.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Hz. Musa (as)
Tevrat’ın çıkış bölümünün ikinci babında şöyle geçmektedir: İsrailoğullarından biri kişi[1]kendi kabilesinden bir kızla evlendi ve bir erkek çocuğu oldu. Çocuğun annesi Firavun’un memurlarının elinden kurtarmak için üç ay boyunca onu gizledi. Bir çocuğu sürekli gizlemek mümkün olmadığından dolayı, annesi bir sandık edindi ve onun pencerelerini zift ile kapladı. Ardından çocuğu onun içine bırakarak, onu Nil nehrinin sazlıkları arasına terk etti ama onun kız kardeşi o civarda bulunarak sandığın başına gelecekleri gözetliyordu.
Kısa bir süre sonra, yıkanmak için Nil’e doğru giden Firavun’un kızı sandığı gördü ve hizmetçilerinden birini sandığı getirmesi için gönderdi. Sandığı ona getirdiklerinde, açtı ve içinde ağlayan bir çocuğun olduğunu gördü. O çocuğa acıdı ve şöyle dedi: Anlaşıldığına göre bu çocuk İsrailoğullarındandır. O esnada çocuğun kız kardeşi ileri gelerek, o çocuğa süt vermesi için bir kadını getirme önerisinde bulundu. Firavun’un kızı bu öneriyi kabul etti ve çocuğun kız kardeşi kendi annesini onların yanına getirdi. Firavun’un kızı ona: Bu çocuğu kendinle götür ve süt ver, ben de senin ücretini ödeyeceğim, dedi. Birkaç yıl sonra çocuk büyüdüğünde annesi onu Firavun’un kızının yanına götürdü. Firavun’un kızı onu evlatlığa kabul ederek ona, (İbranicede “Sudan çıkarılmış”anlamına gelen, Moşe) Musa ismini verdi. Bu öykü, Kasas suresinde geçen öyküye yakındır. Bazı tarihsel hesaplamalar ve olayların derlenmesine dayanarak, bu olayların yaklaşık M.Ö. 1250-1300 yıllarında gerçekleştiği tahmin edilmektedir.
1. Bi’set
Tevrat’ın çıkış bölümünün üçüncü babında, Hz. Musa’nın (as) çölde, Horeb dağının eteklerinde yanan çalıların ateşini gördüğünü ve onların arasından Allah’ın sesinin geldiğini ve kendisiyle konuştuğu geçmektedir.
Kuran-ı Kerim’de Allah’ın Tuva vadisindeki bir ağaçtan çıkan ses vasıtasıyla konuşması şöyle geçmektedir:
“Onun yanına gelince: “Ey Musa!” diye (ona) seslenildi.” “Şüphesiz ben, senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar. Sen kutsal vadi olan Tuva’dasın…” “Ben seni seçtim. Şimdi vahy olunanı dinle…” “Şüphesiz ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. Şu halde bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl…” “Muhakkak kıyamet gelecektir. Herkesin gösterdiği çabanın karşılığını görmesi için onu gizlemekteyim…” “Ona inanmayıp da kendi heveslerine uyan kimse, seni ondan alıkoymasın. Yoksa helak olursun…”[2]
Tevrat’ta, Allah’ın Hz. Musa’ya (as) İsrailoğullarını Mısırlıların elinden kurtaracağına, Kenan topraklarını ve onun çok bereketli mekânlar olan sınırlarını onlara bağışlayacağına dair vaatte bulunduğu geçmektedir. Bu nedenle Hz. Musa (as) Firavun’un yanına giderek, ondan İsrailoğullarını serbest bırakmasını istemekle görevlendirildi. Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa’nın (as) diğer önemli bir görevine de değinilmektedir. O da, Firavun’un imana, salih amele, inkâr ve zulmü terk etmeğe davet edilmesidir. Hz. Musa (as) bir takım mucizelerle Mısır’a doğru yola koyuldu ve kardeşi Hz. Harun’un da onun yar ve yaveri olması kararlaştırıldı.
2. Mucizeler
Hz. Musa (as) çeşitli yöntemlerle İsrailoğullarını rahat bırakmazı ve onları özgür kılması için Firavun’a baskı yaptı.
Kuran-ı Kerim ve Tevrat’ta geçtiği üzere, Allah-u Teâlâ Hz. Musa’ya (as) mucizevî olarak, kendi asasını (Tevrat’ın eklediğine göre: ve kardeşi Harun’un asasını) ejderhaya çevirme ve elinden beyaz bir nur yayma gücü verdi. Firavun, Hz. Musa ile (as) yarışmaları için bir grup sihirbazı bir araya topladı. Adı geçen ejderha onların bütün araç ve malzemelerini yuttu. Bu durum üzerine onlar Hz. Musa’nın (as) işinin bir sihir olmadığını anladılar. Kuran-ı Kerim şöyle der: Onlar Firavun’un tehditlerinden hiç korkmadan Allah’a iman ettiler. Onların imanı Tevrat’ta geçmemiştir ve kitap ehli tarafından kabul görmemektedir.
Bu mucizelerden bir müddet sonra Mısırlılara azap indi ve her defasında Firavun Hz. Musa’nın (as) sözlerini kabul edeceğini ve İsrailoğullarını serbest bırakacağını vaat ediyor, ancak kendi vaadine amel durmuyordu. Tevrat’ta on çeşit azap dile getirilmektedir:
1. Mısırlıların sularının kana dönüşmesi.
2. Bu sularda kurbağaların çoğalması.
3. Sivrisineğin çoğalması.
4. Sineğin çoğalması.
5. Veba hastalığından dolayı Mısırlıların hayvanlarının ölmesi.
6. Mısırlıların ve hayvanlarının ur hastalığına yakalanması.
7. Üzerlerine dolu yağması, hayvanlarından ve tarlalarından büyük miktarının yok olması.
8. Çekirgelerin çoğalması.
9. Üç gün boyunca Mısırlıların evlerinin karanlık olması.
10. Bütün Mısır halkının ve hayvanlarının ilk dünyaya gelen evlatlarının[3]hatta Firavun’un dahi ilk çocuğunun helak olması.
Bu azaplardan bazıları Kuran-ı Kerim’de bir şekilde geçmektedir (Araf/130 ve 133). Kuran-ı Kerim ve Tevrat’ta açık bir şekilde beyan edildiği üzere Hz. Musa’nın (as) mucizeleri söylenen miktardan fazlaydı. Hz. Musa’nın (as) mucizelerinin sayısını dokuz olarak açıklayan ayetler,[4]onun (as) Firavun’u İsrailoğullarını serbest bırakmaya mecbur etmek için getirdiği mucizelerden söz etmektedir.
3. Denizden Geçiş
Tevrat’ta şöyle geçer: Sonunda Firavun teslim olarak, Musa ve Harun’u gece vakti çağırttı ve onlara: İsrailoğullarıyla nereye istiyorsanız gidin, dedi. Ardından onlar Mısır’ın doğusundaki Kızıl Denize doğru göç ederek orada konakladılar. Bir süre sonra Firavun verdiği karardan pişman oldu ve ordusuyla onların peşine düştü. Musa’nın kavmi uzaktan Firavun ordusunun geldiğini gördü. O anda Musa elini denize doğru uzattı. Deniz yarıldı ve suyu çekildi. İsrailoğulları rahatlıkla oradan geçtiler.[5]
O esnada Firavun’un askerleri oraya girdiler ve Musa Allah’ın izniyle tekrar bir el işaretiyle onları suda boğdu. Tevrat’ta Firavun’un kendisinin boğulması hususunda bir şey söylenmemiştir. Tevrat’a göre, Mısırdan çıkarken İsrailoğullarının sayısı çocuklar hariç yaklaşık bin erkekti. İsrailoğullarının Hz. Yusuf (as) zamanından Mısır’a girişlerinden Hz. Musa’nın (as) rehberliğinde Mısır’dan çıkışlarına kadar olan süre, dört yüz otuz yıldır (Çıkış, 12:37-40).
Kuran-ı Kerim ve hadislerden anlaşıldığına göre, İsrailoğulları Allah’ın emriyle Mısır’dan çıktılar, Firavun’un izniyle değil (Şuara/52). Aynı şekilde Kuran-ı Kerim’de açıkça beyan edildiği üzere, Hz. Musa (as) Allah’ın emriyle asasını denize vurdu ve elini denize uzatmamıştı.
İsrailoğulları Sina yarımadasının etrafında durakladılar ve orada onlara gökten “Şebnem”ve Arapça “Selva”denilen bıldırcın benzeri bir kuş indirildi ve onlar ondan yediler. Bu durum kırk yıl boyunca yani İsrailoğullarının çöllerde kaldıkları müddetin tamamı boyunca devam etti. Tevrat’a göre, Şebnem türü yemek “Men”yani kudret helvası olarak adlandırıldı. Çünkü İsrailoğulları onu gördüklerinde: “Man hu”yani “O nedir?”diye sordular.
4. Levhalar ve On Emir
İsrailoğullarının Mısır’dan ayrılışlarının üzerinden üç ay geçmişti. Hz. Musa (as) Allah ile sohbet etmek için Tur-i Sina’nın[6]zirvesine çıkma görevi aldı. Orada üzerine Allah’ın emirleri kazınan iki levha teslim aldı. Kuran-ı Kerim’de Levhalar “Elvah”yani çoğul olarak kullanılmıştır (Araf/145). Tevrat’ta geçtiği üzere (Çıkış, 20 ve Yasaların Tekrarı, 5), o iki levhanın üzerine çok önemli ve meşhur “On Emir”nakşedilmişti. Onlar şöyledir:
1. Benden başka tanrı edinmeyin.
2. Puta secde etmeyin.
3. Allah’ın ismini batıla kullanmayın.
4. Cumartesi gününe saygı gösterin.
5. Anne ve babaya ihtiram edin.
6. Adam öldürmeyin.
7. Zina etmeyin.
8. Hırsızlık yapmayın.
9. Komşulara[7]karşı yalancı şahitlik etmeyin.
10. Komşularınızın mal ve namusuna tamah etmeyin.[8]
Çıkış bölümünün 21. babından sonra bu hükümler hakkında açıklamalar gelmiştir.
5. İsrailoğullarının Buzağıya Tapması
Tevrat’ta şöyle geçmektedir: İsrailoğulları Musa’nın Tur-i Sina’dan dönüşünün geciktiğini görünce, Harun’un yanına gelerek ondan kendileri için bir tanrı yapmasını istediler. O da onların ziynet eşyalarıyla bir buzağı yaparak, onları ona tapmaya teşvik etti. Allah-u Teâlâ durumu Musa’ya bildirdi ve onları helak etmek istedi. Ancak Musa’nın şefaati sonucu onları helak etmekten vazgeçti. Musa o levhaları alarak İsrailoğullarının arasına geri döndü. Onların çirkin işlerini gördüğünde levhaları yere atarak kırdı. Ardından kardeşini kınamaya başladı. Buzağıyı yakıp, kül etti ve onu suya dökerek İsrailoğullarına içirdi. Sonra da kılıçlarınızı alarak yarım gün boyunca birbirinizi öldürün, emrini verdi.
Kuran-ı Kerim’de bahsedilen öykü, takriben aynı şekilde nakledilmiştir. Yalnızca Hz. Harun’un (as) yüce şahsı böylesine uygunsuz bir işten münezzeh kılınmıştır (Taha/90). Kuran-ı Kerim’e göre buzağıyı yapan, Samiri isminde bir şahıstır.
Kuran-ı Kerim’de “Samiri” isminin varlığına kitap ehli itirazda bulunmuş ve şöyle demişlerdir: Böyle birisi yoktur. Çünkü Samiri Filistin’deki Samira şehrine mensuptur ve o şehiri Hz. Musa’dan (as) yıllar sonra yaşayan Umra ismindeki bir padişah yapmıştır (Padişahların birinci kitabı, 16:24).
Merhum Allame Şeyh Muhammed Cevad Belaği (ra) bu itiraza: İsrailoğulları arasında hanedanı Şemruni olarak adlandırılan Şemrun b. Yessakar b. Yakub isminde bir şahıs vardı (Yaratılış, 46:13 ve Sayılar, 26:24). Arapçada Şemruni, Samiri olarak telaffuz edilmiştir, şeklinde cevap vermiştir.[9]
Tevrat’ta şöyle geçmektedir: Allah-u Teâlâ Musa’ya Allah’ın adı geçen nasihatleri üzerine yazması için kırılan levhalar gibi iki levha yontup hazırlaması emrini verdi. Kuran-ı Kerim’de de bu konuya değinilmiştir. (Araf/154)
6. Hz. Musa’nın (as) Vefatı
Her halükarda Hz. Musa (as) İsrailoğullarını özgür bıraktıktan sonra onların işlerini yoluna koydu. Kâfirlerle savaşmaları için onları hazırladı ve Allah’ın hükümlerini onlara öğretti. Hz. Musa (as), Sina çölünde bir devlet kurdu. Ömrünün sonuna kadar kendi kavminin dini ve siyasi önderliğini sürdürdü ve bunun detayları Tevrat’ta geçmektedir.
Hz. Musa (as) İsrailoğullarını bereketlendirdi ve yüz yirmi yaşında iken Bahr’ul Meyyit (Ölü deniz) civarındaki Moab isimli bir mekânda dünyadan göçtü. İsrailoğulları otuz gün onun için ağıt yaktılar. Bu olay Yasaların tekrarı bölümünde geçmiştir ve Tevrat onunla son bulur:
“Daha sonra Allah’ın kulu orada Moab topraklarında Allah’ın sözü doğrultusunda dünyadan göçtü ve onu Moab topraklarında Beyt-i Four’un karşısındaki vadiye defnetti.[10]Bugüne kadar da hiç kimse onun kabrini bilmemektedir. Hz. Musa (as) vefat ettiğinde yüz yirmi yaşındaydı. Fakat ne gözleri kararmıştı ve ne de güçsüz düşmüştü. İsrailoğulları Abarat-ı Moab’ta Hz. Musa (as) için otuz gün yas tuttular. Nihayet Hz. Musa (as) için matem tutma ve ağıt yakma günleri sona erdi. Yuşa b. Nun hikmet dolu bir ruha sahipti. Çünkü Hz. Musa (as) ellerini onun üzerine çekmişti. İsrailoğulları ona itaat ettiler ve Allah’ın Hz. Musa’ya (as) emrettiği doğrultuda amel ettiler. İsrailoğulları arasında Hz. Musa (as) gibi bir peygamber yoktu. Çünkü Allah onunla direkt konuşmuştur. Allah’ın onu Mısır topraklarını göndermesi ve vermiş olduğu mucizeleri Firavun’a ve diğer kullarına göstermesi İsrailoğulları içerisinde Hz. Musa’nın (as) o büyük heybetini ve güçlü ellerini göstermekteydi.” (Yasaların tekrarı, 34: 5-12)
[1] Hadislerde o şahsın ismi “İmran”ve Tevrat’ta ise “Amram b. Kahat b. Levi b. Yakub”olarak geçmektedir. (Çıkış, 6:14-20)
[2] Taha,11-16
[3] Eski kültürlerde ilk erkek çocuk özel bir konuma sahipti.
[4] İsra/101 ve Neml/12
[5] İslam âlimlerinden bir grup, bu denizin Nil nehri olduğunu söylemişlerdir. Tevrat’ta geçtiğine göre, İsrailoğullarının yaşadıkları yer ilk başından Nil nehrinin bu tarafındaydı ve içinden geçtikleri Kızıl Deniz Mısır sınırındaydı. Kuran’da geçen “Bahr”tabiri de denizle daha uyumludur.
[6] Tur, Süryanicede “Dağ”anlamındadır.
[7] Kitap ehli dokuzuncu, onuncu emirdeki ve Mukaddes Kitab’ın diğer emirlerindeki “komşu”kelimesinden maksadın “türdeş”olduğunu söylemektedirler.
[8] “Kendi komşunuzun evine tamah etmeyin. Komşunun eşine, kölesine, cariyesine, ineğine, eşeğine ve komşuna ait olan hiçbir şeye tamah etme.”Günümüz Yahudi ve Hıristiyanları birinci ve ikinci emri birleştirmişlerdir. Sonraki emirleri de bir derece yukarı çekmişlerdir. O durumda Komşunun eşinin, evinin, kölesinin, ineğinin ve eşeğinin dışında kalması için dokuzuncu emri komşunun eşine ve onuncu emri ona mensup diğer şeylere has kılmışlardır. Bu tedbir, Yasanın tekrarı bölümünün beşinci babında emirlerin açıklanması yöntemiyle tamamen uyumludur.
[9] el-Belagi, Muhammed Cevad, el-Huda ila Din’il-Mustafa, (Seyda: Matbaat’ul-İrfan, 1913) c.1, s.98-99.
[10] Defneden belli değil ve bazıları maksadın Allah olduğunu söylemektedir.