Kur'an | Ehlibeyt

Şiiliğin Kavramsal Şeması ve Tarihsel Süreci

Şiiliğin itikadi ve ictimai olarak sıfır noktasını aslında Hz. Peygamber Efendimizin (saa) hayatta olduğu dönem olarak temellendirmek daha doğru olur..

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Ali Ekber Karagöz

Şia kelimesi Arapça ’da peşinden gitmek, bir kimsenin taraftarı olmak gibi anlamları barından “ş-y-a/ش-ی-ع‍” kökünden gelmektedir. Müfredi “Şii” olarak kullanılmaktadır. Arap edebiyatına baktığımızda şu şekilde değinilmiştir: “Şia” belli bir düşünce için bir araya gelen topluluktur. Bir fikir üzerinde bir araya gelen topluluğa Şia denildiği gibi amaçları bir olan ve bazı konularda birbirlerine tabi olanlara da Şialar denilir.

Kuran-ı Kerim’de ise ayetlere baktığımızda;

a) Bir yolu veya inancı devam ettirme anlamında geçmektedir. Hz. İbrahim (as) ,Hz. Nuh’un Şia’sı olarak anılmaktadır. Hz. İbrahim’in şeriat sahibi peygamberlerden olduğu ve Hz. Nuh’un şeriatına bağlı olmadığı açıktır. Fakat Tevhid boyutunda süre gelen yol üzere Hz. Nuh’un yolu ve gayesi ile uyum içinde süre geldiği bilinmektedir.

Allah-u Teâlâ (cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz İbrahim de onun yolunda olanlardandı.”[1]

b) Birini sevmek, birine ve/veya bir gruba tabi olmak anlamında geçmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Şu, kendi taraftarlarından diğeri de diğeri düşmanlarından idi. Kendi taraftarlarından olan düşmanına karşı Musa’dan yardım istedi.” [2]

Literatürde ise Şia kelimesi, Hz. Peygamber’den (saa) sonra imamet ve hilafet makamlarının Hz. İmam Ali’nin (as) hakkı olduğuna ve bunun Hz. Ali’nin (as) soyundan gelen Ehl-i Beyt (as) İmamlarına has olduğuna inananlar için kullanılmaktadır. Ancak Şiilerden bir grup olan Zeydiler ise İmam Ali’nin (as), ilk halife Ebubekir ve ikinci halife olar Ömer’den makamca üstün olduğuna inanmakla beraber Hz. İmam Ali’nin (as) ümmetin birliği ve beraberliğine zarar gelmemesi noktasında hilafeti mecburen bu ikisine devrettiğini dillendirdiklerini belirtmemiz gerekmektedir. Lakin bu grup Beni Ümeyye ve Beni Abbas’ın hilafetlerini kabul etmemiş ve hilafetin Hz. Fatma’nın (sa) evlatlarının hakkı olduğunu söylemişlerdir. Bu yüzden bu grup da Şia olarak adlandırılmaktadır.[3]

* * *

Tarihsel Dönüm Noktaları…

Şiiliğin itikadi ve ictimai olarak sıfır noktasını aslında Hz. Peygamber Efendimizin (saa) hayatta olduğu dönem olarak temellendirmek daha doğru olur. Yatay ve dikey düzlemde Şiilik olgusu Hz. Peygamber Efendimizin (saa) Hira’da aldığı ilahi tecelli çerçevesinde yeşermiştir. Nebevi öğretinin başlangıcı Hz. Peygamber Efendimiz (saa) olduğuna göre kendilerinin yaşadığı dönemi Şiiliğin doğuşu olarak görmek gerekmektedir. Şiiliğin inanç yapısı kendilerinin insanlığa sunduğu İlahi öğretiler ışığında vücut bulmuştur. Sürekliliği ise Şia inanç esasına göre Hz. İmam Ali (as) ve evlatları yani Nebevi soy ile (Hz. Âdem’den Hz. Mehdi’ye (af) kadar devam eden Tevhid gayesi çerçevesinde) devam etmiştir.

Hz.Peygamber Efendimizin yaşadığı dönemde Şia kelimesi, Ehl-i Beyt (as) İmamlarının birincisi olan Hz. İmam Ali’nin (as) dostları için “Ali Şia’sı” olarak telaffuz edilmiştir. [4]

Peygamber Efendimizin kendilerinin birçok mecliste ve toplantıda Hz. Ali’ye teveccüh göstermiştir. Hz. Ali bu ortamlarda ilmi, teslimiyeti ve takvasıyla öne çıkmıştır. Hz. Peygamber Allah-u Teâlâ’nın (cc) kesin emri ile akrabalarını kendi dinine davet ile mükellef kılındığında şöyle buyurdu ;”Sizlerden hanginiz davetimi ilk olarak kabul ederse, benim vasim ve vezirimdir.” Hz. Ali herkesten evvel İslam’ı kabul etti. Bu kabulleniş tabi ki makam ve şöhret için değildi kesin bir yakinin sonucu olarak fiile dökülmüştür. Hz.İmam Ali Şiaları, Hz. Ali’nin zatında bu yakini gördüklerinden dolayı kendisini takip etmişlerdir.

Bir başka hadiste şöyle geçmektedir; Cabir bin Abdullah Ensari, İbni Abbas ve Hz. Ali’den Hz. Peygamberin (saa) “Hiç şüphe yoktur ki iman edip yararlı işler görenler de bütün mahlûkatın en hayırlısıdır.”[5] Ayetinin tefsiri olarak Hz. Ali’yi (as) işaret ederek “O ve Şiaları kıyamet gününde kurtuluşa ereceklerden olacaklardır” dediğini rivayet etmektedir.

Hz.Ali’nin (as) Hz. Peygamber Efendimiz (saa) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gece Efendimizin canı pahasına yatağına yatmıştır. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gibi büyük savaşlarda anahtar rol almıştır.

Şia ve Sünni kaynaklarında şüphe götürmeyen Gadir-i Hum hadisesi, Hz. Peygamber (saa) son Hac ziyaretinden dönerken Gadir-i Hum olarak bilinen yerde ümmetine kendisinden sonra daha önceden de defalarca belirttiği üzere Hz. Ali’yi (as) müminlerin emiri ve velisi olarak açıklamış ve halka tanıtmıştır.[6]

Ümmet tarafından herkesçe kabul edilen bu gerçekler ister istemez Hz.Ali’ye (as)  özel bir teveccüh ve muhabbet oluşturmuştur. Her dönemde olduğu gibi tabii olarak sevmeyenleri de olmuştur. Burada ki önemli nokta Hz. Ali’nin (as) İmamet makamıdır. Hz. Peygamber efendimizin birçok yerde Hz. Ali (as)  ve Şiaları hakkında buyruklarını görebilmemiz mümkündür.

Hz. Peygamber Efendimiz (saa) şöyle buyurmuşlardır;

”Canım elinde olan Allah’a and olsun ki bu / Ali ve Şiileri kıyamet gününde kurtuluşa ereceklerdir.”

Hz.Ali’nin (as) taraftarları Hz. Peygamber Efendimiz (saa) hayattayken kendisinden sonra İmamet ve Hilafet makamını belirttiği üzere Hz. Ali (as) ile devam edeceğine şeksiz inanıyorlardı. Peygamber Efendimiz (saa) hasta yatağındayken ölüm meleği henüz görevini yapmadan bazı olaylar maalesef vuku bulmuştur. Akabinde ise Hz. Peygamber Efendimizin(s.a.a) vefatı ile birlikte daha defnedilmemişken iktisadi ve siyasi Arap aklını elinde bulunduran bir grup Hilafet makamını bir oldu-bitti sözde seçimi ile Hz. Ali’yi  (as) hilafet makamından uzaklaştırma eğilimine girdiler. Bu aslında büyük sorunların ve ictimai infiallerin baş göstermesine giden ilk adımdı. Burada dikkat edilmesi gereken husus dini otorite gücü ve büyük bir devletin kontrolü Peygamber Efendimizin (saa) telkinlerine rağmen üstelik zulüm ile gasb edilmiştir.

Hz. Ali (as)  ve Şiaları Hz. Peygamber Efendimizin defin işlemlerini bitirmenin akabinde bu oldu-bitti seçimine itirazlarda bulundular ve bazı meclisler tertip ettiler. Ancak her defasında gaflet ile dolu cevaplar ile karşı karşıya kaldılar. Tabi Hz. Ali (as) Şiaları bu başlangıç ile beraber tarih sahnesinde belirgin bir grup olarak tanınmaya başladılar. Şiiler sürekli olarak çağın zalim hükümetlerine ve onların sığ siyasetlerine mahkûm edildiler. İmamet makamında herhangi bir şek olmaksızın Ehl-i Beyt (as)  İmamları bulundukları dönemlere ışık olmaya devam etmişlerdir.    Hz. İmam Hüseyin’in (as) Kerbela Kıyamı ile Şiilik kavramı daha çok pekişmiş ve gelişmiştir. Bir anlamda vücut bulmuştur. Hz. İmam Muhammed Bagır (as) ve Hz. İmam Cafer Sadık (as) ile itikadi ve fıkhi cihetlerden sistematik anlamda tarih sahnesinde yerini almıştır. Tarihsel açıdan bakıldığında, Şiiliğin en belirgin şekilde somutlaşmasını sağlayan olaylar şunlardır:

·         Gadir-i Hum Hadisesi

·         Hz. Peygamberin (saa) Vefatı ile beraber Hilafet makamı için vasiyetinin çiğnenmesi ve seçim yapılması

·         Cemel ve Sıffin Savaşları

·         Hz. İmam Hüseyin’in (as) Kerbela Kıyamı

·         Hz. İmam Muhammed Bagır (as) ile başlayan ve Hz. İmam Cafer Sadık (as) ile devam eden İlmi Kıyamlar

 

 

 - - - - - - - - - - - -

Kaynakça

  • Caferi, Hüseyin Muhammed. Tarih Sürecinde Şiilik. Asr Yayıncılık, 2023.
  • Allame Tabatabai, S.20 ”İslam’da Şia, Kevser Yayıncılık, Tercüme Baskısı İstanbul-1999,S.31
  • Mekarim Şirazi, Nasır. El-Emsel fî Tefsiri Kitabillahi’l-Münzel. 27.cilt
  • Topgül, Muhammed Enes. Erken Dönem Şii Rical İlmi .İstanbul: İFAV, 2015.
  • Suiçmez, Yusuf. Şia Hadis Tarihi -Hz. Peygamber’in Söz ile Fiillerinin Şii İmamlara Nispeti-. İstanbul: Endülüs Yayınları, 2018.
  • Vikipedia. "Şiilik." https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eiilik
  • Kur’an-ı Kerim. (Diyanet Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri başta olmak üzere klasik kaynaklardan istifade edilmiştir.)


[1] Saffat Suresi, 83.Ayet

[2] Kasas Suresi, 15.Ayet

[3] Şia der İslam, Allame Tabatabai, S.20 ”İslam’da Şia, Kevser Yayıncılık, Tercüme Baskısı İstanbul-1999,S.31”

[4] Selman, Miktad, Ebuzer ve Ammar “Ali Şia’sı” sıfatıyla tarihte meşhur olmuşlardır.

[5] Beyyine Suresi, 7.Ayet

[6] El-Gadir kitabına müracaat edilebilir.