.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

İmamet ve Tefviz İmamet ve Tefviz

Kurân ilimleri araştırmacıları, “müfessirin şartları” veya “müfessir için lazım olan özellikler” başlığı altında birçok konu zikretmişlerdir ki bunların bir bölümü “tefsir kaynakları” ile ilgili, bir kısmı “tefsir kaideleri” ile alâkalı, bir bölümü “ihtiyaç duyulan ilimler” konusuna matuf ve bir kısmı da “tefsir yöntemi” ile ilintilidir. Tabi bu meyanda bazı muhakkikler zikri geçen bölümleri müfessirin şartları ile karıştırmamış olmakla birlikte yine de çoğunlukla bu mecmualardan bazı kısımları müfessirin şartları başlığının altında zikretmişlerdir. Bu karışıklık aşağıda zikri geçen üç sebepten birine dayanmaktadır:

Birincisi; Bu tür konuları gündeme getirmenin uzun bir geçmişi olmadığından zikri geçen muhtelif mihverleri birbirinden ayırmak konusunda gaflet edilmiş veya mümkün olmamıştır.

İkincisi; Bazen bu konular farklı bakış açılarıyla muhtelif başlıkların alanına girebilmektedir. çrnek olarak; eğer edebi ilimlere bir bilgi manzumesi olarak bakılırsa, müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimlerden sayılır. Eğer müfessirin kullandığı uzmanlık ve ihtisasa ait bilgi manzumesi olarak görülürse müfessirin şartlarından sayılır.

Üçüncüsü; Bu âlimlerden bazısı “tefsirin şartları” kavramından, ihtiyaç duyulan ilimler ve tefsir kaidelerini de kuşatacak geniş bir mefhumu dikkate almışlardır.

Her halükarda burada kastedilen mefhumun özel bir manası vardır ve sadece müfessirin görüş ve eğilimi boyutundaki yetenek ve kemalini anlatan konulardan seçilmiş olup diğer mecmuaları kuşatmamaktadır.

Geçen bölümlerde şunu belirttik ki tefsir usulü ve kaidelerini riayet etmemek, muteber tefsir kaynaklarını dikkate almamak, onlardan faydalanmamak ve müfessirin ihtiyaç duyacağı ilimleri öğrenmemek, tefsirin hatalı ve itibarsız olmasına yol açar. Bu bölümde zikri geçen konulara ilave olarak müfessirin sahip olması gerekli bazı özellik ve şartları beyan etme sadedindeyiz ki bunların riayeti durumunda onun tefsirdeki hatası azalmış olur. Müfessirin şartları ve özelliklerinden söz etmeden önce iki noktayı zikretmek zaruridir:

a) Müfessirin ruhsal özellikleri bazen zatidir ve iktisapla elde edilmemiştir. Olağanüstü yetenek ve pratik zekalı olması gibi… Bazen de bu özellikleri iktisabidir, istinbat ve takva melekesi gibi… İktisabi olmayan özelliklerde (oluşumunda) esas rolü onun gayr-i iktisabi yönü üstlenir. Gerçi bu özellikler iradeye dayalı olarak hem güçlendirilebilir hem de taz'if edilebilir. İktisabi özellikler ise hem oluşumunda hem de takviye ve taz'ifinde müfessirin çabasına bağlıdır; müfessiri bu alanda ne kadar çaba sarf edecek olursa o ölçüde tefsirdeki yeteneğini artırmış olur. Bazen iktisabi özellikler, doğru inanç gibi bir tür bilinçtir; bazen takva ve iman gibi iktisabi temayüllerdendir. Bazen de bilinçlenmek için gerekli zemini oluşturan hususlardandır. Mesela meraklı ve sürekli sorgulayan bir zihin gibi. Kimi zaman da istinbat yeteneği ve tefsir kaidelerini riayette maharet gibi hüner ve ustalık makulesindendir. Bu bahis, bu şartların çeşitli türlerini içermektedir.

b) Müfessirin şartları ve özelliklerinden bazıları, tefsirin sıhhat ve itibarında etkilidir; öyle ki olmaması, tefsirde hata sebebidir. Mesela; ihtiyaç duyulan ilimler ve düşünce özgürlüğü. Bazı özellikler tefsirin kemali ve daha dolu olmasında etkilidir. Mesela; müfessirin çok sorgulayan bir zihne sahip olması, takvalı ve samimi olması. Bu bölümde bu iki gruptaki şartlardan söz edeceğiz.

Tefsirin İtibarında Etkili Olan Şartlar

Tefsir Öncesi Konulara Zihni Hâkimiyet

Daha önce de işaret edildiği gibi müfessirin dayanakları ve aldığı referanslar senet ve istidlale dayanmalıdır. Tefsirde etkili olan ilimlerden ve birinci derecedeki tefsir kaynaklarından yeterli ölçüde bilgi sahibi olmalıdır. Her türlü tefsir, özellikle Kurâni bilgilerin önemli bir bölümü bu yaklaşım tarzına ve bilgiye bağlıdır. Zikri geçen şartlara ve özelliklere haiz olmadan yapılacak bir tefsir, sırf diğer müfessirlerin tefsirlerini kopyalamak olur veya reye dayalı bir tefsire dönüşür.[1]

İstinbat Meleke ve Yeteneği

Müfessirin her birini bilmek ve kullanmak zorunda olduğu kaideler, metodlar ve kaynaklar, müteaddit ve çeşitli konulardır ki Kurân'ın mefhum ve bilgilerine dakik şekilde ulaşmak için sırf bunları bilmek yeterli gelmez. Aksine müfessir zikri geçen konuları Kurân bilgilerini elde etme yolunda epeyce kullanmış ve bu bilgiyi ustalığa dönüştürmüş olmalıdır; bu bilgi, onda bir yetenek ve nefsani bir durum halini almış olmalıdır. çyle ki bunları kullanmak onun için çok kolay ve tam bir dikkat içinde mümkün olabilmelidir. Zikri geçen ilimlerden ve bilgilerden yoksun olan veya istinbat gücü olmayan bir müfessir nasıl sadece diğer müfessirlerin görüşlerini nakledebilir; ancak nerede kendisinden bir görüş ortaya koymak isterse reye dayalı tefsir tehlikesinden güvende olmaz ise aynı şekilde istinbat gücü, yetenek ve ustalık haddine ulaşmamış bir müfessir de tefsir kaideleri ve usulünü kullanmada gaflete düşebilir. Sonuç olarak da ihtiyaç duyulan ilimlerden faydalanma ve muteber kaynakları seçmede hata ve yanlış yapabilir. Nihayetinde onun da tefsirinde hata ortaya çıkabilir. Tefsirde ustalığın önemli getirisi şudur: Hata yerlerine vakıf olma, muhkem ayetleri tanıma ve Kurân bilgilerine hâkim olan usulden haberdar olmak. Bunlar, tefsirde hatayı azaltacak ve ayetlerden dakik ve uyumlu manaları anlamada önemli rolü olacak konulardır. Zemahşeri'nin, Keşşaf Tefsirinin mukaddimesinde müfessirin şartlarından biri olarak zikrettiği “kesir'ul-mutalaa ve tavil'ul-müracaat (mütalaası çok ve tefsir kaynaklarına müracaatı uzun olmalı)” sözü de aslında ustalığın oluşum zeminine ve istinbat yeteneğine işaret etmektedir.

Kurân'ın Dünya Görüşünü Bilmek ve İnanmak

Kurân'ın beyanları, özel metotlarla gerçekçi bir dünya görüşüne mutabık şekilde sunulmuştur. Onun bilgileri zikri geçen temellere dayandırılmış ve onlarla uyum içindedir. Aslında bu temeller tek bir ruh gibi Kurân bilgilerinin peykerinde hazır olup tezahür etmiştir. Dolayısıyla bu temellerden bihaber olan biri, bu bilgileri anlamada ve ayetlerin lafızlarından geçiş yaparken hataya duçar olacaktır. Aynı şekilde bu temel ilkelere iman etmemek, Kurân mefhumlarındaki incelikler ve ince ayrıntıları dakik şekilde anlamayı zora sokacaktır. Bu müşkül, özellikle Kurân-ı Kerim'in peygamberler ve müminlerin çeşitli yönlerini anlatıp tahlil ettiği yerlerde ortaya çıkmaktadır. İnsani ilimler konusunda görüş sahibi olan araştırmacılar şu noktayı vurgulamaktadırlar ki insanların davranışlarını doğru şekilde anlamak için sırf onların inançlarını ve kültürlerini bilmek yetmez. Aksine araştırmacı biri, o davranışları kendi vücudunda derk ve hazmetmelidir. Zulme maruz kalmış bir kişinin adalet istemesi ve kaba sözler sarfetmesini anlayabiliyorsak bunun sebebi, kendimizin de bir şekilde zulme maruz kalarak aynı şartları tecrübe etmiş olmamızdandır. Nasıl ki bir ferdin davranışını anlamak, o haleti kendinde bulmaya bağlı ise bu davranışlar ve haletleri anlamada da onların çıkış kaynağı olan temellere sahih bir itikatla inanmak hiç şüphesiz etkili olacaktır. Bu esasa dayalı olarak bazı Kurân ilimleri araştırmacıları ve müfessirler de müfessirin iman ve sahih bir itikada sahip olması gerektiği noktasını vurgulamışlardır. Bu şartın zarureti aşağıdaki rivayetten çok iyi şekilde anlaşılmaktadır:

“Kurân, bilen bir topluluk için örneklerdir, başkaları için değil; onlar ki Kurân'ı hakkıyla tilavet ederler, ona iman edereler ve onu tanırlar. Fakat diğerlerine Kurân'ı anlamak pek müşküldür.”[2]

Bazı Kurân ilimleri araştırmacılarının “sır kapılarına vakıf olma” başlığı altında zikrettiği tevekkül, ihlas ve diğer ruhani-ahlâki haletler kabilinden olan konular da bu türdendir, benzer açıklama onlar hususunda da geçerlidir.

İlmi Tarafsızlık

Her metni anlamadaki hedef, sözün sahibinin neyi kastettiğini bilmektir. Bu hedef, metnin müfessirini bazı yönlerden sınırlamaktadır: Bu konuda kendi görüş ve düşüncelerini, bireysel ve grupsal istekleri tefsirine ekleyemez; kendi analizlerini metnin mefhum ve maksadının hesabına bırakamaz. Elbette çok sorgulayan bir zihne sahip olmak [ki müfessirin zikredilecek olan şartlarından biridir] başka bir konu olup bu şartla çelişkisi yoktur. O şartta söz, konular ve soru üzerindedir; bu şarta ise söz cevaplar ve hüküm üzerindedir. İlmi tarafsızlık her araştırmada zaruridir; ister bu tahkik, doğal ve insani kanunların keşfi alanında olsun, ister bir söz veya yazıyı anlamaya ulaşma hususunda olsun fark etmez. Fakat Kurân hususunda, değerli sonuçlarının mülahazasına binaen mesele, daha fazla hassasiyet teşkil etmektedir.

Reye dayalı tefsiri kınayan birçok rivayet de bu noktaya dikkat çekmektedir. Genel olarak ilmi tarafsızlığı riayet etmemek, bazen bireysel ve grupsal temayülleri ayetlerin tefsirine hâkim kılmak; bazen kendi şahsi görüşlerini Kurân'a hâkim kılmak; bazen de başkalarının görüşünden korkup kaidelere dayanarak yeni bir anlayış getirme cüretini kendisinde görmeme ve yenilik getirip daha fazla noktaları ortaya koymama şeklinde ortaya çıkar. Elbette önceki bölümlerde de ifade edildiği gibi akli olan müsellem kaidelerin, âkil adamlar arasındaki konuşma kuralları ve Kurân'dan alınmış genel ilkelerin hakimiyeti, ilmi tarafsızlıkla tamamen uyum içindedir; hatta bu kaideleri etkin kılmak zaruridir.

Tefsirin Kemal ve Yüklü Olma Koşulları

Düşünsel Yeterlilik ve Deruni Saflık

Tecrübeye dayalı dini araştırmalar şu noktayı vurgulamaktadır ki insan fertleri düşünsel ve zihni yetenek açısından yeksan değildir. Zeka seviyesi, hızlı geçiş, netice alma gücü, yeni yorum getirme, hafıza ölçüsü vb. konular muhtelif fertlerde farklı düzeylededir. Bir grup, nübuğ/deha diye tabir edilen oldukça üst merhalededir. Bazıları normal düzeyin altındadırlar. İnsanların çoğu ise orta düzeydedirler. Gerçi insanların tümü, bu yeteneklerden, mükellefiyetin; övgü ve yerginin, mükafat ve azabın şartı olan en az miktarına sahiptirler. Ayrıca bu yetenekler güçlendirilebileceği gibi taz'if de edilebilir. Fakat bireylerin bundan olan nasiplerindeki fark kesindir. Bu yeteneklere sahip olma konusundaki şiddet ve zaafın her metni ezcümle Kurân'ı daha dakik ve kâmil anlamadaki etkisi de inkâr edilemez bir gerçektir. Bu yeteneklerin Kurân'ı anlamadaki rolüne ilave olarak dini beyanlar esasına göre, ihlasla Allah yolunda gayret sarf etmek ve ilahi inayetler de Kurân'ı daha kâmil anlamayı armağan etmektedir; bu da fertlerde farklıdır. Binaenaleyh ihlas ve Allah yolunda çaba sarfetmek sonucu hasıl olan Allah'ın özel inayeti de ayetleri daha kâmil şekilde anlamada etkilidir.

Zihnin Faal Olması

Herkesin Kurân gibi bir metinden istifade etme mizanı, zihninin faal olmasına ve bu metin hakkında onun için ortaya çıkan soruların ölçüsüne bağlıdır. Hem gündeme gelen sorunun türü hem de soruyu dile getirmede gösterilen dikkat, sahih cevaba ulaşmada etkilidir. Fakat bunlara ilave olarak gündeme getirilen soruların ölçüsü önemli rol ifa etmektedir. Dolayısıyla muhtelif alanlarda ihtisas sahibi olan müfessirlerin farklı neticeler almalarının önemli sebeplerinden birisi olarak, onların uzmanlık alanlarına uygun muhtelif soruların gündeme getirilmesi gösterilebilir. Zira onlar için gündeme gelen sorular, o alanda ihtisası olmayanlar için gündeme gelmemiştir veya en azından önemsiz telakki edilmiştir. Son zamanlarda çıkan tefsirlerin önceki tefsirlerden daha yüklü olmaları genelde bu sebepten kaynaklanmıştır. Zira zaman geçtikçe yeni sorular gündeme gelmiş ve Kurâni cevaplar verilmesi gereksinimi doğmuştur; kendileri için bu soruların ve düşünsel ihtiyaçların ortaya çıktığını gören değerli müfessirler de onların cevaplarını Kurân'dan bulmaya çalışmışlardır.

Elbette çok ve çeşitli soruların önemli rolünü mutlak telakki edip diğer faktörleri görmezden gelmek doğru değildir. Burada şu hususu zikretmek zaruridir: Görüşler ve düşüncelere müracaat etmek, çeşitli konularda gündeme getirilmiş görüşleri mütalaa etmek ve yeni bilimlere ait konulara aşina olmak, eğer daha fazla sorular bulmak maksadı ile olursa, bu reye dayalı tefsire ve tefsirde sapmaya yol açmayacağı gibi bilakis tefsirin daha kâmil ve yüklü olmasını beraberinde getirecektir. Fakat eğer bu müracaat sözkonusu görüşleri Kurân'a ve tefsire hâkim kılmak veya onların teyidi için Kurân'ı bir dayanak kılmak kastıyla olursa bu, tefsir yöntembilimi açısından yanlış olur; ahlâki etik değer ve dini görüş açısından kınanır ve reye dayalı tefsirin bir misdakı olur.


[1] - Zikri geçen bilgilerin zaruretine ilişkin önceki bölümlerde söylenenlere binaen burada sadece hatırlatma bağlamında bu kadarıyla yetiniyor ve diyoruz ki müfessir bu alanlara tam anlamıyla vakıf olmalı ve zihni açıdan kâmil şekilde bu konuları ihata etmelidir. 
[2] - Muhammed Bakır Meclisi, Bihar'ul-Envar, c.92, s.100.