maruz kalmasına rağmen, buna, kalben rıza göstermesi ve sabır aşamasından bir adım ileri geçip bu sıkıntılardan rahatsız olmaması nasıl düşünülebilir?

Cevap olarak şöyle diyebiliriz: Rıza göstermek ancak sevgi sonrasında gerçekleşebilir. Sevgi gerçekleşince rızayı da peşinden sürükler. Daha geniş bir cevap için şöyle diyebiliriz: Rıza makamı iki farklı aşamaya sahiptir. Düşük rıza ve yüksek rıza makamları.

Yüksek rıza makamına gelince bu aşamadaki insanlar başlarına gelen sıkıntılardan hiçbir rahatsızlık duymaz, belalar ve musibetlerden rahatsız olmazlar. Aynen savaş meydanındaki yiğit erler gibidirler. Savaşın kızgın anlarında bu askerler, almış oldukları derin yaraları bile hissetmeyebilir ve ancak vücutlarından akan kanı gördükten sonra yara aldıklarını fark edebilirler. Örneğin önemli bir işin peşinde aceleyle koşturan kişi ayağına batan dikeni fark etmeyebilir. Bunun sebebi, kişinin kalbinin yoğun bir şekilde başka bir şeye odaklanmasıdır. Kalp, yoğun bir şekilde bir şeyle uğraşırken diğer şeyleri unutur ve diğer şeylere karşı duyarsız hale gelir. Aynı şekilde âşık olan insanlar bir sıkıntıya maruz kaldıkları zaman, bu sıkıntıdan rahatsızlık duymayabilirler. Özellikle bu sıkıntı, maşuk tarafından gelen bir sıkıntıysa bundan kesinlikle rahatsızlık duymayacaklardır. Zira aşk ve sevgi onların kalbine egemen olmuştur.

Düşük rıza makamına gelince, bu aşamadaki insanlar başlarına gelen hoşlanmadıkları olaylardan ve sıkıntılardan rahatsızlık duyalar. Ancak kalben bu sıkıntılara rıza gösterir ve hatta akli olarak bu sıkıntıları arzuluyor bile olabilirler. Bu insanlar her ne kadar fiziki olarak bu belalar ve sıkıntılardan rahatsızlık duysalar da ilahi takdirata rıza göstermenin sevabını düşündükçe akli olarak bu sıkıntıları arzularlar. Örneğin sağlığına yeniden kavuşabilmek için cerrahtan damarını kesmesini ve kendisine hacamat yapmasını isteyen veya tabibe başvurup da acı ilaçlar alan kişi gibidir. Bu örneklerin tamamında bu kişi, kendisine uygulanacak olan işlemin acısını bilir. Ancak sonucunu düşünerek, kalben bu sıkıntı ve acılara katlanmayı kabul eder.

Şöyle anlatılır: Bir kadının ayağı sürçtü ve yere yığıldı; tırnağı koptu ve kan akmaya başladı. Kendisine; “düştüğünde bir yerin acımadı mı?” diye sorulunca şöyle dedi: Alacağım ödül, ağrıyı bana unutturdu.

Şöyle anlatılır: Mısır halkı, çok acıkınca Hz. Yusuf’un (a.s) yüzüne bakardı ve onun güzelliğine kapılıp açlığını unuturdu.

Kur’ân-ı Kerim’de bu olay, Hz. Yusuf’un (a.s) güzelliğine kapılıp da kendi ellerini kestiklerini bile fark etmeyen kadınların hikâyesi çerçevesinde anlatılmıştır.

Burada bilinmesi gereken önemli konu ise Allah’a el açıp dua etmenin rıza ile çakışmadığı gerçeğidir. Zira dua etmek bir tür ibadettir. Yüce Allah bizi bu ibadete davet etmiş ve dua etmeyen insanları birer kibir sahibi insan tanıtıp azaba uğratılacağını bildirmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.[2]

Burada bilinmesi gereken diğer önemli bir konu ise Yüce Allah’ın bizi günahlardan uzak durmak konusunda uyarmış ve günahların çirkin yüzünü insanlara tanıtmış olması sebebiyle günahlara karşı rıza göstermemektir. Hadislerimizde “herhangi bir günah yapıldığını görüp de bu günaha rıza göstermek” bizzat bu günahı yapmakla eşdeğer tutulmuştur.

Bir hadiste şöyle yazar: Doğuda bir insan haksız yere öldürülürse ve batıdaki bir insan kalben buna rıza gösterirse, (Allah nezdinde) bu insanı öldürenlerle suç ortağıdır.

Rızanın dünyevi yararı, insanı kalbi sıkıntılardan kurtarmak ve güzel bir şekilde ibadet edebilme imkânı sağlamaktır. Uhrevi yararı ise insana Yüce Allah’ın rızasını kazandırmak ve insanı onun gazabına maruz kalmaktan kurtarmaktır.

Yüce Allah (bir hadisi kutside) şöyle buyurmuştur: Benim uygun gördüklerime rıza göstermeyenler ve benim göndermiş olduğum sıkıntılara sabretmeyenler gidip kendilerine başka bir rab bulsunlar.

Rıza makamına ulaşmanın yolu, Yüce Allah’ın uygun görmüş olduğu şeylerin kişi için en uygun seçenek olduğu bilincine varmak ve her ne kadar bunu tam olarak anlayamayacak olsak bile aslında en iyi seçeneğin Yüce Allah’ın seçmiş olduğu seçenek olduğunu bilmektir. İnsanın üzülüp sıkılmasının bu takdiratta herhangi bir değişiklik yaratmayacağını bilmek, takdir edilen şeylerin mutlaka gerçekleşeceğini ve takdir edilmemiş şeylerin kesinlikle gerçekleşemeyeceğini bilmek kişiye bu yönde oldukça yardımcı olacaktır.

Geçmişte yaşananlar için üzülmek ve gelecekte olacak olanlar için tasalanmak ancak vaktin bereketini kaçırır ve kişiye kazandırdığı tek şey Allah’ın gazabıdır. Dolayısıyla yapılması gereken en uygun iş, bir âşık gibi davranıp sıkıntıların acısını unutmak ve bir hastanın ilaç peşinde bütün varlığıyla koşturduğu gibi, bir tüccarın para peşinde hırsla koşturduğu gibi Yüce Allah’ın rızası peşinde koşturmak ve “Allah, kulları hakkıyla görendir”[3]deyip bütün işlerde Allah’a sığınmaktır.

[1]     Beyyine, 8.

[2]     Mumin (Gafir), 60.

[3]     Âl-i İmrân, 15.