Kur'an | Ehlibeyt

Kur'an'da Dil Kavramı

“Ona konuştuğu bir dil vermedik mi; söz söyleme, yeme ve içmede ona yardımcı olan iki de dudak?”

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Dil Nedir?

Dil, sözlük anlamı, yani gırtlağın hareketli ve kaslı organı, konuşmanın en önemli aracı, Farsça ve İngilizce gibi bir millete ya da topluluğa özgü söyleyiş olması bir yana, karmaşıklığı ve geniş kapsamı göz önünde bulundurulduğunda yüzyıllardan bu yana süren derin araştırmalardan sonra bile hâlâ olması gerektiği gibi tanınamayan insanın varlığındaki esrarengiz yönlerden biridir.

Tabii ki bu konu tüm araştırmaların merkezidir: Dil, irtibat kurma ve mesajı iletmede insan zihninin güçlerinden biridir. Konuşma ve söz, bu gücün semiyolojisi ve harici zuhurudur. Hatta kendi başımıza düşünce halindeyken ve hiç kimseyle konuşmuyorken de, söze dökmeksizin dil gücümüzü kullanır ve ondan yararlanırız. Bir felaket ve hadise sonucunda veya anadan doğma dilsiz olanlar da dil nimetinden nasipsiz değildir. Tek fark, dili kullanırken fonetik işaretler veya söz yerine hareket sembollerinden (el ve dudak hareketlerinden) yardım alırlar.

“Lisan” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de birkaç kez kullanılmıştır. Bu kelimenin Kur’an’daki kullanımları incelendiğinde Kur’an’ın bu kelimeyi kimi zaman “lugat” anlamında kullandığı görülecektir. Kelime, aşağıdaki ayetlerde bu anlamda geçmektedir:

 وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ 

“Her peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik.”[1]

 وَهَٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا 

“Bu ise (Musa’nın kitabıyla) ahenk içinde Arapça bir kitaptır.”[2]

 يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَـذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ 

“Derler ki: Ona birisi öğretiyor. [Bu Kur’an’ı] nispet ettikleri kişinin dili lâldir, oysa bu [Kur’an] apaçık Arapça’dır.”[3]

 نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ 

“Korkutanlardan olman için Ruhu’l-Emin onu apaçık Arapça olarak kalbine indirdi.”[4]

Bu ayetlerdekine benzer biçimde Meryem suresi 97. ayette şöyle geçmektedir[5]:

 فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّقِينَ وَتُنذِرَ بِهِ قَوْماً لُّدّاً 

“Kesin olan şu ki, muttakileri müjdelemen ve çatışma peşindekileri de korkutman için bu Kur’an’ı senin dilinde kolaylaştırdık.”

Kur’an’da “lisan” kelimesi için kullanıldığı düşünülebilecek bir diğer kavram da “konuşma ve söz”dür.

 وَأَخِي هَارُونُ هُوَ أَفْصَحُ مِنِّي لِسَاناً فَأَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءاً 

“Kardeşim benden -söz söylemede- daha düzgün konuşuyor, öyleyse onu benim yanımda yardımcı olarak gönder.”[6]

 لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُدَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ 

“İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir.”[7]

Kur’an’ın lisan kelimesini kullanımından çıkarılan üçüncü kavram “konuşma ve kalpte olanı izhar aracı veya gücü”dür.

 وَلِسَاناً وَشَفَتَيْنِ 

“Ona konuştuğu bir dil vermedik mi; söz söyleme, yeme ve içmede ona yardımcı olan iki de dudak?”[8]

Muhtemelen عَلَّمَهُ الْبَيَانَ ”[9]  ” cümle-i şerifindeki “beyan” da aynı anlamı ifade etmektedir. Merhum Allame Tabatabai bu ayeti izah ederken şöyle yazar:

Beyan, bir şeyi aşikâr etmektir. Bununla kastedilen, insanın kalbindeki izhar etmesidir. Bu, en hayranlık uyandıran nimetlerden ve insana bunun öğretilmesi, Allah’ın insana özgü lütuflarındandır.

O halde söz ve beyan, sadece akciğer ve hançerenin işlevi ve ses üretimi değildir. Bilakis insan, ilahi ilhamla, ses ve ahenk dizisinden harf, harflerin birleşmesinden de muhatabın algısına görünmeyen şeyleri görünür kılacak ve söz söyleyene irili ufaklı, gizli saklı hakikatleri ortaya koyarak dünyanın geleceğini tasvir etmeye güç verecek anlamı ifade etmek üzere işaretler üretir. Bu sayede de, inşayı gerçekleştiren kişi, insanın sadece kendi düşüncesiyle erişebileceği hissedilmeyen anlamları hazırlayabilir.

Allame Tabatabai, daha sonra felsefi-sosyolojik bir tahlille, toplumsal medeniyetin ve insanlık ailesinin gelişmesinin, insanın konuşma kabiliyeti olmaksızın, anlatma ve anlaşma kapısını açmaksızın kolay olamayacağı mevzusuna değinir. Eğer ondaki bu özel yetenek var olmasaydı insan diğer varlıklardan farklı olmayacaktı.

Sonunda Allame, lafzın mana ile irtibatına işaret eder: Lafızların alamet yapılması ve anlamların yerine konması göreceli bir şeydir ve insanın toplumsal hayatının icabıdır. Aynen bir lafzı muhatap için ifade ettiğimizde adeta manayı sunmuş olduğumuz gibi. Daha sonra bir diğer basamakta insanoğlu “yazı”yı lafızlar için alamet ve işaret yaptı. Öyleyse “yazı” da “kelâm”ın hedefinin tamamlayıcısı ve onun görünümüdür. “Kelâm”ın, anlamın görünümü olması gibi.[10]

Söylenenler karşısında, dilin ve sözün kabiliyetinin insanın varlığının özelliklerinden ve onun varoluşuna tabi olduğu; su, hava ve taş gibi bağımsız tezahürler olmadığı sonucu çıkarılabilir. Tıpkı dil ve sözün, elde etme ve eğitime ihtiyaç duyuran yazının tersine, insanın doğasında kökü bulunan ve her sağlıklı insanın önceden bahşedilmiş bu gücü otomatik olarak belirli ses işaretleri kalıbına dökebileceği -içinde yaşadığı topluma uygun olarak- Allah vergisi bir şey olduğunun söylenebileceği gibi. Aynı nedenle, ünlü dilbilimci Saussure’dan nakledilen tanımlardan birine göre dil, parçalarının birbirlerine tam bağımlılığı bulunduğu ve her birimin değerinin onun birleşik haline tabi olduğu birbirine bağlı işaretler toplamıdır (yapı, sistem=structure).[11]

- - - - - - - - -


[1]     İbrahim, 4.

[2]     Ahkaf,12.

[3]     Nahl 103.

[4]     Şuara 193-195.

[5]     Bkz: el-Keşşaf, c. 3, s. 48; el-Mizan, c. 16, zikredilen ayetin tefsiri, ayrıca: Duhan 58.

[6]     Kasas 34.

[7]     Maide 78, Fetih 11 ve Nur 24.

[8]     Beled 9.

[9]     Rahman 4.

[10]    El-Mizan, c. 19, s. 95-96, özetleyerek ve bazı kısımları seçerek.

[11]    Necefi Ebulhasan, Mebani-yi Zebanşinasi’den nakille, s. 8.