.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Bu bölümde ve kazanç konusunda en önemli İslamî ahlak ve adap kurallarından söz etmek istiyoruz. Elbette şunu unutmamak gerekir ki meşgale ve işin kendine özgü davranış ve adabı vardır. Mesela bir banka memurunun işine özgü ahlak ve adabı, bir öğretmen veya eğitmeninkinden farklıdır. Bir inşaat işçisinin sahip olması gerekli davranış ve adap, bir holding yöneticisinin adap ve ahlakından farklıdır. Bu yüzden biz burada iş ve kazançla ilgili genel konulara dair İslam’ın bakış açısını inceleyeceğiz.

Her şeyden önce çalışma ve faaliyetin önemini, onun insan psikolojisi ve maneviyatındaki yapıcı rolünü hatırlatmak gerekir. Maişet/geçim olgusu ve onunla ilgili konular, insan hayatının en önemli ve köklü meselelerinden biridir. Hiç kimse yoktur ki bir şekilde geçimini düşünmemiş olsun. Bu mesele, özellikle toplumun genç kesimi için en temel konulardan biridir. Onurlu bir meslek ve uygun bir gelir, güzel ve başarılı bir yaşamın vazgeçilmez şartıdır. Bu yüzden işsizler, ekonomik açıdan muhtaç olmasalar bile başarılı insanlar sayılmazlar. Ancak iş ve çalışmakla insan yaşantısında açınma yaşanır, fert ve toplum için dünya ve ahiret saadeti sağlanmış olur.

Çalışmak ve onurlu bir işe sahip olmak, sadece geçimi sağlamak ve yaşamın maddi ihtiyaçlarını temin etmek için gerekli değildir. Bunun yanı sıra kişilik, onur, bağımsızlık ve özgüven duygusu oluşturmada son derece önemli olan faktörlerdendir. Kendi el emeğinin karşılığında geçimini sağlayan kişiler, içlerinde bir onur ve izzetinefis duygusu taşırlar, kendilerini toplumun aktif ve etkili bir üyesi görürler. Buna karşılık işsizlik, ümitsizlik ve eziklik duygusuna sebep olmakta, zafiyet hissine yol açmaktadır. İşsiz kişi, diğerlerinin gözünde toplumda faydasız bir unsurdur. Bu yüzden onun toplumsal kararlarda da ciddi ve aktif bir katılımı olmaz. İşsizlik veya uygun bir işe sahip olmamanın yıkıcı sonuçlarından biri de başkaları hakkında, özellikle de karar vericilerle ilgili olarak gerçek olmayan kötümserliktir ki bunun birey ve toplum için acı sonuçları olacaktır.

Bununla birlikte “çalışmak” toplumsal bir görev ve sorumluluktur. Yani hiçbir ihtiyacımız olmasa dahi yine de toplumsal vazifemiz ve ahlaki sorumluluğumuz işsiz kalmamamızı gerektirir. Şu anda oturduğumuz yerde birazcık etrafımıza bakınacak olursak diğer insanların çalışmalarının ürünlerine boğulmuş olduğumuzu görürüz; masa, sandalye, tahta, defter, kitap, kalem, çanta, duvar, kapı, pencere, cam vb. yüzlerce şey. Etrafımızı saran ve bize çeşitli faydalar sunan bunca ürün diğerlerinin çalışmalarının mahsulüdür. Burada insani ve ahlaki vazifemiz, bizim de diğerlerine hizmet etmemizi ve onların ihtiyaçlarından bir bölümünü gidermede pay sahibi olmamızı gerekli kılmaktadır.

İş ve İşçiye Övgü

Peygamberimiz (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarının yaşam şeklinin temelini oluşturan ayetlerde ve İslamî rivayetlerde çalışma ve kazanma konusunun rolü özellikle vurgulanmış, bununla ilgili müteaddit adap ve ahlak kuralları beyan edilmiştir. İş ve kazanç hakkında birçok hukuki düzenleme ve ahkâm zikredilmiştir. Aziz İslam dini, kendisi ve ailesinin geçimini sağlamak için çalışan kimseleri Allah yolunda cihad eden mücahitlerle aynı kefeye koymuş[1], hatta onlardan daha fazla mükâfata sahip olduklarını beyan etmiştir[2]. Peygamberimiz (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

العبادةُ سبعونَ جزءاً افضَلُها طلبُ الحلال

“İbadet yetmiş cüzdür, en faziletlisi helal kazanç peşinde olmaktır.”[3]

İmam Bakır (a.s), iş ve kazanç hakkında şöyle buyurmuştur:

من طلب [الرزق فى]الدنيا استعفافاً عن الناسِ و تَوسيعاً على اهلِهِ و تَعَطُّفا على جاره لَقِىَ اللّٰهَ عزوجل يومَ القيامةِ و وجهُهُ مثلُ القَمَرِ ليلةَ البدرِ

“Kim insanlardan müstağni olmak, ailesinin refahını artırmak ve komşusuna yardımcı olmak için dünyada helal rızık peşinde olursa kıyamet günü yüzü, on dördüncü gecesindeki ay gibi parlak olduğu halde Allah’a kavuşacaktır.”[4]

Kısacası İslam dini, insanın geçimini sağlamak için çalışmasını ibadetten ayırmamıştır. Hz. Resulullah (s.a.a) Tebük savaşından Medine’ye geri döndüğünde o hazretle birlikte savaşa gidememiş olan Sa’d[5]Ensari Peygamberi (s.a.a) karşılamaya geldi. Peygamber (s.a.a) onun kurumuş ve çatlamış ellerini görünce sordu: “Ellerin bir kaza mı geçirdi?” Sa’d şu cevabı verdi: “Ailemin giderlerini karşılamak için ip ve kürekle çalışıyorum.” Peygamber (s.a.a) onun ellerini öptü ve şöyle buyurdu: “Bu eller cehennem ateşinde yanmaz.”[6]

İşsizlere Serzeniş

İşsiz-güçsüz bir şekilde asalak gibi yaşayan ve çalışmaktan kaçınarak yüklerini başkalarının sırtına atan kimseler İslam ve din önderleri tarafından lanetlenmiştir. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

ملعونٌ من اَلقى كَلَّه على الناس

“Kendi yükünü insanların sırtına yükleyen kimse lanetlenmiştir.”[7]

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Hz. Musa Allah’a sordu: Allah’ım! Katında kullarından en çok gazap ettiğin hangisidir? Allah buyurdu: جيفةٌ بالليل بَطّالٌ بالنهارGeceyi sabaha kadar bir leş gibi uyuyarak geçirip gündüz de boş kalan kimsedir[8].”

İmam Sadık’ın (a.s) yarenlerinden biri şöyle der: O hazrete evinde oturup namaz, oruç ve Allah’a ibadet eden, kendi giderini temin etmek için çalışmayan ve bir şekilde Allah’ın ona rızık ulaştıracağına inanan kişinin durumunu sordum. İmam Sadık (a.s) şu cevabı verdi: Bu kişi, duası kabul edilmeyecek kimselerdendir[9]. Yani böyle birine Allah teveccüh etmez. O hazret bir başka rivayette onurunu korumak, borcunu ödemek, yakınlarına ve akrabalarına yardım etmek için çalışmayan kimseleri faydasız ve değersiz kimseler olarak tanımlamış, şöyle buyurmuştur:

لَا خَيْرَ فِي‏ مَنْ‏ لَايُحِبُ‏ جَمْعَ الْمَالِ مِنْ حَلَالٍ يَكُفُّ بِهِ وَجْهَهُ، وَ يَقْضِي بِهِ دَيْنَهُ، وَ يَصِلُ بِهِ رَحِمَه

“Helal yoldan bir kazanç sağlayıp onunla onurunu korumak, borcunu ödemek ve akrabaları ile sılayı rahimde bulunmak istemeyen bir kişide hiçbir hayır yoktur.”[10]

Fakat maalesef İslam tarihinde böylesine sapkın bir maneviyat, ahlak ve irfan algısını savunan meşhur kimseler olmuştur. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarının çalışıp kazanmanın değerini beyan eden onca vurgulu ifadelerine rağmen, birileri çıkıp yaşamın ihtiyaçlarını temin etme yolunda rızık peşinden gitmenin “tevekkül”e aykırı olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre tevekkül ehli olan kimseler, zamanlarını rızık peşinde ve maddiyat yolunda çalışmakta harcamazlar. Tevekküllü kişiler kendilerinin ve yakınlarının ihtiyaçlarını gidermek için bir köşeye çekilip dua ve ibadete koyulur, Allah’ın onlara rızık ulaştıracağına inanırlardı! Bundan daha tuhaf olanı ise şu idi: Onlar tevekkülle dilencilik arasında bir çelişki görmedikleri halde tevekkülle çalışmak arasında çelişki olduğunu düşünürlerdi!

İslamî öğretiler konusunda bu şekilde yanlış telakkisi olan meşhur zevattan biri Hasan Basri (ö: hicri 110) idi. O, “ibadet mi yoksa iş mi daha üstündür?” şeklindeki bir soruya şu cevabı verdi: “Fesubhanallah, hiç bu ikisi bir olur mu?! Kendisini ibadete vakfetmiş bir kişi çalışmakla meşgul olandan daha üstündür!” Daha sonra bu meselenin nedeni hakkında şöyle dedi: “Allah çalışmayı bırakıp kendisini ibadete vakfeden kişinin dünyada rızkına kefil olur, ama ahiretle ilgili işlerini kendisine bırakır. Eğer insan kendi uhdesine bırakılan işlerle, yani uhrevi konularla meşgul olursa Allah onun dünyevi işlerini idare edecek ve ona hizmette bulunacak birini gönderir. Eğer insan dünyevi işleriyle meşgul olmazsa onun yerine bu işleri yapacak birileri çıkacaktır. Fakat eğer ahiretle ilgili işlerini yerine getirmezse onun yerine bu işleri üstlenecek hiç kimse olmayacaktır.”[11]

Bu yanlış görüşe binaen çalışıp kazanmanın, ahiret doğrultusunda ve uhrevi sevap kazanma yönünde gerçekleşmesi imkânsızdır. Zira çalışıp kazanmanın sadece maddi yönü vardır, namaz ve orucun ise sadece uhrevi yönü vardır! Bu sapkın düşünce, tasavvuf akımının devam etmesiyle daha ilmi ve irfani bir boyut kazandı! Örneğin; tasavvuf akımının en büyük araştırmacılarından olan Ebul Hasan Ali b. Osman Hucviri (ö: hicri 465), Keşfu’l-Mahcubkitabında dilencilik konusunda sûfilerin mümkün mertebe Allah’tan başkasından bir şey istememelerini vurgulamakla birlikte kendisine bu işi yapmış olan bazı sûfileri eleştirme hakkını vermiyor. Aksine onların yaptığı işi mazur göstermek için dilenciliğin felsefesini anlatmaya çalışıyor. O kendince meşru zannettiği sûfilerin dilenciliği için üç felsefe ve üç temel delil zikretmiş:

Üstadlarımız – Allah onlardan razı olsun – üç sebeple dilenmeyi caiz görmüşlerdir: Birincisi kalbin boşalması ki olmazsa olmazdır. Onlar şöyle demişlerdir: Biz iki parça ekmeğe, gece ve gündüzü onu beklemekle geçirecek kadar değer vermeyiz. Yemek gibi hiçbir şeyle meşgul olmadığın bir iş yoktur… İkinci olarak dilenmekle nefsi riyazete çekmişler, onu zelil etmişlerdir… Üçüncüsü ise Hakk’ın merhametini halktan istemişlerdir. Dünyadaki tüm malları Allah’ın malı, halkı ise Allah’ın vekilleri olarak görmüşlerdir[12].

Sürekli Çalışmanın Değeri

İslamî maarif ve öğretilere müracaat edildiğinde İslam’ın azami ölçüde çalışmayı temel bir ilke saydığı görülür. İslam dini Müslümanın yaşantısında mümkün mertebe işsizliğe ve boşluğa fırsat bırakmayacak bir düzenlemeyi öngörür. Sürekli çalışmak ve bir işle meşgul olmak İslam’ın istediği bir şeydir. Elbette bu, İslam’ın boş vakit öngörmediği ve dinlenmeyi caiz saymadığı anlamına gelmez. Bilakis şu anlama gelir: İslam dini çalışmak ve çaba sarf etmenin dairesini o kadar geniş tutmuştur ki hatta boş zamanları da bu şekilde değerlendirmeyi uygun görmüştür. Boş vakitler konusunda daha detaylı bir şekilde meseleden söz ederken şunu belirteceğiz: Sırf bu yüzden bazı Müslüman düşünürler inkâr manasındaki şu soruyu sormuşlardır: “Acaba Müslümanın hayatında boş zaman diye bir şey var mıdır?”

Din Önderlerinin Hayatında Çalışmak

Tüm peygamberler ve imamlar, kendi ve ailelerinin yaşam giderlerini temin etmek için çalışıyordu.[13]Hiçbiri, kendisini çalışmaktan müstağni saymıyordu. Hâlbuki onların yerine çalışmayı onur sayan insanlar vardı; birçok maddi imkâna ve mali kaynaklara da sahiptiler. Biz bu konuda yüzlerce tarihi ve nakli örnekten sadece ikisini sunmakla yetineceğiz:

Muhammed b. Munkedir ismindeki bir şahıs şöyle diyor:

“Sıcak bir günde Medine’nin dışına çıkmıştım. Muhammed b. Ali’yi [İmam Bakır’ı (a.s)] gördüm; iki siyah köle ile birlikte çalışıyordu. Onun, dünya peşinde kendisini bu derece zahmete düşürmesini görmek beni rahatsız etmişti. “Ona nasihat etmeliyim” diye içimden geçirdim. Sonra kendisine yaklaştım ve selam verdim. Yorgunluğun şiddeti yüzünden hızlı şekilde nefes alıp verdiği, başından ve yüzünden ter döküldüğü halde selamıma cevap verdi. Ona yaklaştım ve şöyle dedim: “Hiç düşündünüz mü ölüm sizi bu halde bulacak olursa Allah’a ne cevap verirsiniz?!” İmam Bakır (a.s) şu cevabı verdi: “Eğer bu halde ölüm bana gelecek olursa, gerçekten Allah’a ibadet ettiğim bir halde ölümle buluşmuş olacağım. Ben bu ibadetle, kendimi ve ailemi senden ve diğerlerinden müstağni kılıyorum. Ancak Allah’a karşı günah işlediğim bir durumda olursam, ölümün bana gelmesinden korkmam gerekir.”[14]

İmam Sadık’ın (a.s) dostlarından biri şöyle diyor:

“İmam Sadık’ı (a.s) elinde bir kürek ve üzerinde kaba bir elbiseyle şahsi tarlasında çalışırken gördüm; sırtından ter süzüyordu. O hazrete şöyle arz ettim: “Müsaade edin ben sizin yerinize çalışayım.” İmam şu cevabı verdi: “Ben, insanın geçimini sağlamak için yakıcı güneşin altında zahmete katlanmasını seviyorum.”[15]

[1]     İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Ailesinin giderlerini temin etmek için çalışan kişi Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. “الكادُّ على عيالِهِ كالمجاهِدِ فى سبيلِ اللّٰهِ” (el-Kafi, c.5, s.88).
[2]     İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Ailesinin ihtiyacını temin etmek için Allah’ın rızkını arayan kişi, Allah yolunda cihad eden kimseden daha üstün mükâfata sahiptir. (el-Kafi, c.5, s.78).
الذى يَطلُبُ مِن فضلِ اللّٰهِ عزوجل ما يَكُفُّ به عيالَه اعظمُ اجراً من المجاهدِ فى سبيلِ اللّٰهِ عزوجل
[3]     el-Kafi, c. 5, s. 78.
[4]     A.g.e, s. 78.
[5]     Peygamberimizin ashabı arasında “Sa’d” isminde birkaç kişi vardı. Tarihçiler bu rivayette ismi geçen “Sa”d Ensari”nin, “Sa’d b. Muaz mı yoksa “Sa’d b. Ubade” veya başka biri mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Elbette bu mesele bizim için önemli değildir. Burada önemli olan Peygamberimizin (s.a.a) çalışan ve yaşantısının giderlerini temin etmek için çaba sarf eden kimselere nasıl davrandığını göstermektir.
[6]     Usdu’l-Gabe fi Marifeti’s-Sahabe, İbn Esir, c. 2, s. 269.
[7]     Bihar’ul Envar, c. 77, s. 142.
[8]     Sefinetu’l-Bihar ve Medinetu’l-Hikem ve’l-Asar, Şeyh Abbas Kummi, c. 8, s. 368.
[9]     el-Kâfi, c. 5, s. 77, Babu’l-Hess ala’t-Talebi ve’t-Taarruzi ala’r-Rızk, h. 1.
[10]    A.g.e, c. 5, s. 72, Babu’l-İstiane bi’d-Dunya ala’l-Ahiret, h. 5.
[11]    Kutu’l-Kulub fi Muameleti’il-Mahbub, Ebu Talib Mekki, c. 2, s. 58.
[12]    Keşfu’l-Mahcub, Ebul Hasan Ali b. Osman Hucviri, Tashihi Mahmud Abidi, s. 527-528.
[13]    Bkz. El-Kâfi, c. 5, s. 75-76.
[14]    A.g.e, s. 73-74.
[15]    A.g.e, s. 76.