Kur'an | Ehlibeyt

Yakine Ulaşanlar

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yakin, imanın tamamıdır."

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

1- Yakinin Değeri

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Ahiret gününe kesinkes inanırlar.”[1]

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Size en az verilen nimetlerden birisi yakin, diğeri ise sabırdır. Bu iki nimetten nasibini alanlar ise kaçırdıkları gece namazları için ve gündüz oruçları için üzülmesinler.

Peygamber Efendimize (s.a.a), “İyi bir yakin sahibi olduğu halde çok günah yapan ve iyi bir yakine sahip olmadığı halde çok ibadet yapan” iki kişinin durumu söylendiğinde şöyle buyurdular: Hiçbir insan günahsız değildir. Ancak rehberi, akıl olan ve yakin özelliği taşıyan kişiye, yapmış olduğu günahlar zarar vermeyecektir. Zira günah yaptıktan sonra pişman olup tövbe edecektir ve bu sebeple günahları affedilecektir. Geride kalan şey ise onu cennete götürecek olan fazilettir.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Yakin, imanın tamamıdır.

el-Kafi kitabında İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Her şeyin bir sınırı vardır. “Sana feda olayım! (O halde) tevekkülün sınırı nedir?” diye sorulduğunda ise şöyle buyurdu: Yakin. “Yakinin sınırı nedir?” diye sorulduğunda ise şöyle buyurdu: Allah haricinde hiçbir şeyden korkmamaktır.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Kişinin sağlıklı bir yakine sahip olduğunu gösteren belirtilerden birisi, insanların gönül hoşluğunu Allah’ın gazabıyla satın almaması, Allah’ın ona vermediği şeyler için insanları kınamamasıdır. Zira rızık, hırslı insanların hırsıyla elde edilemez ve istemeyen insanların istememesiyle kaybedilmez. Ölümden kaçar gibi rızkınızdan kaçsanız bile yine ölüm sizi gelip bulduğu gibi rızkınız da gelip sizi bulacaktır. Bu sözün ardından İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurdu: Yüce Allah kendi adaletiyle, rahatlığı yakin ve rızada bıraktı, hüzün ve sıkıntıyı ise tereddüt ve öfkelenmekte bıraktı.

İmam Cafer-i Sadık (a.s), “Allah’ın ona vermediği şeyler için insanları kınamamasıdır” buyururken, insanların mali yardımda bulunmamasından şikâyetçi olmamayı kastetmiştir. Zira bu durumda, insanların sakınmış olduğu mal veya yardım, Allah’ın o şahıs için takdir etmediği bir şeydir ve Allah’ın bu şahıs için uygun görmediği bir şeydir. Yakin sahibi insanlar bu olaya bu şekilde ve bu gözle baktıkları için hiç kimseyi benzeri bir sebepten ötürü kınamazlar. Bunu kendi kapasiteleri gereğince Yüce Allah’ın uygun görmüş olduğu bir takdir olarak görürler ve Yüce Allah’ın hikmeti gereği böyle olması gerektiğine inanırlar.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah katında yakine dayalı az ama sürekli bir amel, yakin olmaksızın yapılan çok amelden daha üstündür. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Emirü’l-Müminin Hz. Ali (a.s) minber üzerinde şöyle buyurdu: Hiç kimse, yaşadığı şeylerin yaşaması gerektiğine ve kaçırdığı şeylerin kaçırması gerektiğine inanmadığı sürece imanın tadına varamaz.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Bir gün Hz. Ali (a.s) yıkılmak üzere olan eğik bir duvarın altında oturmuş insanların sorunlarıyla ilgileniyordu. Oradakiler “burada oturmayın, bu duvar yıkılmak üzeredir” deyince Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdular: İnsanın bekçisi, ecelidir. Hz. Ali (a.s) oradaki işini bitirip oradan ayrılınca duvar yıkıldı. Hz. Ali (a.s) bu ve benzeri işler yapmaktan çekinmezdi. İşte yakin budur.

Safvan el-Cemmal ismindeki ravi şöyle nakleder: İmam Cafer Sadık’a (a.s) “Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı”[2] ayetinin açıklamasını sordum ve İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurdu: Oradaki define, altın veya gümüş değildi. Orada sadece dört cümle yazılıydı; Allah’tan başka ilah yoktur, ölüme iman getiren kişi dişleri görünecek şekilde gülemez, hesaba inanan kişinin kalbi gülmez ve takdire yakin gözüyle bakan kişi Allah’tan başkasından korkmaz.

el-Kafi kitabında da bu hadis burada naklettiğimiz şekilde nakledilmiştir ve muhtemelen dördüncü cümle bu hadiste yer almamıştır ancak ileride nakledeceğimiz hadiste dördüncü cümleyi de aktaracağız.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Emirü’l-Müminin Hz. Ali (a.s) şöyle buyururdu: Hiç kimse, kendisine ulaşan şeylerin kesinlikle kendisinden şaşmayacağına inanmadığı, kendisine ulaşmayan şeylerin kesinlikle kendisine ulaşamayacağına, bütün kar ve zararların ancak Allah’ın elinde olduğuna yakin etmediği sürece imanın tadını hissedemez.

Said bin Kays el-Hemedanî şöyle nakleder: Savaş esnasında, üzerinde sadece iki parça giysi olan birisini görünce şaşırdım ve yakından baktığımda bu kişinin, Müminleri efendisi Hz. Ali (a.s) olduğunu gördüm. Kendisine şöyle dedim: Ey Emirü’l-Müminin böyle bir yerde mi? Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: Evet ey Said! Bütün insanlar Allah tarafından kendilerine verilmiş olan bir koruyucuya sahiptirler ve ayrıca iki melek kişiyi dağdan aşağı düşmeğe karşı veya bir kuyuya düşmeğe karşı koruyorlar. Ancak zamanı geldiğinde onu kendi haline bırakırlar.

İmam Rıza’nın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kur’ân-ı Kerim’deki, “Altında da onlara ait bir hazine vardı”[3] ayeti kerimede açıklanmış olan definede şöyle yazıyordu: Bismillahirrahmanirrahim, ölüme yakin gözüyle bakanın gülmesine, ilahi takdire yakin gözüyle bakanın üzülmesine, dünyayı ve halden hale girmesini görüp de dünyaya güvenene şaşarım. Aklıyla Allah’ı tanıyana yakışan, O’nun takdir ettiklerine itiraz etmesin ve onu rızık konusunda yavaş davranmakla suçlamasın.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Hz. Ali’nin (a.s) kölesi Kanber, Hz. Ali’yi (a.s) çok severdi. Hz. Ali (a.s) dışarı çıktığında Kanber de (Hz Ali’yi korumak üzere) kılıcını alıp arkasınca giderdi. Hz. Ali (a.s) bir akşam Kanber’i gördü ve ona şöyle seslendi: Ne yapıyorsun Kanber? Kanber: “Sizin peşinizce geliyorum ey Müminlerin efendisi” deyince Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: Dünya ehlinden mi koruyorsun beni ahiret ehlinden mi? Kanber: “Dünya ehlinden” deyince Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: Dünya ehli, Allah’ın izni olmadan bana bir zarar veremez, geri dön. Bunun üzerine Kanber geri döndü.

Şöyle rivayet edilmiştir: İmam Rıza’ya (a.s) şöyle söylendi: Siz bu sözleri söylerken bir yandan da kılıçlardan kan damlıyor. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: Yüce Allah altın bir vadi yaratmıştır ve orayı yarattığı en güçsüz varlıklarla yani karıncayla korur. Oraya en güçlü develerle bile gitmek isterseniz yine başaramazsınız.

2- Yakinin Hakikati Hakkında?

Yakin, her şeyi sebeplerin yaratıcısı olan ve her şeyi, hakiki malik olan Allah’tan görmektir. Yakin, aracıları Allah’ın emrine ve hükmüne tabi birer köle olarak bilmektir. İnsan, bu bilince vardığında Allah’ın rızkına kesin gözüyle bakacaktır. Dolayısıyla insanların elindeki mal mülke göz dikmeyecek ve kendisi için takdir edilen şeyin kesinlikle kendisine gelip varacağına inanacaktır. İnsan, bu bilince ilaveten bir de yapmış olduğu bütün ufak ve büyük iyi veya kötü işlerin karşılığını mutlaka bulacağına, bütün açık ve gizli hallerinin Yüce Allah nezdinde saklı olmadığına, bütün düşündüğü ve niyetlendiği işlerin hakikatinin Yüce Allah nezdinde saklı olmadığı bilincine varırsa işte bu aşamadan sonra bu insan bütün hallerinde ve bütün işlerinde Allah’ı göz önünde bulunduracaktır. Yüce Allah’ı görüyormuşçasına ona kulluk edecek, bütün azmini ruhunu kötülüklerden arındırmak yönünde kullanacak ve kalbinin Allah’a güzel görünmesi için harcadığı çaba, dış görünümünün insanlara güzel görünmesi için harcadığı çabadan çok daha büyük olacaktır.

Misbâhu’ş-Şerîa kitabında İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Yakin, insanı harikulade ve yüce makamlara ulaştırıyor.

Ayrıca şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah’ın (s.a.a) yanında, Hz. İsa’nın su üzerinde yürüme olayı konuşulurken yakin özelliğinin değerine vurgu yapıldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: Yakini daha fazla olsaydı havada bile yürüyebilirdi.

Bu hadisten yola çıkarak peygamberlerin, bütün üstünlüklerine rağmen, yakin özelliğiyle birbirlerine üstünlük kazanabildikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca yakin için bir son da düşünülemez.

Müminler de yakin özelliğinde farklı derecelere sahiptirler. Kimi müminler güçlü bir yakine sahiptir. Bu müminlerin belirtisi, Allah dışındaki tüm güç ve kuvvetlerden uzaklaşıp yalnızca ve yalnızca Allah’tan yardım dilemektir. Bu müminler Allah’ın emirleri konusunda taviz vermez, insanların gözü önünde ve insanların gözünden uzak Allah’a ibadet ederler. Onlar için var olmak veya olmamak, kıtlık veya bolluk, övülmek veya yerilmek, şöhret veya tanınmamak eşittir. Zira onlar bunların tamamını bir görürler ve aynı gözle her ikisine bakarlar. Zayıf bir yakine sahip olanlar ise sebepler ve aracılara gönül bağlar, kendilerini bu boşluğa bırakır, asılsız örf ve adetlerin peşinden gider, dünya peşinden koşup para biriktirir, dilleriyle “verenin de sakınanın da Allah olduğunu” söyleyip ellerindeki paradan hiç kimseye bir şey vermez, “insan ancak kendisi için önceden biçilmiş olan rızka ulaşabilir” deyip infaktan uzak durur, dilleriyle “insanın şahsi çabayla bir yere varamayacağını ve ancak kaderinde var olana varabileceğini” söyleyip amelde bunun tersini yaparlar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlar oysa Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.”[4]

Yüce Allah insanlara lütufta bulunup da rızık peşinde gitmelerine müsaade etmiştir, önceden belirlemiş olduğu sınırları aşmamak üzere, insanlar için belirlemiş olduğu farzları bir kenara bırakmamak üzere, peygamberinin sünneti doğrultusunda, tevekkül çizgisinden uzaklaşmadan ve hırs tuzağına düşmeden kendi ve ailelerinin ihtiyacını karşılamak üzere dünya kazancı peşinde gitmelerine müsaade etmiştir. Ancak bu sınırların ötesine çıkan insanlar kendilerini felakete düşürmüşlerdir ve dilleriyle söyledikleri yalan iddialardan başka hiçbir şeye sahip olmayacaklardır.

Tevekkülden yoksun bir şekilde rızık peşinde koşan insanlar ancak bir avuç haram veya şüpheli kazançtan başka bir şey elde edemezler. Tevekkül sahibi bir insanın belirtisi kazancını Allah yolunda harcaması, kendisi aç kalsa bile din yolunda infaktan vaz geçmemesidir.

Ancak ve ancak vücuduyla kazanç peşinde iken kalbiyle Allah’a tevekkül eden kullar Allah’ın bu yönde müsaade etmiş olduğu kullar ve çok miktardaki malı elindeki bir emanet olarak görüp bu malın varlığı ve yokluğuna aynı gözle bakan kişiler Yüce Allah’ın izin vermiş olduğu kişiler olabilirler. Aynı şekilde Allah rızası için vermezlik yapıp yine Allah rızası için infak yapan kullar bu insanlardan sayılırlar. Bu insanlar gerektiği yerde Allah rızası doğrultusunda mal harcamak konusunda cömertçe davranırken gerektiği yerde yine aynı amaçla vermezlik yaparlar.

- - - - - - - - - -


[1] Bakara, 4.

[2] Kehf, 82.

[3] Kehf, 82.

[4] Âl-i İmrân 167.