.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Hz. Abbas Fırat'ın o serin ve içilesi suyu karşısında kendine şöyle hitap eder:

“Ey Nefs! Hüseyin’den sonra yaşamanın ne önemi var! Ondan sonra baki kalmak mı!? Dudakları kuru bir halde, ölümle yüz yüze olan Hüseyin değil mi? Sen soğuk ve berrak su mu istersin? Allah şahidim olsun benim dinim bu bana asla izin vermez!”[1]

Evet, Kamer-i Ben-i Haşim Hz. Abbas kendi zamanının imamını benliğinden önce tutmayı dininden sayıyor…

İslam Dini esaslarından birisi hiç şüphesiz Allah Resulü Muhammed Mustafa'yı (saa) ve Ehl-i Beyt'ini kendinden benliğinden önde tutmak konusudur.

Bu konuyla alakalı İmam Hüseyin’in en bahtiyar yoldaşlarından birisi olan ve şehit olmadan yalnızca birkaç gün öncesine kadar Hristiyanlık üzere yaşayan ama Allah’ın lütfeyle doğru yolu seçen Vahab ibn-i Abdullah Kelbi’yi inceleyeceğiz.

İmam Hüseyin’in kafilesi Kerbela’ya doğru ilerliyordu. Salebiye çölüne vardıklarında İmam’ın gözü siyah bir çadıra ilişti. Bu çadır oğlu ‘Vahab’ ve yeni gelinleri ‘Haniye’ ile birlikte yaşayan oldukça yaşlı ‘Kamer’ adlı Hristiyan bir kadın aitti. Bu küçük aile geçimlerini ellerinde olan birkaç küçükbaş hayvan ile sağlamaktaydı. İmam çadırın başına kadar yaklaştı. Çadırda yalnızca yaşlı kadın vardı ve Vahab ve eşi hayvanları otarmak için dağlara götürmüştü. Hazret o yaşlı kadının halini hatırını sorduktan sonra su sıkıntısı çektiklerini gördü. O kerametlerle dolu elini yerde duran bir taşa uzattı ve hemen akabinde altından oldukça temiz bir su akmaya başladı. Yaşlı kadın bir hayli mutlu olmuştu ve İmama teşekkürler etti. Veda vakti geldiğinde ise İmam Hüseyin yaşlı kadına neden bu bölgeden geçtiklerini ve nereye gittiklerini söyledikten sonra buyurdu: “Bizlerin yardımcı ve dostlara ihtiyacı var. Oğlun Vahab geldiğinde ona bize ulaşmasını ve hakkı savunmak için bize yardım etmesini söyle.”

İmam gitmişti gitmesine ama yaşlı kadın hayranlıkla hala onun ardınca bakmaktaydı. İmamın azameti, kerameti, yoksula yardım edişi ve merhameti yaşlı kadının düşünce ve yüreğine işlemişti. Sanki kanatlanıp İmamın peşi sıra gitmek istiyordu. Sabretti ve sonunda oğlu Vahab ve gelini çıkageldi. Onlar çadırın yanı başında akmakta olan suyu gördüklerinde, bunun nasıl olduğunu sordular. Vahab’ın annesi tüm olup biteni onlara anlattı ve İmam’ın Vahab için olan sözlerini de oğluna söyledi. İmam Hüseyin’e hayran kalan bu üç kişilik küçük aile neleri var neleri yoksa hepsini toparlayıp İmamın kafilesinin peşine düştüler. Bir müddet sonra İmamın huzuruna vardıklarında kelimeyi şehadet getirip Müslüman oldular. Kerbela’ya kadar tüm yol boyunca İmamın kafilesi peşinden gittiler. (Vahab ve Haniye evleneli henüz dokuz gün olmuştu.)

Aşura günü gelip çatmıştı, Vahab’ın annesi ona şöyle seslendi: “Ey Oğul! Kalk ve Peygamberin kızı oğluna yardım et!” Vahab hemen cevap verdi: “Anacığım! Sen hiç merak etme. Mutlaka ona layığıyla yardım edeceğim.”

Vahab’ın annesi aynı güvercinini gökyüzüne özgürlüğe uçsun diye salan birisi gibi oğlunu savaş meydanına yolluyordu. Bir yandan gözlerinden yaş akıyor bir yandan da oğlunun İmam Hüseyin’in huzurunda şehadet şerbetini içip, sakallarının kendi kanıyla boyanacağına seviniyordu. Vahab’tan ayrılmanın ne denli zor olduğunu anlayan eşi Haniye ise onun er meydanına gitmesini istemiyordu. Ama annesi oğlunun gitmesinde ısrar ediyor ve şöyle diyordu: “Oğlum! Peygamberin evladına yardım etmediğin müddetçe asla sana hakkımı helal etmeyeceğim ve sen de İmam ve benim rızamı almadan öldüğün sürece asla İmam Hüseyin’in ceddinin şefaatine eremeyeceksin.”

Vahab artık savaş meydanına gelip, düşmanlarına meydan okuduktan sonra karşısına çıkan birçok kişiyi kılıçtan geçirmişti. Ardından annesinin yanına döndü ve şöyle dedi: “Anacığım! Artık benden razı oldun mu?” Annesi: “Sen İmam Hüseyin’in yolunda şehit olana değin senden razı olamam!” Vahap tekrar savaş meydanına döndü. Öylesine bir iman gücüyle savaşıyordu ki; düşman her iki kolunu kesene kadar birçok rakibini öldürmüştü.

Karısı eline aldığı bir sopa ile kocasının yanına kadar geldi ve dedi: “Ne mutlu sana! Bu tertemiz insanların yanında düşmanla savaştın.” Vahab eşini ne pahasına olursa olsun çadırlara döndürmeye çalıştı ama karısı şöyle dedi: “Seninle ölene kadar asla geri dönmem!” İmam Hüseyin buyurdu: “Bizim tarafımızdan size en güzel mükâfat ulaşacaktır, çadırlara dön.” Haniye geri döndü. Vahab savaşma gayreti ile düşmana saldırdı ama esir düştü. Daha sonra onu Ömer ibn-i Sa’d’ın yanına getirdiler. O melun, Vahab’ın yiğitlik ve asaletini gördüğü için şöyle dedi: “Ne kadar da cesaretlisin!” Sonra boynunun vurulması emretti ardından da o kesik başı İmam Hüseyin’e doğru fırlattılar.

Annesi oğlunun kesik başını kucağına alıp silmeye başladı ve şöyle dedi: “Allah’a hamd ve şükürler olsun ki; senin şehadetinle benim yüzümü ağarttı.” Derken başı yere bırakıp, çadırlardan birisinin direğini sökerek savaş meydanına ilerle ve düşman askerlerinin üzerine saldırıp ikisini öldürdü. İmam Hüseyin buyurdu: “Ey Vahab’ın anası! Çadıra geri dön, oğlun şu anda Allah Resulünün yanında.” O da çadırlar bölgesine geri döndü.

Haniye ise kendini bir şekilde başı bedeninden ayrılmış, kanlar içerisinde yatan Vahab’ın cesedine ulaştırdı. Bedenindeki kanları temizlerken şöyle dedi: “Cennet sana mübarek olsun yiğidim!”

O lanetlik Şimr bu sahneyi görünce Rüstem adındaki kölesine Haniye’yi öldürmesini emretti. Rüstem elindeki gürz ile Haniye’ye vurdu ve onu öldürdü. O kadın, Kerbela’da İmam Hüseyin’i savunmak için şehit olan ilk ve tek kadındı.[2]

- - - - - - - - -

[1] Biharu’l Envar, c.45, s.41; Ebu Mihnef, Maktel-i Hüseyin Tercümesi, s.97’den nakille

[2] Meali’s-Sıbteyn, c.1 s.286-288; Reyahinu’ş-Şeria, c.3, s.300-303