.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Eğitmenin, anne-babanın söylem ve eyleminin farklılığı konusunu tamamlamak için “Acaba eğitimde yalan bir yöntem olarak kullanılabilir mi kullanılamaz mı?” sorusuna cevap vermeliyiz. Bu soruya cevap vermek, yalanın büyük günahlardan olmasından dolayı önemlidir. Zira yalan, bütün kötülüklerin kilidi olarak vasıflandırılmış ve birçok ayet ve hadiste şiddetle yasaklanmıştır.[1] Diğer taraftan yalanın toplum geleneklerine yayılması, hatta eğitmenler ve insanlara örnek kimseler arasında yayılması konunun önemini artırmaktadır. Zira bu soru, beraberinde başka soruları da zihinlere getirmektedir:
“Hedefe ulaşmak için haram olan bir şeyden istifade edilebilir mi? Eğitim gibi mukaddes bir binanın temeli yalan gibi büyük bir haramla atılabilir mi?”
* * *
Açıklanması gereken birinci nokta, yalanın anlamı hakkındadır. Neye yalan denir? Bu konuda çeşitli görüşler bildirilmiştir.
- Bazen gerçeğin tersi olarak tanımlanmıştır; bu durumda konuşan kimse, olayın doğruluğu veya yanlışlığı hakkında şüpheye düşerek veya gaflet ederek gerçekle örtüşmeyen bir şey söylese, yalan söylemiş sayılacaktır.
- Bazen gerçeğe ters olmasıyla birlikte inanca ters olması gerektiği de söylenmiştir; bu durumda da konuşan kimse gerçekle örtüşmediğini bilerek ve ona inanmayarak bilinçli olarak bir şey söylese yalan sayılacaktır.
- Bazen de gerçekle örtüşen bir şeyin inanmadan söylenmesine de yalan denmiştir; Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğine şahadet eden münafıklar gibi ki Kur’ân-ı Kerim onları yalancı olarak nitelemektedir.[2] Zira onların şahadetinin içeriği Hz. Peygamber’in (s.a.a) peygamberliğiydi ve dolayısıyla şahadetleri doğruydu. Ancak Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmıyorlardı.
Birinci tanım yalanın lügat tanımı ile uyuşmaktadır. Ancak örf terminolojisinde ikinci ve üçüncü tanımlar da yalan sayılmaktadırlar. Üçüncü tanıma her ne kadar nifak dense de belirttiğimiz gibi o da halk arasında yalan sayılmaktadır.
Açıklanması gereken ikinci nokta, yalanın şeriat açısından haram ve yasak sayılmasında şüphe olmadığı ve birçok ayet ve hadisin yalanın yasak olduğuna delalet etmesidir. Hatta bazı hadisler yalanı büyük günahlar arasında saymışlardır.[3] Bu konu fıkhî ve ahlâkî kitaplarda geniş bir şekilde ele alınmıştır. Bundan dolayı tekrar etmeyeceğiz ve değerli okuyucuları ilgili kitaplara yönlendiriyoruz.[4]
Açıklanması gereken üçüncü nokta, yalanın şer’î yasağının bazı durumlarda kaldırılmasıdır. Şer’î delillerden dolayı insan bazen yalan söyleyebilir ve hatta bazı durumlarda yalan söylenmesi de vaciptir.
Bu durumlardan birisi zaruret halidir. İnsan ne zaman kendisinin ya da başka birisinin canını veya malını tehlikede görse ve bu tehlikeden kurtuluşun yalan söylemek olduğunu bilse, bu durumda yalan söylemek caiz olmakla kalmaz hatta vacip bile olur ve yalan söylememek ceza almaya neden olur. Kitap, sünnet, icma ve akıl bu yalana izin verildiğine işaret etmektedir.[5] Hatta böyle bir durumda insan doğru söylese, Allah katında yalancı sayılmaktadır. İmam Ali Rıza’dan (a.s) şöyle nakledilmektedir:
“Birisi kardeşi hakkında doğru olan bir şey söylese ve bundan dolayı o kardeşine bir sıkıntı ulaşsa, Allah indinde yalancı sayılır…”[6]
Yalana izin verilen ikinci durum, söyleyenin amacının ıslah olmasıdır. Örnek: Kavgalı olan iki tarafın arasını düzeltmek ve dostluk oluşturmak için her iki tarafın kalplerini yumuşatmak gerekir. Bu durumda her iki tarafa bir diğerinin olumlu bir şey dediğini söyleyerek yalan konuşulabilir. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Islah eden (arayı düzeltmek için yalan söylemişse) yalancı değildir.”[7] İmam başka bir hadisinde sözü üç kısma ayırmaktadır: “Söz ya doğrudur, ya yalandır ya da insanların arasını düzeltmektir.”[8]
Bu iki hadisten lügatte ve şeriatta yalan ve doğru tanımında fark vardır. Lügatte gerçekle uyuşup uyuşmadığı ölçüdür. Hâlbuki şeriatta söyleyenin niyeti ve amacı da dikkate alınmaktadır. Eğer amaç ıslah etmek ve dikkate değer zararı bertaraf etmekse, gerçekle uyuşmasa bile yalan değildir. Ancak böyle bir amaç olmazsa, yalandır ve şer’î olarak haramdır. Bu durumlara ilave olarak hadislerde, düşmanla savaşırken de veya eşi razı ve mutlu etmek için de yalan söylemeye izin verildiği beyan edilmiştir.[9]
Açıklanması gereken dördüncü nokta, tevriye hakkındadır. Tevriye lügatte saklamak ve örtmek anlamındadır. Terminolojide ise yalandan kinaye yapmak veya onu saklamaktır; konuşanın bir olayı, biri gerçeği diğeri aksini yansıtan iki anlama gelebilecek kelimeyle anlatmasıdır. Örnek, konuşan kimse kelimeyi gerçek anlamını kastederek söylemekte, ancak muhatabı aynı kelimeyi aksini düşünerek anlamaktadır. Bir kimse birisinin kapısını çalmaktadır. Ev sahibi oğluna “babam burada değil de” der. Oğul “babam burada değil” derken “burada” kelimesi ile kastı tüm ev değil, sadece o an bulunduğu yerdir. Ancak kapıyı çalan şahıs “burada” kelimesinden “evde” anlamını çıkarır ve aradığının evde olmadığı hükmüne vararak geri döner.[10] Yani açıkça yalan söylemek yerine iki anlama gelen kelime kullanmaktadır. Tevriye, özel şartlar çerçevesinde yalandan kurtulmak için kullanılabilecek caiz bir yöntemdir. Tevriye yapabilme imkânı olduğu sürece, yalana tercih edilir ve insanın yalanın izin verdiği durumlarda dahi açıkça yalan söylememesi daha iyidir. Eğer ayet ve hadislerde gerçeğin aksine bir durum söz konusu olursa, bunu ya takiyeye veya tevriyeye ile açıklarız. “İbrahim: “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun” dedi.”[11] ve “Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münadi şöyle bağırdı: Ey kervancılar, siz hırsızsınız!”[12] ayetleri hakkında hadislerde bu tür tefsirler yapılmıştır.[13]
Açıklanması gereken beşinci nokta, bir şeyin şer’î izninin olması ile eğitim ve öğretimde yöntem olarak kullanılması arasında gerekliliğin olmamasıdır. Yani şeriatın izin verdiği her şeyin eğitim ve öğretim alanında kullanılması zaruri değildir. Belki de bu alanda kullanılması durumunda bizi durduracak olan bir takım engelleri vardır.
Değinilen noktalara teveccühle, eğitim ve öğretim alanında yalanın kullanılmasına hem izin vardır, hem de yoktur. Yani bazı gerekli durumlarda kullanılması caizdir. Örnek olarak; uçurumun kenarında durup da istediği pahalı bir şey alınmadığı takdirde kendisini aşağıya atacağını söyleyen bir evlada babası o an için yalan söyleyip söz verebilir. Elbette evladını kurtardıktan ve cana zarar gelme tehlikesi geçtikten sonra yavaş yavaş ona doğruyu söylemeli ve bir şekilde razı etmelidir. Veya evden kaçıp kendini kötü insanlara kaptıran bir öğrenciyi eğitmeni yalan söyleyerek kurtarabilir. Ancak daha sonra söylediği yalanı telafi edebilmek için bir çare düşünmelidir. Böyle durumlarda ne şer’î açıdan haramdır ne de eğitimde kötü sonuçlar doğurur. Zira usulî ve fıkhî kaide ve hükümlere göre böyle durumlarda yalanın haram oluşu kaldırılmıştır.[14] Diğer taraftan öğrenciyle söylenen yalanın gerekliliği konuşulursa kötü sonuçların birçoğunun önüne geçilebilir. Faraza kötü bir sonuç olsa bile, o kesin tehlike karşısında bu kötü sonuç çok küçük ve görmezden gelinebilir olacaktır. Şu nokta unutulmamalı ki, yukarıda verilen örneklerin eğitimle pek de alakaları yoktur ve canın tehlikede olması hasebiyle sadece eğitmenle alakalı bir durum da değildir. Böyle bir durumda herkes can veya dikkate değer mal kaybını engellemek için yalan söyleyebilir.
Yukarıda belirtilen ve benzeri durumlar dışında eğitimde yalanın kullanılması caiz değildir. Zira ilk olarak: Yalanın haram oluş nedeni cehalete cezp ve toplumda güven ortamını yıkmak gibi sonradan ortaya çıkan bozulmalardır. Bu bozulmalar, daima yalanla birlikte ortaya çıkar. Yalan ister eğitim ve öğretim alanında olsun isterse de başka bir durumda ortaya çıksın fark etmez. İkinci olarak: Yalanı söyleyebilme iznine sebep olan maslahatın ortaya çıkabilecek bozulmaları örtecek kadar önemli olup olmadığı ve telafi edeceği belli değildir. Özellikle eğitim alanında ki, diğer alanlarla çok büyük farkları vardır. Zira eğitim alanı çok zarif ve çok hassas bir alandır ve yalan söylemeye izin olabilecek maslahatın teşhisi de çok dakiktir. Herkes öngördüğü maslahata göre öğrencisine yalan söyleyemez; maslahatın öneminin derecesi ve maslahatın yalandan kaynaklanacak bozulmalara hâkimiyeti hakkında gafil olanlar kesinlikle yalan söylememelidirler. Başka bir tabirle, eğitim ve öğretim alanı, düşmanla savaş ve iki kişinin arasını düzeltme gibi başka alanlarla kıyaslanamaz. Zira bu durumlarda yalanın zararının olmamasıyla birlikte, savaşı kazanma ve dostlar arasında düşmanlığın yok olması gibi iyi sonuçları da vardır. Bu durumlarda yalan söylemenin sonuçları gayet açıktır, eğer yalan söylendiği halde neticeye varılmasa bile, kötü bir sonucu da yoktur ve kötü sonucu olsa bile bu tahammül edilebilir bir sonuç olacaktır. Hâlbuki eğitim alanında, ilk olarak; maslahatların teşhisi ve tasdiki dakik ve zariftir. İkinci olarak: Yalan söylediğinde istenen hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli değildir. Üçüncü olarak: eğer istenen neticeye ulaşmayıp eğitmenin yalanı ortaya çıkarsa, eğitmene olan güven yıkılır ve eğitim ortamı ve etkisi yok olur.
Buna ilave olarak, çocuklara yalan yere söz verilmemesi hakkında özel olarak hadisler nakledilmiştir ve bu hadisler şeriat koyucunun bunu yasakladığına işaret etmektedirler. İmam Ali’den (a.s) şöyle bir rivayet nakledilmiştir:
“Ciddi olsun şaka olsun yalanın hiçbir şekli ve sizden birinizin çocuğuna bir söz verip yerine getirmemesi beğenilmez. Şüphesiz yalan kötülüğe götürür ve kötülük de ateşe.”[15]
Bu hadisten anlaşılmaktadır ki, şaka dahi olsa evlatlara yalan yere söz verilmesi, onların bozulmalarına ve yoldan çıkmalarına ortam hazırlamaktadır. Onlar sahip oldukları tertemiz kalplerinden dolayı ebeveynlerinin ve eğitmenlerinin her sözünü doğru sanmaktadırlar ve onlara güvenmektedirler. Eğer sözden dönme ile karşı karşıya kalsalar, ebeveyn ve eğitmenlerine güvenleri kaybolur, onlardan kaçarlar ve başka insanlara yönelirler. Onların bu ruh hali ise, engebeli ve tehlikelerle dolu yolun başlangıcıdır. Allah Resulü (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Çocukları sevin, merhamet gösterin ve onlara söz verdiğiniz zaman sözünüzü tutun. Zira onlar kendilerine rızık verenin sadece siz olduğunu sanmaktadırlar.”[16]
Bu hadisin analizinde şunlar söylenebilir: sevgi ve merhamet çocukların en temel ihtiyaçlarıdır ve bu ikisi diğer bir temel ihtiyaç olan emniyete ortam hazırlamaktadırlar. Çocuğun gelişmesine ve hidayetine ortam oluşturan emniyet, çocuğa sevgi ve merhamet temellerine dayanmaktadır. Çocuk, ebeveyninin kendisine gösterdiği sevgi ve merhamet nedeniyle zihin olarak rahatlar ve onlara güvenir. Çocukça kavrayışıyla her şeyinin ebeveynine bağlı olduğunu düşünür ve onlara olan güveniyle tüm ihtiyaçlarının karşılandığını sanır. Bu durumda eğer ebeveyn ona bir söz verip de yerine getirmezse, yavaş yavaş onlara duyduğu güven yok olur. Güvenin ortadan kalkmasıyla emniyet duygusu da tehlikeye düşer ve emniyetin tehlikeye düşmesiyle de çocuğun ciddi zararlarla karşı karşıya kalma ortamı oluşur. İnsanın kendisini emniyette hissetmemesi yaşamını değiştirmesine ve emniyette hissedeceği bir yer aramasına neden olur. Bu arayış esnasında geri dönme seçeneğini yok edebilecek birçok tehlikeyle karşılaşması da mümkündür.
Her hâlükârda, eğitimde yalanı kullanmanın faydası olmadığı gibi çok tehlikeli sonuçları da vardır. Çok gerekli durumlarda diğer haramlara izin verildiği kadar izin verilir ve diğer durumlarda izin verilmez. Ancak çok üzülerek belirtmeliyiz ki, yalan yöntemi sadece eğitim alanında kullanmakla kalmadı hatta din ve din eğitimi alanına da yayıldı. Bazı kimseler, din eğiticisi ve davetçisi unvanıyla, bazen merhametlerinden, bazen hayırhah olmalarından ve bazen de halkın dine yönelmesi için yalan hadisleri nakletmeye ve yalan söylemeye yönelmişler ve bu doğru ve meşru olmayan yöntemi meşru saymışlardır. Zira bu düşüncedeki insanlar halkın faydasına olan şeylerin iyi ve beğenilen şeyler olduğuna inanmaktadırlar; eğer yalancılık halkın maslahatını temin ediyorsa ve onları Kur’ân’a, ibadete ve Ehl-i Beyt’in (a.s) muhabbetine yaklaştırıyorsa, haram değil caizdir, hatta ondan daha fazlası sevap ve ödülü bile vardır.[17]
Ancak gerçek şudur ki, bu yöntemin menfi sonuçları ve uğursuz akıbeti, görünüşteki müspet ve geçici faydalarından çok çok fazladır. Zira dinî içeriğin zarar görmesine, hurafelerin hakikatle karışmasına ve gerçeklerin değişmesine neden olmaktadır. Bunlara ek olarak, perdeler kalkıp gerçekler aydınlandıktan sonra sadece halkın ve öğrencilerin eğitmenlere ve din davetçilerine yönelik nefretini kazanmakla ve güvenini kaybetmekle kalınmayacak, hatta tüm dinî öğretilere karşı insanların şüpheyle yaklaşmasına neden olacaktır. Bu durumda tüm dinî konuları alaya alabilirler ve inkâr edebilirler.[18] Şehit Mutahharî bu konuda şöyle demektedir:
“Halkın din hakkındaki sorularıyla karşılaşan benim gibi şahıslar, şu hakikati tamamen derk ediyoruz ki, insanların birçoğu cahil babalarının, annelerinin ve bilgisiz davetçilerin telkinlerinin etkisiyle, din hakkında yanlış düşünceye sahip olmuşlardır. Din hakkındaki yanlış düşünceler o insanlara kötü etkiler bırakmış ve onları dinin hakikati hakkında şüpheye düşürmüş ve bazen de dini inkâr etmelerine sebep olmuştur.”[19]
Sonda şu noktanın zikrini gerekli görmekteyiz, eğer insan bazı durumlarda çaresizlikten yalan söylemek zorunda kalacak olsa ve tevriye etme imkânı da varsa, yalan söylemeye yönelmemeli ve tevriye yapmalıdır. Zira tevriye ve yalan her ne kadar muhataba gerçeğin aksini anlatma noktasında aynılarsa da, en azından tevriyede lafzî de olsa doğru söylemiş olma imkânı vardır. Yalanda böyle bir imkân hiç yoktur. Sadece bu nokta dahi mecburiyet durumunda tevriyenin kullanılması için yeterli sebeptir. Örnek olarak Hz. Yusuf’un (a.s) kardeşlerine karşı davranışı gösterilebilir: “…Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.”[20] Hz. Yusuf’un (a.s) kastı “siz maşrapayı çaldınız” değil, “beni babamdan çaldınız” idi. Her halükârda, tevriye yapma imkânı olduğu müddetçe, yalana yönelmemesi gerekir.[21]
- - - - - - - - - - -
[1] İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Allah azze ve celle şerler için kilit yaratmış ve içkiyi onun anahtarı olarak belirlemiştir. Yalan, içkiden daha kötüdür.” Görüldüğü üzere içki tüm şerleri ortaya çıkaran anahtar olarak kötüyken, yalanın ondan da kötü olduğu söylenmiştir. Usulu Kâfi, c. 2, Babu’l-Kizb, s. 354, 3. Hadis.
[2] “Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.” Münafikun, 1. el-Mizan fi Tefsiru’l-Kur’ân, c. 19, s. 279.
[3] Vesailu’ş-Şia, c. 11, s. 261, 33 ve 36. Hadisler.
[4] Mekasibu Muharreme, Şeyh Ensarî, 18. Konu (Kizb). Vesailu’ş-Şia, c. 8. Ahkamu’l-Aşere, 138. Bab (Tahrimu Kizb). El-Muhaccetu’l-Beyza, c. 5, s. 243. Camiu’s-Saadet, Molla Nerakî, c. 2, s. 321.
[5] Mekasibu Muharreme, Şeyh Ensarî, c. 1, s. 143.
[6] Mekasibu Muharreme, Şeyh Ensarî, c. 1, s. 147.
[7] Usulu Kafi, c. 2, s. 256, 19. Hadis.
[8] Usulu Kafi, c. 2, s. 255, 16. Hadis.
[9] Vesailu’ş-Şia, c. 8, s. 578, 1 hadis. Allah Resulü şöyle buyurmaktadır: “…Ya Ali! Üç durumda yalan söylemek iyidir: Savaşta hile için, eşinin sana geri dönmesi için ve halkın arasını düzeltmek için.” Ve 2 ila 5. Hadisler.
[10] Daha fazla bilgi için, Camiu’s-Saadet, c. 2, s. 329.
[11] Enbiya, 63.
[12] Yusuf, 70.
[13] Camiu’s-Saadet, c. 2, s. 328.
[14] Daha fazla bilgi için, Mekasibu Muharreme, c. 1, s. 143.
[15] Vesailu’ş-Şia, c. 8, s. 577, 3. Hadis.
[16] Biharu’l-Envar, c. 104, s. 92, 14. Hadis.
[17] Muhammed Ali Hacıdehabadî, Mesail ve Muşkilat-i Terbiyet-i Dinî ba Te’kid-i ber Mutun-i İslâmî, s. 138. Müracaat edilebilecek diğer kaynak: Seyyid Hasan İslâmî, Duruğguyi Berayi Tervic-i Din, Din Pejuhan, Vijenameyi Dovvimin Kongreyi Din Pejuhan, 1379 Kum, s. 124 ila 135.
[18] Muhammed Ali Hacıdehabadî, Mesail ve Muşkilat-i Terbiyet-i Dinî ba Te’kid-i ber Mutun-i İslâmî, s. 139.
[19] Murtaza Mutahharî, İmdadhayi Gaybî, s. 52.
[20] Yusuf, 70.
[21] Daha fazla bilgi için, Camiu’s-Saadet, c. 2, s. 227 ila 229.