Yaşam | Aile&GNÇ

Maddi ve Manevi Yoksunluk

Freud, ebeveynin çocuğun biyolojik ihtiyaçlarını karşılama şeklinin onun kişilik gelişiminde önemli etkisi bulunduğuna inanıyordu.

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Yoksunluğun Tanımı

Karroll, yoksunluğu, motivasyonu tatmin etmede engel çıkması sonucunda oluşan hal olarak tanımlamıştır. Good açısından yoksunluk, bir arzuya ulaşmada veya bir ihtiyacı karşılamada yaşanan duraksamadan kaynaklanan heyecan gerginliğidir. Kolesnik ve Gilmer de şöyle der: Herhangi bir şey önemli bir hedefe ulaşmamızı engellediğinde yoksunluk ortaya çıkar.

Mengel (1989) bu tanımları açıklayıp izah ettikten sonra yoksunluk için aşağıdaki özellikleri saymaktadır:

1) Yoksunluk, bireyin çabasının başarısızlıkla sonuçlandığı aşamaya veya duruma işaret etmektedir.

2) Yoksunluk halinde birey, ihtiyaçlarını giderme veya ilgi duyduğu hedeflere ulaşma yolunda bir engel hisseder.

3) Hedefin önemi ve engelin şiddeti yoksunluğun çapını büyütür.

4) Yoksunluğun sebebi bireyin bizzat kendisiyle veya onun çevresiyle ilgili olabilir.[1]

Yoksunluk kısa süreli veya uzun süreli olabilir. Eğer bireyin temel ihtiyaçlarından biri karşılanmazsa veya yeterli biçimde karşılanmazsa diğer ihtiyaçları da etkisi alabileceği ve sonuçta da kişinin ruh sağlığının sorunla karşılaşacağı ihtimal dâhilindedir. Bu bölümde yoksunluğa tepkilerin çeşitlerini ve her bir ihtiyacın karşılanmamasının muhtemel sonuçlarını inceleyeceğiz.

* * *

Yoksunluğa Tepki

Bireylerin yoksunluk karşısındaki tepkileri kişinin özelliklerine ve yoksunluğun mahiyet ve şiddetine bağlı olarak farklı farklıdır. Yoksunluk koşullarında kimileri sarfettikleri çabayı sürdürür ve onun karşısında ileri seviyede tahammül gösterirler. Bu tür kimseler, hayal kırıklığı ve yoksunluğu hayatın gerçeklerinden biri kabul eder, gerekli maharetleri kazanarak yoksunluk ve hayal kırıklığının üstesinden gelmeye gayret gösterir ve kişilik uyumunu korurlar.

Buna mukabil başkaları teslim olarak çoğunlukla saldırganlık gibi uyumsuz davranışlar sergilerler. Yoksunluk ve saldırganlık arasındaki ilişkiyi ilk olarak Dollard ve arkadaşları (1939) ortaya attı. Daha sonra Miller (1941) hayal kırıklığı-saldırganlık teorisini gündeme getirdi. O zamandan itibaren bugüne dek hayal kırıklığı ve saldırganlık alanında çok sayıda araştırma yapılmıştır ve günümüzde, hayal kırıklığının saldırganlığı arttırdığına yeterli sayıda delil vardır. Hayal kırıklığı nekadar şiddetlenirse saldırgan davranışa eğilim o ölçüde artış göstermektedir.[2]

* * *

Biyolojik İhtiyaçları Karşılamamanın Sonuçları

Temel ve biyolojik ihtiyaçlardan mahrumiyet, kısa süreli de olsa beraberinde hiç istenmeyen birçok sonucu getirebilir. Mesela suya ve yemeğe hangi ölçüde ihtiyaç duyuyorsak o ölçüde yoksunluk hissederiz. Başlangıçta biyolojik ihtiyaçlardan yoksunluk organizmayı çaba göstermeye zorlar. Ama belli bir sınırı geçtiğinde sağlığı tehlikeye düşürür. Psikanalistler, yoksunluğun ruhsal hijyen üzerindeki olumsuz etkilerini kavramak için model öneren ilk kesimdir. Bu alanda elde edilen ilk malumat Abraham, Freud ve Rado’nun bilimsel çalışmalarından doğmuştur.[3] Freud, ebeveynin çocuğun biyolojik ihtiyaçlarını karşılama şeklinin onun kişilik gelişiminde önemli etkisi bulunduğuna inanıyordu. Fazlasıyla mahrumiyet içindeki bir ailede çocuğun gelişimin bir aşamasından bir sonraki aşamaya geçmesi güç olabilir. Çocuk, yoksunluk sebebiyle o aşamada kalabilir bile. Yoksunluktan kaynaklanan çakılıp kalma hali kişiliğin sağlıksız gelişimiyle sonuçlanır ve daima bireyin ruh sağlığını sorunlarla yüzyüze bırakır. Günümüzde psikologlar, mahrumiyetin aslında insanın doğumuyla, hatta gelişimin konuşma aşamasında bile şekillendiğine inanmaktadır. Hayatın ilk aylarında yeterli ölçüde mutlu edilmemiş bir çocuk neyinin eksik olduğunu kendiliğinden idrak edemez ama bununla birlikte eziklik hisseder. Ezilmişlik ve yoksunluk yalnızca zihinde kaydedilmez, bilakis sembolik olarak bedenin bütün dokularına yerleşir ve kesintisiz baskıyla, şifa bulma ve tatmin edilme ihtiyacını hissettirir. Bu baskı, gerilime yolaçar. Belki bedenin de ruh gibi, ihtiyaç ve yoksunluklarını hatırlattığı söylenebilir. Karşılanmamış ihtiyaçlar net biçimde kas sistemi, organlar ve kanda hissedilir, istenmeyen birçok bedensel ve ruhsal etkilere yolaçar, hatta bu etkiler yetişkinken bile gözlemlenebilir.[4]

* * *

Duygusal İhtiyaçlardan Yoksunluğun Sonuçları

Hapisteki hükümlüler, bağımlılar, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerindeki hastalar ve toplumun sapkın kesimlerini, yüksek oranda, ilgi ve sevgiden mahrum kalmış, ailesi ve toplum tarafından kabul edilmemiş kişiler oluşturmaktadır.

Duygusal ihtiyaçlardan mahrumiyetin sonuçları konusunda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bazı araştırmalar, öfke ve kızgınlığın yoksunluğun yolaçtığı bir sonuç olduğunu ve bireyin duygusal ihtiyaçları karşılanmadığı zaman ortaya çıktığını göstermektedir.[5] Kimi araştırmalar da nevroz, depresyon, anksiyete, umutsuzluk duygusu ve aşağılık kompleksinin de yoksunluğun etkisiyle yaşandığını anlatmaktadır.[6]

Gözlem araştırmaları, intiharların çoğunlukla bireyin reel ihtiyaçlarını gözardı etmekten ve yoksunluktan kaynaklandığını göstermektedir.[7] Herkes, başkaları tarafından olduğu gibi kabul edilmek ve sevilmek ister. Mahrum olduğunda başka yollarla o sevgiyi kazanmaya çalışır. Fakat bu alanlarda da başarısızlıkla karşı karşıya kaldığında intihara kalkışabilir. İntihar çoğu kere, ötekilerin kendisine değer vermediğine inanan feci duygudan kaçmak için umutsuz bir çabadır. Bazı vakitler intihar girişimi umulan sonucu doğurur. Çünkü başkaları o kişinin yardımına koşar. Herkesin, onun ihtiyaçlarını görmezden geldiği ve onu anlayamadığına üzüldüğü görülmektedir.

Shneidman, yediyüzden fazla intihar vakasını inceledikten sonra bütün intiharların, ruhsal ihtiyaçların karşılanmaması neticesinde ortaya çıkan bir dert ve acının sonucu olduğu yargısına vardı.[8] Birkaç yıl süren bu araştırmasında, intihar girişiminde bulunan bireylerin duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarını incele konusu yaptı ve onlarda ortak psikolojik özellikler buldu. Kasdedilen, intihara teşebbüs edenlerin yüzde 95’inde görülen özelliklerdir. Shneidman bu konuda şöyle der: “Araştırmamda, intihar edenlerin tamamında görülen özelliklerden birinin, psikolojik ihtiyaçlardan bir veya birkaçının karşılanmaması olduğunu anladım. Dolayısıyla yapısal düzeyde, ruhsal hijyenin altyapısı ve temelinin çeşitli ihtiyaçların karşılanması olduğu, ruhsal acının ve bunun sonucunda da intiharın, yoksunluktan ve bu ihtiyaçlarda hayal kırıklığı yaşanmasından kaynaklandığı söylenebilir.”[9] Shneidman, hangi psikolojik ihtiyaçların intiharla doğrudan ilişkili olduğu sorusuna cevap verirken şöyle der: “Teorik bakımdan intiharın ihtiyacın içeriğiyle pek fazla ilgisi yoktur. Aksine yoksunluğun şiddeti ne kadar çoksa o ölçüde intihar ihtimali vardır.”[10]

* * *

Şiddetli Hayal Kırıklığı ve Yoksunluk

Hayatta, iç veya dış engellerden kaçışın imkânsız olduğu çok sayıda durum vardır. Bazen bu durumlarda baskı öyle fazladır ki kişi iflas ettiğini hisseder. Hiçbir şey, insanın elindekini kaybetmesi, kendisini daha kudretli bir kişi veya güce mahkum ve mecbur hissetmesi kadar onu depresyona sokamaz. Seligman (1975) ve diğerlerinin araştırmaları, birey eğer kontrol edilemez durumlara defalarca maruz kalırsa “öğrenilmiş çaresizlik” olarak ifade edilen halin ortaya çıkacağını göstermiştir. Seligman ve çalışma arkadaşları öğrenilmiş çaresizlik fenomeni üzerine birçok araştırma yaptılar. Motivasyonu kaybetmeyi temel alan bu tür gözleme dayalı çalışmalar, kontrol dışı bir durumla defalarca karşılaşma sonucundaki duygusal karmaşa ve bilişsel yıkımı ortaya koymuştur. Yaşlıların yer değiştirmesi konusundaki araştırmalar, hayal kırıklığı ve çaresizliğin sonuçlarına ilişkin kimi reel belirtileri göstermektedir. Yaşlılar tanıdık bir çevreden aşina olmadıkları bir yere, özellikle bakım evine götürüldüklerinde olumsuz sonuçlar artmaktadır. Yaşı ilerlemiş olanları huzur evlerine veya hastanelere yerleştirmenin yol açtığı en büyük sorunlardan biri, çevre üzerindeki kontrolü kaybetme duygusudur. Seligman, öğrenilmiş çaresizliğin depresyona temel oluşturabileceğine inanmaktadır. Çaresizlik ve hayal kırıklığının ruhsal hijyen üzerindeki etkileri alanında başkaları tarafından yapılmış birçok gözlem de şiddetli hayal kırıklığı ve öğrenilmiş çaresizlik duygusunun depresyona, aşağılık kompleksine ve umutsuzluğa vardığını ortaya koymaktadır.[11]

- - - - - - - - - - -


[1]     Margle, S. K., Abnormal Psychology, 1989, s. 38-39.

[2]     Kaplan ve Saduk, Hulasa-i Revanpezeşki, c. 1, s. 345.

[3]     Keraz, Bimarihâ-yi Revani, s. 81-83.

[4]     Arthur, Zindaniyan-i Derd, s. 84.

[5]     Arthur, Revanşinasi-yi Renc, s. 520.

[6]     Bkz: Deh Kadem ta Neşat, Lindsey Paul, Teşhis ve Derman-i İhtilalhâ-yi Revani-yi Bozorgsalan der Revanşinasi-yi Balini, bölüm 14 ve 24.

[7]     Gelder, Mebani-yi Revanpezeşki-yi Oksford, s. 259-273; Mecid Sadıki, Derman-i Kadem be Kadem-i İhtilalat-i Revanpezeşki, s. 120 ve 121.

[8]     Shneidman, Edwin S., Zihn-i Hodkeşigera, s. 13-18.

[9]     A.g.e., s. 136, 137 ve 142.

[10]    A.g.e., s. 76.

[11]    Gatchel, Robert J., Krantz, David S., Zemine-i Revanşinasi-yi Tendurusti, dördüncü bölüm.