.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Acaba Kur’an’da temsilin veya meselin varlığı Kur’an’ın hükümlerinden bir kısmının sembolik olduğunun işareti sayılabilir mi? Lügatte temsil kelimesi, teşbih ve benzer anlamında, misal verilmiş bir öykü veya olay, örnek getirmek, bir şeyi bir şeye benzetmek demektir.[1]
Aynı şekilde mesel de teşbih, eş, numune, benzer, hal vasfı, öykü, kıssa, hikâye ve efsane anlamına gelir.[2]
Kısacası mesel, nitelemektir[3]:
مَّثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ أُكُلُهَا دَآئِمٌ وِظِلُّهَا
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır.”[4]
Allame Tabatabai (ra), şibh ve şebeh kelimelerine benzeyen misl ve mesel kelimesinin anlamına işaret ettikten sonra şöyle der: “Burada kasdedilen, bir şeyi dinleyen için resmetmektir.” Sonra şunu ekler: Mesel, anlatanın gözönünde bulundurduğu anlamı temsili istiare metoduyla dinleyenin zihnine yansıtan cümle veya öykü anlamındadır. Mesela:
مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.”[5]
Sonra betimlemenin anlamına işaret eder ve “انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ ”[6] ifadesini bu manada alır.[7]
Kur’an-ı Kerim’de mesel ve emsal kelimenin muhtelif kullanım biçimleri hesaba katılırsa hiç kuşku yok, betimlemek anlamında temsilin, tıpkı akılla kavranan hakikatlerin algılanabilen tezahürlere benzetilmesi, özdeyiş veya diğer sözler gibi olduğu sonucu çıkartılabilir. Ama insanın terbiye edilmesi saikiyle bile olsa Kur’an’ın hayali öykülerle ve roman türüyle ilişkilendirilmesi ciddi güçlükle yüzyüzedir.[8] Çünkü gözönünde bulundurulan anlamın dinleyenin zihnine yakınlaştırılması için mesel aracılığıyla betimlenmesi hakikatleri açıklamada meşhur bir uygulama ve kolay bir yoldur.[9]
Allame Tabatabai (r.a), hak ve bâtılı su ve köpüğe benzeten ayet (Ra’d 17) hakkında şöyle yazar: “Bu misal bize, gözlemlenen âlemin gerçeklerinin gayp âlemini ve manevi hakikatleri resmetmek için uygun semboller olduğunu söylüyor. Bu nedenle müminin nefsindeki doğru inançların meseli, çeşitli ırmaklarda akan, insanların yararlandığı, onların yüreklerini canlandıran ve orada iyilik ve bereket yeşerten gökyüzünden inmiş su gibidir. Kâfirin nefsindeki bâtıl inancın meseli ise devamı ve kıvamı bulunmayan sel üzerindeki köpük gibidir.”[10]
Bu yorumun içeriği, âkil insanların diyaloglarında yaygın olan, akılla kavranan şeyin algılanabilen şeye benzetilmesinin ifadesidir. Bunun gibi, bazı maksatları anlatabilmek amacıyla konuşma sırasında bir özdeyişin beyan edilmesi de hiçbir güçlükle karşılaşmaz. Çünkü özdeyişler, biz haberdar olmasak da mutlaka nesnel bir temele sahiptirler:
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا
“İpliğini sağlamca büktükten sonra çözüp bozan gibi olmayın.”[11]
Denir ki burada cahiliye dönemindeki ahmak bir kadına işaret vardır. Öğleye kadar yün eğirir ve akşamları da düğümleri çözerdi.[12] Sonra bu öykü, sonuca vardırılmış bir işi bozan herkes için misal haline geldi.
Kur’an’da temsilin bir diğer anlamı “nazil olmuş hakikatler” tabiriyle ifade edilebilir. Allame Tabatabai, muhkem ve müteşabih ayetini (Âli İmran 7) izah ederken linguistik-epistemolojik bir analiz kapsamında şunları yazar:
Bireylerin genel anlayışı daha çok algılanabilenlerle meşguldür ve onun ötesindekileri kolayca idrak edemez. Öte yandan Allah’ın dine hidayeti belli bir gruba özgü de değildir. Bilakis insanların tamamı ve tüm sınıflar ondan yararlanmalıdır. Yine Kur’an tevili de kapsadığından Kur’an-ı Kerim’in beyanlarının mesel boyutu taşıması da bir gereklilik haline gelmiştir. Şu anlamda: Kur’an-ı Kerim insanların zihinlerinde aşina oldukları anlamları alarak, ahalinin bilmediği bilgileri insanların anlayabilmesi için o anlamların formuna sokar.
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ وَإِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ
“Biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur’an kıldık. O, katımızda bulunan Ana Kitap’ta mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.”[13]
Kabilinden ayetler her ne kadar bu noktayı açıklıkla belirtmemiş, kinaye ve işaretle geçmişse de bu işaretle yetinmemiş, onu hak ve bâtıl için verdiği bir misalle beyan buyurmuştur:
“O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir.”[14]
Böylelikle Kur’an’ın lafzi beyanlarının Allah’ın hak malumatı için birtakım meselleri olduğu açıklığa kavuşmuş oldu. Allah bu malumatı beyan etmek için onları halkın ortalama seviyesine kadar indirmiştir ve bundan kaçış da yoktur. Çünkü halkın geneli duygusallıktan başkasını idrak edemez. Bu sebeple genel anlamları da hissiyat kalıbında anlatmak gerekir.[15]
Benzer biçimde, şeytanların semavi şihaplarla kovulmasını ve gökteki haberleri dinlemekten mahrum edilmesini (Saffat 10) tefsir ederken şöyle yazar: Allah Teâla’nın bu sözünün, duyumsanamayan hakikatlerin, hissedebilen anlayışa yaklaştırmak için beyan edilmiş duyumsanabilen biçimler formunda temsili kabilinden olması muhtemeldir. Çünkü başka bir yerde şöyle buyurmuştur:
وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ
“İşte bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.”[16]
Arş, kürsü, levha ve kitap da aynı konular arasındadır. Bu çerçevede, meleklerin yaşadığı semadan maksat, gözlemlenebilen âlemden üstün bir ufukla melekuti varoluş; şeytanların gökyüzüne yaklaşması, oraya kulak vermesi ve ok yağmuruna tutulması ile kasdedilen, şeytanların yaratılışın sırlarını ve gelecekte yaşanacak olayları öğrenmek için melekler âlemine yakınlaşma girişimi, melekût âleminin nuruyla ok yağmuruna tutulmaları ve hakkın onların bâtıl işlerini yok etmesidir.[17]
İslam’ın derin düşünebilen Kur’an âlimleri açısından, bir yandan Kur’an’ın hak oluşuna, diğer yandan tabiat âlemini ve doğaötesini -bu cümleden olarak da misal âlemini ve maddenin her türlü şaibesinden arınmış soyut evreni- kapsayan varlık evreninin kuşku mertebelerine odaklanmak ve duyu, tecrübe, akletme, nefsani gözlem ve peygamberlerden edinme vasıtasıyla vahye dayalı bilgiyi kapsayan insanın idrak gücünü ve anlayış mecralarını geliştirmek Kur’an’da temsil, misal ve örneklemeden sözedildiğinde asla hayali öyküler ve simgeselleştirme yaklaşımına fırsat doğurmayacaktır.
Buna ek olarak, daha önce beyan edildiği gibi, burada lugat hakikati ve mecazı ile felsefi hakikat ve mecazı birbirine karıştırmamak gerekir. Bazı büyük müfessirlerin Kur’an’da değinilen kimi olaylar hususundaki yorumu temsil veya misal oldukları şeklindeyse bile bu, hiçbir şekilde o olayların hayali ve gerçeklikten uzak uydurma öyküler gibi kabul edildikleri anlamına gelmez. Bilakis, kendilerinin de izah ettiği gibi kasdettikleri şey, doğaötesi bir hakikati, tabiat ve madde ülkesinde yaşayan biz insanların aşina olduğu kelimelerle açıklamaktır.
Buna göre Kur’an’ın bu tür tabirlerine mecaz adı vermeye izinliysek de bu mecazdan maksat edebiyat ve lugat mecazıdır, anlamı gerçekliği reddetmek olan felsefi içerikli mecaz değil. Ama bu konularda da, bundan önce ele aldığımız kaynak uygunluğu itibariyle bu kavramlar Kur’an’a özgü örfe aittir. Bu özellikli örf, ona aşina olmayan halkın geneline mecaz gibi görünebilir. Fakat onu bilen ve haberdar olanlar için tecelli eden vazedilme ışığında ortaya çıkan hakikattir, mecaz değil.
Bu çerçevede Kur’an’da mesel ve temsilin varlığının (Rum 85) kabul ediliyor diye Kur’an’ın her hükmü temsille açıklanamaz. Aksine, böyle bir karar karinelere, akli veya nakli dayanağa muhtaçtır.[18] Bu bakımdan, ilahi emanetin arzedilmesi, onun insan tarafından kabul edilmesi, göklerin, yerin ve dağların çekimser kalması belki de insanoğlunun bu paha biçilmez emanete tahammül kabiliyetine dair kinaye ve temsildir[19]:
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
“Emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”[20]
[1] Logatname-i Dehhoda, temsil kelimesi.
[2] A.g.e., mesel kelimesi.
[3] Ragıp İsfehani, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, mesel kelimesinin dipnotu.
[4] Ra’d 35
[5] Cuma 5
[6] Furkan 9 (Bak senin hakkında ne biçim temsiller getirdiler.)
[7] El-Mizan, c. 2, s. 159.
[8] Bkz: Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 223-229
[9] Bkz: el-Mizan, c.13, s. 202; c. 15 s. 125.
[10] A.g.e., c. 11, s. 338-339.
[11] Nahl 92
[12] Mecmeu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 5-6, s. 590.
[13] Zuhruf 3-4
[14] R’ad 17
[15] El-Mizan, c. 3, s. 60-63; Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 223.
[16] Ankebut 43
[17] Bkz: A.g.e., c. 17, s. 124-125.
[18] Bkz: Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 29, 226.
[19] El-Mizan, c. 16, s. 349; Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 279.
[20] Ahzab 72