Kur'an | Ehlibeyt

Allah’a Giden Yolu Bulmak

Sahte ve bâtıl inançların bariz bir özelliği insan fıtratıyla uyuşmayan öğretiler içermektir.

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

.

Allah’a Giden Yolu Bulmak İçin Akıl ve Nakilden Yardım Almak

İrfanî seyir, yani Allah’a doğru seyir halinde olmanın genel hedefi Allah’a yakınlık kazanmaktır. Bu seyir, bir noktadan yani kişinin mevcut konumundan başlayıp ‘indellah’, ‘likaullah’, ‘fenafillah’ ve benzeri tabirlerle anılan nihai hedefte son bulur. Ancak burada andığımız bu tabirlerin her biri normal müminlerin anlayamadığı karmaşık anlamlara sahiptir ve bu kavramların anlamını ancak bu hakikatlere ulaşmış olan insanlar anlayabilir. Normal müminler bu kavramlar sayesinde ancak bu hakikatlerin uzak bir görünümünü akıllarında canlandırabilirler. Sonuç itibariyle bu başlangıç noktası ve bitiş noktası arasında gidilmesi gereken uzun bir yol vardır ve bu yolda ilerleyenler, içinde bulundukları kusurlarla dolu halden adım adım çıkıp kemallerine doğru ilerlerler. Bu kemal ise görecelidir ve sınırsız aşamaya sahiptir. Burada bu yolun başlangıç ve bitiş noktası arasındaki mesafenin nasıl gidilmesi gerektiği, irfânî makamlar ve insanî kemallere nasıl varılabildiğiyle ilgili gerekli bilgileri vermeye çalışacağız.

Daha önce açıklandığı gibi insandaki irfânî temayül ve Allah’a yönelme isteği fıtrî bir eğilimdir. Bu gerçekten yola çıkarak irfân yolunun ve Allah’a giden yolun aynı şekilde insan fıtratına ters olmaması gerektiğini genel bir kural olarak tanıyabiliriz. Dolayısıyla bir takım irfânî akımlarda insanın fıtratıyla uyuşmayan bazı ameller Allah’a giden yolun koşulları olarak insanlara söyleniyorsa işte bu, o irfân kolunun sahte ve uydurma olduğunu gösteriyor. Bu kural genel olarak İslam dini için geçerlidir ve yüce Allah bu gerçeği Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatıyor:

 فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتِي فَطَرَ النّاسَ عَلَيْها لا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللّٰهِ ذلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ 

“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”[1]

Sahte ve bâtıl inançların bariz bir özelliği insan fıtratıyla uyuşmayan öğretiler içermektir. Aynı gerekçe gereğince insan fıtratıyla uyumlu olmayan İslam içi akımlar da birer bâtıl ve saptırılmış akımdır.

Sonuç olarak bu uzun yolun özelliklerini, aşamalarını, menzillerini ve nasıl gidilmesi gerektiğiyle ilgili gerekli bilgiyi almak için ilk bakışta önümüzde iki seçenek gözüküyor: Akıl yolu ve nakil yolu. Bunu söylerken Allah’a giden yolun iki yol olduğunu söylemiyoruz. Allah’a giden yol birdir elbet ancak bu yolu iki şekilde tanıyabiliriz.

Nakil yolu, daha önce bu yolu gitmiş olan insanlardan yardım almak ve bu insanların dediklerinden yararlanmak anlamındadır. Bu yol, ancak Allah Resulü (s.a.a), Kur’an ve Ehlibeyt (a.s) tarafından sunulmak kaydıyla tam güvenli bir yol olarak kabul edilebilir. Diğer insanların dedikleri yol gösterici olamaz. Zira bu insanların gerçekten bu makamlara varmış olduğunu bilemeyiz, bu insanların gerçek diye zannettikleri şeyin bir hayal olup olmadığını veya bu insanların art niyetli insanlar olmadığını kesin bir şekilde bilemeyiz.

Nakil yolu söz konusu olduğunda bütün peygamberlerin (a.s) bu gerçekleri insanların anladığı dille bulundukları toplumun kapasitesince insanlara sunmaya çalışmasına rağmen çeşitli nedenlerden dolayı bu hakikatlerin zaman içinde tahrifler ve değişimlere uğradığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Bu sebepten dolayı yüce Allah Peygamber efendimizi (s.a.a) değiştirilemez olan ilahi kitap yani Kur’an ile gönderene dek geçmiş peygamberlerin başlıca önemli görevlerinden birisi değiştirilmiş olan önceki ilahi inançları düzeltmeye çalışmak olmuştur. Ancak yüce Allah’ın, peygamberi (s.a.a) aracılığıyla insanlara anlatmak istediği tüm konuların detayları Kur’an’a sığacak kadar kısıtlı değildir ve bu kitap bu hakikatleri ancak sıkıştırılmış bir şekilde insanlara aktarabilmiştir. Ayrıca Resulullah’ın (s.a.a) mübarek ömrü bu hakikatleri detaylı bir şekilde anlatmaya yetmedi ve Peygamber efendimiz (s.a.a) bu önemli görevi on iki imamlara (a.s) devretti. Bu nedenle insanın saadeti için gerekli olan bütün hakikatlerin kökünü Kur’an’da görebiliyoruz ancak detayını ve anlatımını Resulullah’ın (s.a.a) sünneti ve Ehlibeyt’in (a.s) anlatımında buluyoruz.

Akıl yolu olarak bahsettiğimiz yol, hak yolu ayırt etmek yönünde aklî değerlendirmelerle elde ettiğimiz genel kurallardır.

Burada şöyle bir soru aklınıza gelebilir: İrfan, kalbî ve şuhudî bir eylemdir; akıl ise kavramlar, düşünce ve delillerle ilgilidir. Akla ve delillere dayalı bir bilgi ve marifet, şuhudî ve kalbî marifet ve bilginin karşısındadır. Durum böyle iken irfân yolunda ilerlemek için nasıl akıldan yardım alabiliriz?

Cevap şu ki biz burada aklı, bu yolda ilerlemek için değil de yolun teşhisi için kullanacağız. Diğer bir deyimle akıldan beklediğimiz şey bizi hedefe ulaştırması değil, yalnızca yolu bize göstermesidir. Evet, irfân yolunda ilerlemek için kullanacağımız araç elbette ki kalptir, ancak akıl bir rehber gibi doğru yolu kalbe gösterebilir. Bu önemli görevi aklın yanı sıra nakil de üstlenebilir. Nakil yolundan bahsederken bu yolu daha önce gitmiş olan güvenilir kişilerin anlatımlarından yararlanabileceğimizi söyledik. Burada bu görevi akla yüklerken aklın yol gösterici olma yönüne işaret ediyoruz.

Diğer bir deyimle irfânın özelliklerini ve bu yolun niteliklerini kaçınılmaz olarak akıl veya nakilden almalıyız. Zira bu bilgiyi irfânın kendisinden alacak olursak kısır döngüyle karşılaşırız. Yani sağlıklı bir irfân seyri için önceden bir seyir yapmış olmamız lazım gelir.

Kendisini ârif olarak tanıtıp da türlü irfânî kolun doğmasında imzası olanlar her zaman nakil yolunu tercih ediyor. Yani örneğin “filanca büyük falan irfânî makama varabilmek için şu ameli yapmalısınız buyurmuştur” şeklinde sözler söylüyorlar. Daha önce söylediğimiz gibi bu yöntem ancak gerçekten güvenilir insanların buyrukları için geçerlidir ve bunca hassas bir yolda ancak ve ancak masum zatların buyruğu değer taşıyabilir. Bu yolda masum olmayan diğer insanların buyruklarına güvenmek büyük bir yanlıştır. Ancak ve ancak masum insanların buyrukları sorgusuz sualsiz bir şekilde kabul edilebilir.

Masum zatlardan yararlanmak ise direkt ve aracı vasıtasıyla olmak üzere iki şekilde gerçekleşebilir. Bizzat masum zatın huzuruna varabilirsek ve irfân yoluyla ilgili birtakım gerçekleri bu zatın kendisinden öğrenirsek ne mutlu halimize. Ancak içinde olduğumuz zaman diliminde bu tür bir nimetten yararlanamayacağımız açıktır. Dolayısıyla dolaylı bir yararlanmaya mahkûmuz. İşte bu durumda ancak masum zatın buyruğunu bize ulaştırmış olan aracıların güvenilir olması durumunda veya bu buyruğun tevatür[2] aşamasına ulaşmış olması durumunda bu buyruk kabul edilebilir.

Buna bağlı olarak tasavvuf fırkalarının birçoğu sahip oldukları öğretileri on iki imamlardan (a.s) aldıklarını söylüyorlar. Sünni tasavvuf fırkalarının birçoğu bile sahip oldukları değerleri Hz. Ali’den (a.s) almış olduklarını söylüyorlar. Şeyhlerinin Hz. Ali’den (a.s) başladığını söyleyen Sünni tasavvuf kollarının sayısı az değil. Şii tasavvuf fırkaları içinde ilk şeyhlerinin İmam Rıza olduğunu söyleyen birçok fırkaya rastlayabilirsiniz. Aynı şekilde şeyhlerinin başlangıcı olarak İmam Cafer Sadık’ı (a.s) gösterenler de az değil.

Bütün taassupları bir kenara bırakıp da insaflıca düşünecek olursak bu iddiaların hiçbirinin güvenilir olmadığını ve delil olarak gösterilen kanıtların hiçbirinin inandırıcı olmadığını göreceğiz. Bu fırkaların içinde şecere sahibi olanlar da var. Yani masum imama kadar giden şeyh silsilesini isimleriyle kayıt altına almışlar. Ancak bu şecerelerin hiçbiri inandırıcı değil ve şecerede ismi geçen şahısların güvenirliğiyle ilgili inandırıcı bir veriye sahip değiliz. Bu fırkaların günümüzdeki en yüce şahsiyeti, yani kutup dedikleri kişilerin yaşam tarzına ve hal ve hareketlerine baktığımızda bazen insanın güvenini tamamen sarsacak davranışlarla karşılaşabiliyoruz. Bu kişilerin içinde, kutup, şeyh ve benzeri unvanları, içlerindeki makam ve dünya tutkunluğu hissini tatmin etmek için kullanan kişilerin sayısı az değil.

Bu sebeple bu tür anlatımlara inanmamız mümkün değildir. Özellikle bu fırkaların kullandığı yöntemlerin birbirinden çok farklı olmasını göz önünde bulundurursak bu tereddüt daha da artıyor. Ayrıca bunu bize aktaran aracıların kendi güvenilirliği kesin değildir. Bu aracılar içinde çok değerli zatlar vardır elbet ancak bir senet silsilesi içinde bir kişinin çürük olması bile bütün senedin itibarını sarsıyor. Bütün bunlara ilaveten bu fırkaların öğretileri içinde kitap ve sünnetle örtüşmeyen birtakım öğretiler de var.

- - - - - - - - - - - -


[1]     Rum, 30.
[2]     Tevatür aşamasına ulaşmış olan ve mütevatir hadis olarak bilinen hadis, bu hadisi nakletmiş olan râvilerin çokluğu sebebiyle bunca sayıda râvinin bir yalan uydurduğu ihtimalini ortadan kaldıran hadistir.