Fıkıh | Ahkam

Faiz ve İslam Hukukundaki Yeri

“Allah faizi eksiltir, sadakaları ise arttırır.” Bakara / 276

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Bismillahirrahmanirrahim

“Allah faizi eksiltir, sadakaları ise arttırır.”[1]

Ribâ, sözlükte; artma, çoğalma, şişme gibi anlamlara gelir. Türkçe’de, fâiz ve ribâ, eş anlamda kullanılır. Bir fıkıh terimi olarak, para ve standart (mislî) malların birbiriyle değişiminde, taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız fazlalığı ifade eder. İslâm’ın çıkışı sırasında ödünç verilen asıl borca “re’sü’l-mâl” (anapara), vade sonunda ödenecek ziyadeye ise “ribâ” denilirdi. Borçları ertelerken eklenecek fazlalık da bu niteliktedir.

Faiz, insanoğlunun ekonomik yaşamındaki en eski problemlerinden biridir. Tarih boyunca hemen hemen bütün toplumlarda olan faiz, yine o toplumlar tarafından bazen yüceltilmiş, ekonominin bir gerçeği olarak kabul edilmiş ve bazen de yerilip, akli ve örfi hiçbir dayanağının bulunmadığı dillendirilmiştir. Fakat tarih bize açık ve net bir şekilde göstermiştir ki; faizi kabul eden toplumlar bunu meşru kılan devirler, insanlık tarihinin en ahlaki yönden çöküntü içinde olan toplum ve devri olmuştur.

Her ne kadar Platon ve Aristo gibi düşünürler faize karşı çıksalar da, eskiden beri toplumlar bunu uygulamışlardı. Günümüzdeki dev kuruluşlar ve bankalar şeklinde olmasa bile, hem fert hem de küçük organize gruplar olarak faiz hem alınıyor hem de veriliyordu. Faiz müessesesi zenginin elinde bir istismar vasıtasıydı. Zira riba adı verilen ve borçlunun ödemek zorunda olduğu fazlalık, bazen asıl borcun kat kat üstüne çıkıyor ve borçlu her geçen gün artan bu fazlalıklar altında ezilip gidiyordu. Bu muamele ile fakir daha da fakirleşirken zengin daha da zengin hâle gelir ve iki sınıf arasındaki uçurum her geçen gün daha da derinleşirdi.

Esas itibarıyla bankalara ve faizcilere borçlanarak iş yapan herkes, -ister bu iş büyük çapta isterse küçük çapta olsun- banka ve faizcilerin köle ve esiridirler. Bunlara en iyimser ifade ile “Hayatlarının sonu sefaletle bitecek işçilerdir.” demek mümkün olabilir. Faiz sistemi, hiç ilgisi olmayan kitleleri de borçlandıran ve farkında olmadan onlara borç ödettirip duran bir sistemdir. Zira faizciden para alan tüccar ve sanayiciler, onlara ödeyecekleri faizleri tüketiciler arasında taksim etmekte ve elde edilen ürüne bu miktar otomatikman bir maliyet olarak eklenmektedir. Yükselen fiyat ise talebe menfî yönde tesir etmekte ve bu cihetten faiz kendi kendini yiyip tüketmektedir.

Faiz, zengini daha zengin yaparken fakiri de daha fakir hâle getirir. Böylece her iki sınıf arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha derinleşir. Neticede aradaki bütün köprüler yıkılır ve bu iki sınıf birbirinin en amansız düşmanı hâline gelir. Yukarıdan aşağıya tahakküm, tasallut ve zorbalık iner. Aşağıdan yukarıya ise kin, nefret ve intikam hissi, tavrı yükselir. Büyük bir kaosun içine giren toplum, bir gün gelir içtimaî coğrafyadan bütün bütün silinir gider. Ayrıca faiz sistemi, ahlâkî bütün değerleri yıkan, yok eden bir sistemdir. İnsanın kendi öz cevherine faiz sebebiyle yaptığı zarar ve kendi ruhunda açtığı yaralar sayılamayacak kadar çoktur. Faizci, ahlâkî değerler adına kendi kendisinin katilidir.

Faiz, alan veya veren iki taraftan biri için önlenemez bir haksızlık ve zulüm sebebi olmasından dolayı Kur’an ve rivayetler tarafından yasaklanmıştır. Faizin hiçbir çeşidini bu yasağın dışına çıkarmak Kur’an açısından mümkün olmamaktadır. Çünkü faizin şekil veya oranının değişmesi söz konusu haksızlık ve zulmün sadece yönünü (alan veya veren) veya derecesini değiştirmekte, fakat varlığını ortadan kaldıramamaktadır. Faiz, iki tarafıyla da kesen bir bıçak gibi, ya alanı ya da vereni, kaçınılmaz bir şekilde zulme uğratan bir mekanizmadır.

* * *

Faizin Kur’ân-ı Kerim’de Haram Kılınışı

Faizin haram kılınması konusunda araştırmacılar arasında iki görüş vardır: Bazılarına göre; İslâm dini zuhur ettiği zaman faiz, Arap yarımadasında aşırı yaygın idi. Bu münasebetle faizin bir defada haram kılınmasının imkânsızdı. Dolayısıyla Yüce Allah bi’setin başlarında değişik ayetler göndererek faizi kınadı ve uygun zemin oluşuncaya kadar onun haram kılınmasını zamana yaydı.

Faizin tedrici olarak haram kılınması görüşünü ilk defa Üstad İsmail Halil, 1908 yılında Kahire’deki derslerinde açıkladı. Daha sonra Dr. Muhammed Abdullah Derraz bu görüşü 1951 yılında Paris’te düzenlenen bir konferansta ortaya attı ve “er-Riba fi Nazari’l-Kanuni’l-İslâm” kitabını yayınladı. Dr. Derraz’dan sonra birçok ilim adamı onu izleyerek ya da bu konuda mustakil araştırmalar yaparak bu görüşü kabul etti.[2]

Faizin tedrici olarak haram kılındığı görüşünü ortaya atan araştırmacılar, konunun ayrıntılarında farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bazıları faizin üç aşamada[3] haram kılındığını söylerken bazıları dört [4] ve bazıları ise beş aşamada[5] haram kılındığını savunmaktadırlar. Ancak onların tümü, faizin de şarap gibi öncelikle öğütle, sonra kısmen yasaklandığı ve en sonunda da kesin bir şekilde tamamen haram kılındığı görüşündedirler.

Bunun karşısında bir grup kimse de İslâm dininin ribayı bir defada haram kıldığını savunmaktadır.

Birinci grup, kendi tezlerinin doğruluğunu kanıtlamak adına ayetlerin tarihi ve tefsîri konusunda oldukça yoğun bir çaba sarf etti ve faizin tedrici olarak haram kılınması ile ilintili oldukça anlamlı tarihsel bir seyir sundu. Ama onların görüşlerinin aksini isbatlayan deliller de mevcuttur. Onlar, riba ayetlerinin bazıları hususunda öylesine görüşler ortaya atmışlardır ki günümüze kadar hiçbir müfessir onları savunmamış, hatta ihtimalini bile vermemiştir.[6]

Konuya Usûl-ü Kâfi’de faizin haram kılınmasını anlatan ayetlerin tedrici olarak indiğini reddeden bir hadisle devam ediyoruz:

Sumae diyor ki: İmam Sadık’a (a.s.) şöyle dedim: Ben, Allah’ın birkaç ayette ribadan söz ettiğini ve tekrarda bulunduğunu gördüm. İmam: “Bunun sebebini bilmiyor musun?” diye buyurdu. “Hayır” dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“İnsanların (karzu’l-hasene gibi) iyi işlerden kaçınmamaları için tekrar etmiştir.” [7]

Bu hadisten, riba ayetlerinin Kur’ân’da tekrar edilmesinin sırf faizin haram oluşunun önemini vurgulamak ve üzerinde dikkatle durulmasını sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bazı ayetlerin nüzul sebeplerinden anlaşılan da budur. Bazı Müslümanlar, Âl-i İmran suresinde haram kılınmasından sonra faizden vazgeçmemiş, riba alıp vermeye devam etmişlerdir. Bu yüzden Allah, Bakara suresinin ayetlerini göndererek faizcileri nasıl bir akıbet ve azabın beklediğini bildirmiş; bu tehditlerle o kötü ameli Müslümanların iktisadî yaşantısından tamamen kaldırmayı hedeflemiştir. Buna göre, faizin tedrici olarak haram kılındığı görüşünün doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Şimdi faizi yasaklayan ayetlerinin tedrici olarak indiğini iddia edenlerin görüşüne göre, riba ile ilgili ayetleri sıralıyoruz. Bunun yanı sıra ayetlerdeki önemli noktalara değinerek bu görüşün doğru olup olmadığını incelemeye çalışacağız.

Birinci grup, riba ayetlerini şu şekilde sıralamıştır:

a- Müddessir suresi 6. ayet

b- Rum suresi 39. ayet

c- Nisa suresi 160. ayet

d- Bakara suresi 275–281. ayetler

* * *

Müddessir Suresi 6. Ayet

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

يَا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ & قُمْ فَاَنْذِرْ & وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ & وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ & وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ & وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ & وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ

“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Ey bürünüp sarınan (Resulüm) ! Kalk artık (insanları) uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terk et. Ve birşeyi, daha fazlasını elde etmek için ve başa kakarak verme. Rabbin için sabret.”

* * *

Ayetin Nüzul Zamanı ve Sebebi

Bazı âlimler Peygambere (s.a.a.) inen ilk ayetlerin Müddessir suresinin ilk yedi ayeti olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise Alak suresinden sonra inen ilk ayetlerin Müddessir suresinin ilk yedi ayeti olduğunu iddia etmişlerdir. Bazılarının inancına göre ise İslâm’a aleni davet yapılmaya başlandıktan sonra Peygambere (s.a.a.) inen ilk ayetler Müddessir suresinin ilk yedi ayetiydi.[8]

Ayetler için zikredilen nüzul sebepleri arasından ayetlerin siyakına/akışına uygun olan husus şudur: Müşrikler hac mevsimine yakın bir zamanda bir araya toplandılar. Onların Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Velid b. Muğira ve Nazr b. Harise gibi büyükleri, Mekke’ye özellikle Mekke dışından gelecek olan hacıların Peygamberle (s.a.a.) ilgili sorularına ortak bir cevap bulmak konusunda istişare ettiler. Çünkü verilecek farklı cevaplar hacıları ikna etmeyecekti; kiminin falcı, kiminin mecnun, kiminin de sihirbaz demesi onların sözlerini etkisiz kılacaktı.

Bu toplantılardan çıkan ilk karar şu idi: Peygamber (s.a.a.) sihirbazdır. Çünkü sihirbazlığın göstergelerinden birisi karı ile kocanın, baba ile oğulun arasını bozmaktır. Onların düşüncesine göre İslâm dininin sunumuyla zaten böyle bir şey yapılmıştı. Hz. Peygamber (s.a.a.) bu sözleri duyduğunda oldukça rahatsız oldu ve üzgün bir şekilde evine dönerek uyudu. Bir müddet sonra yukarıdaki ayetler inip onu kıyam ve mücadeleye davet etti.[9]

“Ve birşeyi, daha fazlasını elde etmek için ve başa kakarak verme.‎” ayetinin tefsîri:

Konumuzun asıl hedefi bu ayetin tefsîridir. Bu ayetin tefsîri hususunda müfessirler arasında ihtilaf vardır. Çeşitli tefsîrlere müracaat ederek bu ayet hususunda var olan dokuz tefsîri naklediyoruz:

1- Ey Peygamber! İlâhî emirleri yerine getirdiğinde, yani kendi kavmini uyardığında, Rabbine tazim ettiğinde, elbiseni temiz tuttuğunda, kötü şeyleri terk ettiğinde, bu itaatini büyük ve çok görerek Allah’a minnet koyma, başa kakma ve kibirlenme.

İmam Sadık (a.s.) bu ayetin tefsîrinde şöyle buyurmuştur: Ey Peygamber! Allah rızası için yaptığın iyi işleri sakın çok görme.[10]

Allame Tabatabaî,[11] Seyyid Kutup,[12] Taberî,[13] Rabi b. Enes ve Hasan,[14] gibi müfessirler bu yorumu kabul ederek şöyle demişlerdir: Bu yorum ayetlerin siyakıyla/akışıyla uyuşan en iyi tefsîrdir.

2- Ey Peygamber! Daha fazlasını sana hediye edeceklerini umarak kimseye hediye verme.

Bu anlam bazı hadislerde yer almıştır: “Birisine bağışta bulunduğun zaman sana daha fazla vermesini bekleme.”[15]

İbn Abbas, Mucahid, Katade, Nehaî, Dahhak,[16] İkrime, Tavus,[17] Zamahşerî,[18] Tabersî,[19] Kurtubî,[20] Mahlî,[21] İbn Kesir,[22] Şubber,[23] Alusî,[24] bu anlamı kabul etmiş ve şöyle demişlerdir: Bu hüküm Peygamber’e (s.a.a.) hastır. Fakat diğer insanlar birbirlerinden daha fazla hediye almak ümidiyle bunu yapabilirler. Zamahşerî şöyle demiştir: Ayette iki ihtimal vardır: Eğer sakındırmaktan kasıt haram ise bu Peygamber’e (s.a.a.) özgü bir hükümdür. Ama haram değil mekruh olduğu kastedilmişse bu durumda genel anlam ifade eder ve tüm Müslümanları kapsar.

Hz. Ali’den (a.s.) bu ayetle ilgili nakledilen bir hadisten haram hükmü çıkmakta ve bu hükmün Peygamber’e (s.a.a.) has olmayıp tüm Müslümanları kapsadığı anlaşılmaktadır.

Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Haram mallardan birisi de verdiğin hediyeden daha fazlasını beklemendir. Allah şöyle buyurmaktadır: Verdiğin şeyden daha fazlasının sana verilmesini bekleme.” [25]

Hadisin zayıf olmasından dolayı müfessir ve müçtehitler zahirine göz yumup ona amel etmemiştir. Hadisten daha çok bu konunun mekruhluğuna delalet ettiği anlamını çıkarmışlar veya hadisin Peygamber’in (s.a.a.) memurları hakkında olduğunu söylemişlerdir.

3- Ey Peygamber! Rabbinin sana verdiği Peygamberlik ve Kur’ân nimetinden dolayı, onlardan daha fazla karşılık almak için minnet koyma ve başa kakma. Tefsîr âlimleri bu görüşü İbn Zeyd’ten nakletmişlerdir.[26]

4- Ey Peygamber! İtaatinin ve ibadetinin çokluğu düşüncesiyle vazifeni yerine getirmede gevşeklik gösterme. Bu görüş Mücahit’ten nakledilmiştir.[27]

5- Ey Peygamber! İnsanlara bir şey bağışladığında, onu çok görme. Bu görüş Zamahşerî’ye aittir.[28]

6- Zeyd b. Eslem’den başka bir görüş nakledilmiştir: Ey Peygamber! Birisine hediye verdiğinde, Allah rızası için olsun ve sabret ki karşılığını Allah versin.[29]

7- Ey Peygamber! Dinî konuları insanlara öğrettiğinde onlara minnet koyma ve amelini çok görme.

Fahr-i Râzî bu görüşü bir ihtimal olarak ortaya atmış Tantavî ise bu görüşü kabullenmiştir.[30]

8- Bazı müfessirler yukarıda zikredilen tefsîrlerin tümünü kapsayan bir görüş ortaya atmışlardır: Ey Peygamber! Yaptıklarına karşılık (vazifeni yerine getirmemiş olmanla, Peygamberliğinle, sana bağışlanan nimetlerle vb.) hiç kimseye (Allah’ ya da insanlara) minnet koyma ve amelini büyük sayma.[31]

9- Ey Peygamber! Daha fazlasını almak üzere başkasına borç verme.

Tabersî bu görüşü Ebu Müslim’den [32] nakletmiştir. Bu görüşe göre ayet haram olan ribayı men ediyor.

Ehl-i Sünnet’in muasır âlimlerinden meşhur Abdullatif’e göre bu ayet, Allah’ın faizin haram kılınmasına dair verdiği ilk işarettir. O bu görüşü İbn Teymiyye’ye [33] nisbet vererek “bu noktayı ondan başkası dikkate almamıştır” iddiasında bulunmaktadır. Daha sonra şöyle diyor: Ayetteki hitap Hz. Peygamber’e (s.a.a.) yöneliktir. Yüce Allah bu ayetle ribayı insanların en üstün ve şereflisi olan Peygamber’e (s.a.a.) haram kılmıştır. Peygamber’i (s.a.a.) müteakiben İslâm ümmeti de aynı hükmün kapsamındadır.[34]

* * *

Sonuç

Müfessirlerin görüşlerini dikkate alarak bu ayeti, aynı konudaki diğer ayetleri ve ayetin tefsîrinde zikredilen hadisleri incelediğimizde ayetlerin terminolojik anlamıyla bilinen faizle bir ilgisinin olmadığını görüyoruz. Eğer ayetin Peygamber’e (s.a.a.) inen terimsel mânadaki faizle ilgili ilk ayetler olduğunu kabul edecek olsak dahi yine de faizin tedricen haram kılındığını ispatlamaz. Çünkü ayet genele hitap etmekte ve bütün müminleri kapsamaktadır.

Seyyid Kutub’un görüşüne göre, iman sadece dilde değildir. Kişi Allah’ın kurallarına uyduğunda, onun emirlerini yaşantısında uyguladığında mümin sayılır. Toplum da toplumsal yaşantısını İslâmî kurallara göre düzenlediğinde mümin bir toplum sayılır. İman ve riba düzeninin bir arada olması imkânsızdır. Bir topluma riba düzeni hâkim olduğu zaman toplumun bütün fertleri toplu şekilde dinden, imandan çıkar ve kâfirler için hazırlanmış cehennem ateşine girerler.[35]

Merhum Allame Tabatabaî bu konuda şöyle diyor:

İnsanın, yaşantısı içinde yaptığı işler onun inançlarından kaynaklanır. Bu işler birbiriyle ilintilidir ve aralarında zıtlık yoktur. Buna göre insan acıktığında yemek yeme ve susadığında su içmeye karar veriyor. Bu işlerin tümüne “insanî yaşam” ismini veriyoruz. Allah’ın, insanoğlunun vücuduna dizayn ettiği fıtrî mekanizma sayesinde insan, iyiyle kötüyü birbirinden ayırt edebiliyor. Tabii ki fıtratı bozulmamış normal bir insanın durumu böyledir. Ancak şeytanın temas ettiği birisinde, bu mekanizma bozulur; şeytan onun doğruyu algılama gücünü alır ve böylece iyiyle kötüyü birbirinden ayırt edemez hâle gelir. Bu tür insanların iyiyle kötüyü ayırt edememesi, iyiyle kötünün mânasını bilmedikleri için değildir; aksine kötü olanı iyi, iyi olanı ise kötü gördükleri içindir. Böyle bir insan, nihayetinde kendisinin iyi yapabildiği şeyi iyi sayar, yapamadığı şeyi ise kötü sayar. Başka bir tabirle kendi hoşuna giden şeyi iyi, hoşuna gitmeyen şeyi ise kötü telakki eder. Sosyal hayattaki davranışlarında da iyi bildiği her şeyi yapar ve onu normal bir şey olarak görür; onun dışında kalan davranışları ise anormal sayar. Bu, riba yiyen kişi hakkında da geçerli bir durumdur. Riba yiyen kişi de bu işi iyi yaptığı için onu iyi olarak görür. Zira faizli alış-verişler sahibini yanlış bir inanca sürükler ve sonunda meşru alışveriş ile meşru olmayan (faizli) alışveriş arasında hiçbir fark koymaz. Kendisine “faiz yemekten sakın ve alış-veriş yap” denildiğinde şöyle der: Faizle alışverişin ne farkı var ki? Hangi sebeple alışveriş faize tercih edilir? Ne diye faizi bırakayım ve alışveriş yapayım?[36]

- - - - - - - - - - - -


[1] Bakara, 276.

[2] Ahmed Mustafa Meragî, Tefsîru’l-Meragî, c. 1, 3. bölüm, s. 59,60; Mesadiru’l-Hak fi’l-Fıkhi’l-İslâmî, c. 3, s. 200. Muhammed Ali Sabunî, Revaiu’l-Beyan Tefsîru’l-Ayati’l–Ahkâm, c. 1, s. 389. Vehbe Zuheylî, Tefsîru’l-Munir c. 3, s. 91-92. Buhûsün fi’l-Riba, s. 25. el-Riba fi Teşrii’l-İslâmî, s. 9. Ebu Seri Muhammed AbdulHadi, el Riba ve’l- Karz fi’l-Fıkhi’l–İslâmî, s. 21.Masrifu’l-Tenmiyeti’l-İslâmî, s. 125. Abdullatif Meşhur, el-İstismar fi’l-İktisadi’l–İslâmî, s. 161. Cafer Abbas Hacı, el -Mezhebu’l-İktisadi fi’l-İslâm, s. 635.

[3] Buhûsün fi’r-Riba, s. 25.

[4] Muhammed Abdullah Derraz, el Riba fi Nezeri’l-Kanuni’l-İslâmî, s. 19.

[5] el- İstismar fi’l-İktisadi’l-İslâmî, s. 161.

[6] Rum suresi 39. ayetinin tefsîrinde olduğu gibi; ileride yapacağımız açıklamayla hiçbir tefsîr aliminin bu mâna ihtimalini vermediğini göreceğiz.

[7] Muhammed b. Yakub Kuleyni, el-Furû’ mine’l-Kâfî, Tashih-i Ali Ekber Gaffarî, c.5, Kitabu’l-Maişet, Bâbu’r-Riba, s.146, h.7.

[8] el-Mîzân fi Tefsîri’l-Kur’ân, c. 20 s. 79.

[9] Tefsîr-i Numune, c. 25 s. 209

[10] Abdu Ali b. Huveyzî, Nuru’s-Sakaleyn, c. 5 s. 454, Tefsîr-i Numune, c. 25 s. 216.

[11] el- Mizan, c. 20 s. 82.

[12] Seyyid Kutub, Fi Zilali’l-Kur’ân, c. 8 s. 360.

[13] Câmiu’l-Beyân, c. 9 s. 94.

[14] Ebu Ali Fazl b. Hasan Tabersî, Mecmau’l-Beyân c. 10 s. 385, Câmiu’l-Beyân, c. 29 s. 94.

[15] Nuru’s-Sakaleyn, c. 5 s. 454, Tefsîr-i Numune, c. 25 s. 216.

[16] Mecmau’l-Beyân, c. 10 s. 385, Câmiu’l-Beyân, c. 29 s. 93 -94.

[17] Câmiu’l-Beyân, c. 29 s. 94.

[18] Zemahşerî, el-Keşşaf, c. 4 s. 646.

[19] Mecmau’l-Beyân, c. 10 s. 385.

[20] Muhammed b. Ahmed Ensarî Kurtubî, el-Camiu’l-Hikemi’l-Kur’ân, c. 91, s. 67–68.

[21] Mahlî ve Suyutî, Tefsîru’l-Celaleyn, s. 776.

[22] İmadduddin İsmail b. Kesir Dimeşkî, Tefsîru’l-Ku’râni’l-Azim. C. 4, s. 466.

[23] Abdullah Şubber, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerim, s. 538.

[24] Alusî, Ruhu’l-Meânî fi Tefsîri’l-Kur’ân, c. 29 s. 119.

[25] Ebu Hanife Numan b. Muhammed, Deaimu’l-İslâm, Asif b. Ali Asker Feyzî’nin Tahkiki, c. 2, s. 327, hs. 1235, Mustedreku’l-Vesail, c. 3, Riba bölümlerinden 3. Bölüm, s. 335, hs. 2.

[26] Mecmau’l-Beyân, c. 10, s. 358, Câmiu’l-Beyân, c. 29, s. 94.

[27] Câmiu’l-Beyân, c. 29, s. 94, Cessas, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. 5, s. 368.

[28] el-Keşşaf, c. 4, s. 646.

[29] Mecmau’l-Beyân, c. 10 s. 385.

[30] Abdurrahman Tantavi Cevheri, e- Cevahir fi Tefsîri’l-Kur’ân, c. 24, s. 300; et Tefsîru’l-Kebir, c. 30, s. 194.

[31] Cessas, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. 5, s. 368; Tefsîr-i Numune, c. 25, s. 25.

[32] Mecmau’l-Beyân, c:10,s:385.

[33] el-İstismar fi’l İktisadi’l-İslâmî, s. 161; Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, Mecmuu’l-Fetava Ahmed b. Teymiye, c. 29, Kutubu’l-Fıgh, 9. cüz, s. 22 (Elbette İbn-i Teymiye faizin Müddessir suresinde haram olduğunu belirtmiş ama açıklama yapmamıştır).

[34] el-İstismar fi’l İktisadi’l-İslâmî, s. 161.

[35] fi Zilali’l-Kur’ân, c. 2 s. 75.

[36] el-Mîzân, c. 2 s. 410–414.