.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Ayet-i kerimede Yüce ‎Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.”[1]


Bir rivayette şöyle geçmektedir: “Bir gün Efendimiz’e (s.a.a.), Amellerin hangisi Allah‘a daha sevimlidir? diye sorduk. O, Vaktinde kılınan namazdır.” diye cevap verdiler.”

Namaz, bütün peygamberlere ve bizlere farz ‎kılınan,[2] ergenlik çağına gelmiş akıllı her ‎Müslümanın yerine getirmekle mükellef olduğu ‎bir ibadettir.‎


Bu ibadet, ilahî dinlerin ortak hükümlerinden ‎biridir. Peygamberler yüklenmiş oldukları ‎görevlerini ifa ederlerken, namaz ibadetinin ‎sağlamış olduğu manevî güçten sürekli destek ‎almışlar; inananlara ve nesillerine bu ibadetin ‎yerine getirilmesi noktasında en güzel örnekliği ‎göstermişlerdir.

Lokman (a.s.) oğluna; ‎‎"Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı ‎emret, kötü olana karşı koy, başına gelene ‎sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren ‎işlerdendir."[3] diyerek nasihat etmiştir.

Yüce ‎Allah da Sevgili Peygamberimiz’e ve onun ‎şahsında bütün inananlara“Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et”‎‎‎ buyurarak namazın ihmal edilemeyecek önemde ‎bir ibadet olduğunu ortaya koymuştur.


Bütün bu ve benzeri ayet-i kerimelerde değişik ‎boyutlarıyla hatırlatılan, inananları ‎kötülüklerden alıkoyan, onları belli bir disiplin ‎içerisinde tutan, ahlaki meziyetlerinin ‎olgunlaşmasını sağlayan, kardeşlik duygularını ‎pekiştiren, sevgi ve muhabbeti tazeleyen, ‎Rabbimize karşı hürmet ve şükran ‎duygularımızı, kıyamımızla, kıraatımızla, rükû ‎ve kulluğun zirvesi olan secdelerimizle ifade ‎etmeye çalıştığımız ibadetin adıdır namaz.‎

Namaz, Efendimiz’in (s.a.a.) sözlerinde, “gözümün nuru”, “dinin direği”, “amellerin en ‎sevimlisi ve faziletlisi” diye tarif ettiği ibadetin ‎adıdır.‎


Yüce Rabbimiz İsra Suresi’nin 44. ayet-i ‎kerimesinde, yerde ve göklerde var olan her şeyin ‎kendisini tesbih ederek kulluk vazifelerini ‎yerine getirdiğini ifade ederken, yaratılmışların ‎en şereflisi olduğu ifade edilen insanın Rabbine ‎kulluğunu arz etmemesi nasıl düşünülebilir?


‎Hacı Bektaş-ı Veli‘nin bir dörtlüğünde ifade ‎ettiği gibi: ‎

Helâl kaynamayan aş, aştan sayılmaz,
Hakk için akmayan yaş, yaştan sayılmaz,
Gövdem üzerinde başım var deme,
Secdeye gelmeyen baş, baştan sayılmaz.

Namaz ibadeti, bütün yaratılmışların ve ‎meleklerin kendi hâl ve lisanlarıyla yerine ‎getirmiş olduğu; tesbihat ve tefekkürü içinde ‎barındıran bir ibadettir.


Süleyman Çelebi bu ‎gerçeği şöyle ifade etmektedir: ‎


Çünkü her türlü ibadet bundadır,
Hakk’a kurbiyyetle vuslat bundadır.


O halde, biz inananlar olarak bu ulvî ibadete ‎azami derecede dikkat etmeliyiz ki, arkamızda ‎namaz kılan nesiller bırakabilelim. Bunu ‎yapmalıyız ki, her namazın sonunda selam ‎vermeden önce hayır dualarla anılanlardan, affı ‎ve mağfireti istenenlerden olabilelim.

Makalemizi Hz. İbrahim’in (a.s) hepimizin “âmîn” diye ‎karşılayacağını umduğumuz şu güzel duasıyla ‎bitirmek istiyoruz:

“Rabbim! Beni namaza ‎devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da öyle ‎kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”[4] ‎Âmin.‎

[1] Bakara/277

[2] Nisâ/103 

[3] Lokman/17

[4] İbrahim/40