.
.
’Sarı Öküz’e İthafen Ters Felsefe
'Kibar Feyzo’ filminde bütün bir Orta Çağ'dan bugüne İslam dünyasının anatomisi yani genel bir özet sahnesi vardır: Feyzo, Ağa'dan, sevdiği kızı almak için kayınbabası tarafından dayatılan senetlere kefil olmasını ister. Ağa da "Ne elinde var ne avucunda neyine güvenip de kefil olma mı bekliyorsun?" gibisinden mizahi cümleler kullanır. Feyzo da yalvar yakar ısrarla kefil olmasını ister. Ve tam o sırada Ağa'nın yanında oturan siyah gözlüklü misafiri (muhtemelen şehirdeki yetkili bir bürokrat) "Ağalık vermekle olur" der.
Şimdi bu sözü, sulandırmadan veya köklerinden koparmadan yerinde bırakalım ve hemen başka bir Kemal Sunal filmi sahnesine gidelim ondan sonra birleştirip analizle sonlandıralım.
‘Üçkağıtçı’ filminde, Rıfkı'nın belediye başkanı olmasını sağlayanların başında gelen Hasan Ağa, kendisinden kasabaya yapılacak yolu tarlasından geçirmesini ister. Hatta ısrarla açıktan rüşvet teklif eder. Fakat Başkan Rıfkı hiçbir şeye mahal vermeden işin en can alıcı noktasına değinir: "Mühendisler, yol senin tarlandan geçerse yol beş para etmez diyorlar!"
Dikkat ediniz ki burada geri tepilen rüşvet ve de kararlılıktan daha önemli bir şey görülüyor. O da belediye başkanının direkt işi ehline vermesidir. Kime? Mühendislere! Ne ihale, ne de göz kamaştıran rüşvetlere imtiyaz vermeden bu yüksek ahlâkiliği başarabiliyor.
Filistin'li bir ihtiyar enkazın dibinden haykırıyordu. Koca İslam dünyasına bir çağrı yapmıştı. Bu defa gerçek bir çağrı: "Allah’ım bize bilgi ver." Birbirini vurmaktan tâkati kalmamış Avrupa'nın sıçrayışı, tam anlamıyla ihtiyar amcanın sözünü uygulaması ile başladı. İran haricinde bu vampir düşmana karşı silah teknolojisi üretecek ne bir üniversite ne de bir donanım var. Aslında işin analitik detayına inersek çok da karmaşık bir konsept çıkmaz karşımıza. Belki de bu basit detayın açıklaması ünlü Dr. Daron Acemoğlu'nun "Akademisyene ne yapacağını söyleyemezsiniz. Akademi özgür olmalı!" sözleriyle açıkça beyan ediliyordu.
Koca bir İslam medeniyetinde akademisyenler özgür değil ki Batı'ya karşı bilgi ve felsefe üreten teknokratlar çıkarabilsin. Adaletleri yerin dibinde olduğu için fakirlikten perişan olmuş durumdalar.
Tarihin hemen bütün devirlerinde ister Batı olsun ister Asya ülkelerinde devlet başkanı, emir veya herhangi bir otoriter güç; aşağıda bulunanlara bir kepçe çorba verdi mi, her verdiğinde binlerce kazan çorbayı kendine ayırırdı. Her verilen kepçede bozuk tat vardı. Mide yakıyordu. Bağırsak parçalıyordu. Ama yaşamamız için bu defa da derman lazımdı bizlere. Onu da onlardan aldık. Bu defa ilaç almak için zamanımızdan, paramızdan, aklımızdan ve sinirimizden aldılar. Bu oligarklar, bizi iliğimize kadar sömüren Batılılar ile ortak şirket ve silah saniyeleri kurdular. Onlar çekildikten sonra bu defa bizim otoriter yerli haydutlar iş başına geçti. Halktan binlercesi iflas ederken onların bir tane şirketi veya bir tane idare adamı iflas etmiyordu! 86 milyon insanın 1 milyonu onlardan olsa dahi geri kalan 85 milyondan Muhammed Peygamber (s) hatırına hiç mi birimiz bunları düşünemiyorduk? Tarihin en büyük alçak kitlesi olma duygusu şimdi damaklarda hissedilmese de biraz sonra tarih yazılacak ve sadece bizler için "İnsanlık tarihinin en yüce korkakları" diye bahsedilecek.
Feodal Atüt (Asya Tipi Üretim Tarzı) döneminde bu işler, keskin bir kılıç veya iki tane muhafızla yapılırdı. Bugün beyaz resmi evraklarla. Yani imzalı ve kutsal ulus devlet eliyle yapılıyor. İyi de bunu bize yapanları da biz seçmiştik sanırım. Kendi ipini çeken kendi celladını vahşi saraylara koyan insan yığınlarıydık. Nasıl bir sistem ki beni tamtakır soyması ve beni dövmesi için en yüksek plazalara kendi elimle idareci sokuyordum? O yüksek kuleleri de ben inşaa ettim onlar için. Ve o saraylarda bize karşı nelerin yapıldığını da bilmiyoruz gerçekten. Bırakın neler yapıldığını bir tanesi ile de görüşemiyor makamlarına gidemiyoruz. Siz ilahsınız dediğimizde de dövüp hapse atıyorlar. Bu defa ilahtan daha aşağı muamele yaptığımız zaman da hapse atıyorlar. Modern toplumda itiraz her şekilde dayak ve hapisle sonuçlanır. Belki de C. Wright Mills'in dediği gibi:
"Modern toplumun üst düzeyinde yer alan kimseler yanına yaklaşılması değilse de, gerçek nitelikleri kavranması çok zor kimselerdir. Alt düzeylerde yer alan kimseler ise, çoğu kez, kimsenin gözüne çarpmamaya çalışmaktadır".[1]
Peki, işler bu noktaya nasıl geldi dersiniz?
Biz Öküzler Olsaydık..
Her halde "Sarı Öküz" meselesini bilmeyen yoktur.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir zamanlar bir büyük otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Yaşarmış yaşamalarına da civardaki aslanlar öküzleri bir türlü rahat bırakmazmış. Sürekli öküz sürüsüne saldırırlarmış. Ee, öküz dediğin de öyle yabana atılır hayvan olmadığından bir araya gelir aslanlara karşı birlik olurlar, birkaç sıyrıkla saldırıyı atlatırlarmış. Gün geçtikçe aslanları bir kaygı almış, gitgide güçten düşmüşler.
“Herhalde bize de bu otlağı terk etmek düşüyor” demiş içlerinden biri.
“Evet” diye tasdik etmiş diğerleri. Nereye gideriz diye düşünürlerken sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz olan Topal Aslan söze girmiş.
“Hayır!” demiş, “Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi.” Topal Aslan yanına bir iki aslan daha alarak öküzlerin yanına beyaz bayrak çekerek gitmiş. Öküzler bakmış aslanlar elinde beyaz bayrak geliyor yaklaşmışlar.
Topal aslan konuşmaya başlamış:
“Biliniz ki biz aslanlar barışçı bir milletiz. Hele öküzlerle hiçbir alıp vermediğimiz olamaz. Size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki "Sarı Öküz" yüzünden. Onun rengi öyle sizinkiler gibi değil ki. Gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mü ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz ve sürünüze zarar veriyoruz. Yoksa bizim sizinle hiç bir alıp veremediğimiz yok. Onun yüzünden hepiniz zarar görüyorsunuz. Bunların hepsi Sarı Öküz’ün suçu. Verin onu bize, siz kurtulun, biz de barış içinde yaşayalım."
Öküzler aslanı dinlemiş. Boz Öküz diğer öküzlerle birlikte aslanların teklifini değerlendirmiş. Bir tek yaşlı Benekli Öküz “OLMAZ!” demiş ama kendini kimseye dinletememiş. Zavallı Sarı Öküz en sonunda diğer öküzlerin kurtuluşu için aslanlara kurban edilmiş.
Uzunca bir süre öküz sürüsüne saldıran olmamış. Ama aslanlar sonra gene acıkmış. Topal Aslan yanına birkaç aslan daha alarak öküzlerin yanına gitmiş.
“Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Doğru kararınız için sizi bir daha kutlamak isterim. Siz de huzur içindesiniz, biz de. Ne mutlu. Yalnız buraya bunları söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var."
“Nedir?” diye sormuş Boz Öküz.
“Şu sizin Uzun Kuyruk” demiş Topal Aslan. “Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Bir onun suçu yüzünden korkarım hepiniz zarar göreceksiniz. Gelin onu bize verin. Sulh içinde yaşayalım.”
Boz Öküz yine istişare yapmış sürünün diğer öküzleriyle. Yine sadece Benekli Öküz karşı çıkmış. Ama kimse onu dinlememiş. Hepsi “verelim gitsin!” demişler. Uzun Kuyruklu’yu sürüden dışlamışlar. Uzun Kuyruk çırpına çırpına aslanlara yem olmuş.
Aslanlar her geçen gün semirirken öküzler her geçen gün zayıflamış. Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği bile duymadan “Verin bize şu öküzü yoksa karışmayız” diyorlarmış. Zavallı öküzlerin “HAYIR!” diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer aslanların pençesinde can vermiş. En sona Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış.
“Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu savaşı aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?” diye sormuş biri Boz Öküz’e.
“Biz” demiş Boz Öküz pişmanlıkla titreyerek;
“Bu savaşı Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik."
Gece gündüz Filistin veya dünya mazlumları demeye devam etsek de gece gündüz boykot ve protestolar da düzenlesek (bu düşünce bu yazıları yazanındır ve tüm sorumluluk ona aittir) biz fersah fersah baştan beri Sarı Öküz hatasına düştük. Mühendise değil Ağa'ya verdik. Söz verdiler, iş verdiler, beraber suç işledik, günahlarını bağıra bağıra savunduk, yeri geldi ilah bile oldular. Bir buğday tanesi vererek Ağa oldular. Gözlerini kırpmadan öldürdüler eroin manyağı yaptılar bizi, ahlaksız yaptılar bizi. Bir devrim tehlikesi sezdiler mi binlerce insanı kurşun manyağı yaptılar. Öyle bir hale geldik ki onların adını anarak açıktan eleştiriyi bırakın kafamızın içinden bile onları eleştirecek imanımız bile kalmadı.
Canlı Taşlar:
Dünyada ilk 500'de bir tane üniversitemiz zar zor yer bulmuş.
Eğitimde Togo ve Etiyopya ile kafa kafaya gidiyoruz.
Sağlık sektörü için herhalde 4 ay süresi verilen röntgen ve ultrason bölümlerini söylemem yeterli sanırım.
Sanal mecralarda 300 bin liraya tetikçi aranıyor.
İki yılda yüzden fazla çocuk kaçırıldı veya öldürüldü!
Ortalama günde bir kişi; kiracı ve ev sahibi çatışmasında öldürülüyor.
Trafik kazalarında en sakin günümüzü 20 ölümle ile kapatıyoruz.
Asgari ücretle çalışanlar yakın zamanda ülkenin yarısına ulaşacak.
Hastahanelerde diri diri bebekler öldürülüyor.
Üniversite ve kurumlardaki torpil, Buda'nın nirvanası kadar orijinal.
Ha bir de son dönemde çıkan 100 bini geçen atama ve o sayıya ulaşan ve şu anda da birden gözden kaybolan sahte e-imza diploma ve işlemler!
Dolar, Euro, Sterlin veya altın karşısında paramız karınca bile değil artık bakteri kadar görünmez oldu.
Birkaç zamana kalmaz ülke gençlerinin yarısı borsa ve kripto oynamak zorunda kalacak.
Kiralardan "senin" bile haberin yoktur değil mi?
Benzin ve mazotun dili olsa da konuşsa. "Ne güzel ülke. Dünyada bizi en pahalı kullanan yer" diyor mudur?
Bari enflasyonu kabullen. Kabullen ki ülke ekonomisi ona göre bağımsız birkaç politika gerçekleştirsin. En azından bir Bakanımızın dediği "Ekonomiyi aşacağız. Hep beraber evrene iyi enerji yaymamız gerek" gibi şeyler de olabilir. Evet, evet bunu bakan söyledi.
Sanırım 60 milyona dayandı ülkemizdeki kredi kartına borçlu yaşayanların sayısı.
Emeklilerimiz için bence sokaklara, caddelere ve parklara üç beş bank fazladan atın ki biz de oturabilelim. Ülkedeki bütün bankları işgal etmişler. Ne yani adamlardan gezmeyi alışveriş yapıp kaliteli hayat mı bekliyorsunuz? En lüksü ihtiyar eşiyle çoluğuna çocuğuna muhtaç olmadan yaşayanlardır.
Kerim Rota, Oksijen Gazetesinde bir rapor çıkarmış dillere destan: "15 milyon çocuğa bir öğün yemek vermenin yıllık maliyeti en çok 6 milyar dolar." 5 muhteşem holdingin bir ihalesi tutar mı? Yani bence de tutmaz değil mi?
Ülkedeki medya ve içeriklere bakınca çok ihtişamlı gelecek parlak yıllar ve de dünyaya örnek davranışlar sergilendiği görülüyor! Bence diziler ve öğlen programları da eğitime dâhil olsun. Hiçç sırıtmaz.
Gel gelelim adalete. Bence gelmeyelim. Halen dünyada 117. sırada mıyız?
Ülkede Müslümanca yaşam, İslami hassasiyet ve de dini duruş yerlerde sürünüyor desem saygısızlık etmiş olmam umarım!
Hiç unutmam Diyarbakır Ulu Camii'nin eski imamını. Çevre illerden onun hutbesini dinlemeye gelenlerin yanı sıra hutbeleri artık kanallarda canlı yayınlanıyordu. Ne mi oldu ona? Şimdi milletvekili ve iktidara en ufak eleştiri de basıyor tokadı. Bir de mecliste kebap partisi veren ultra milyonerleri, halktan gelen tepkilere karşı savunuyor. Bunu da Allah izin verdikçe yapıyor!
Bir zamanlar "Bacım! Örtün kanımdan değerlidir" cümlesi artık konser, dans ve festivallerde modern örtü altında keyif çatıyor. Evrimi de "Benim örtülü modeern bacım istediğini giyebilir" oldu.
Yaşlıları sömürmemiz de cabası. Gençlerin anne babaya bakacak bilinci olmadığı gibi imkânları ve şartları da kalmadı.
Her 10 kişiden biri antidepresan kullanıyor.
Neden iyi şeylerden bahsetmiyorsun efendi?
Tabi ki de yok mu sanırsınız:
İsrail'le ticaretimiz tamamen bitti. Yani tamamen bitti demek biraz vardı onu da tamamen bitirdik. Geçen bir iki hafta önce Bakanımız mecliste söyledi. Yani İsrail'le çok şükür ticareti yeni bitirdik. Hı hı yeni bitirdik 1 ay oldu.
İncirlik ve Kürecik üsleri de kalsın ama. Aaaa ona da laf edecek değilsiniz ya!
Gençlerin geri ödemeli kredilerini 100 binden ana paraya indirdik.
Ev vergileri de öyle. Daha yeni ev vergilerindeki fahiş oranlarla ilgileniyoruz.
Macyevelizm'i kullanarak, 2 milyon dolar rüşvet isteyen bir tane avukatımız var. Çok şükür şu an dışarıda! Allah daha çok Macyevelizm nasip etsin. Böyle bir demokrasi kimseye nasip olmaz.
O kadar güzel şeyler var ki say say bitmez.
Tüm bunların nedeni neydi? Sarı Öküz hikâyesine çok ince bir ek vererek sonlandıralım: Öküzler, aslanlara istemeye istemeye kendi hayatlarını verdiler; bizler ise o Sarı Öküz'ü bağıra bağıra SEVE SEVE verdik. Vesselam.
- - - - - - - - - - - - - -
[1] İktidar Seçkinleri, s.11