Emeviler-Hariciler-Tekfirciler

EMEVİLER-HARİCİLER-TEKFİRCİLER VE BUGÜN MÜSLÜMANLARIN İMTİHANI


    Bütün dinlerde ifrat ve tefrit yapılmış ve her zamanda ifrat ve tefrit toplumları zararlara maruz bırakmış ve yıkımlara sebep olmuştur. İfrat hastalığına yakalanan bir insan kendisini herkesten dindar görür ama gerçekte dindar değil de "dinidar" dır. İslam tarihinde ifrat ehlinin Hz. Peygamberi (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) ve ashab-ı kiramı kendi selamlarına layık görmeyenler, Hz. Peygambere ganimet taksiminde adil ol diyenler bile olmuşlardır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) döneminde yer yer bireysel ve fevri olarak toplumda kendisini gösteren bu düşünce, Hz. İmam Ali (aleyhisselam) döneminde Sıffin savaşında, hakemeyn olayından sonra kitle halini almış ve bir akım oluşturmuşlardır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) döneminde ifrat ile anılan bu zihniyet Hz. Ali döneminde harici ismini almıştır. Hariciler uzun yıllar İslam dinine ve Müslümanlara birçok zararlar vermişler, girdikleri yerlere kandan, dehşet ve vahşetten başka bir şey götürmemişlerdir. Yakaladıkları iki kişiye "siz hangi dindensiniz" diye soru sorduklarında; onlardan biri Hıristiyan'ım dediğinde ona ikinci bir soruyu sormamış ve serbest bırakmışlardı. (Elbette dinimden olmayan öldürülmelidir düşüncesi İslam'a göre haram kılınmıştır.) Ama diğeri Müslüman'ım dediğinde, ikinci bir soruyu; "sen Ali'yi seviyor musun" diye sormuşlardır. Kişi "evet ben Ali'yi seviyorum" cevabını verdiği takdirde en kötü şekilde öldürülmüştür. Abdullah b. Hubab Hz. Ali sevenlerinden olduğu için hanımının gözleri önünde başı bedeninden ayrılmış, hanımı öldürülmüş ve hamile olduğu çocuğu karnından çıkarılarak parça parça edilmiştir. Bu cinayetleri yapmadan önce Abdullah b. Hubab'ı sorgulama esnasında "kuru bir hurmayı sahibinden izin almadan yiyen insanı" sen haram iş yaptın veya sorgulama esnasında, sazlıkta olan bir domuzu öldürene "domuz bile olsa onu öldürmen haram ve yeryüzünde fesattır" diye çıkışan ve bir hurmadan, bir domuzdan dolayı feveran eden bir zümreyi görüyoruz.  


    Kolları dirseklerine kadar masum insanların kanlarına bulaşan bu kör yamyamlar bir hurmanın, bir domuzun hesabını yapıyorlardı. Bunların durumu Hz. Hüseyin'in mübarek başını bedeninden ayırarak ve bir gün sonrasında "elbisemde sivrisinek kanı vardı, namazım bozulur mu" sorusunu soran kör yamyamların, bedbahtların durumuna benzemektedir. Harici zihniyet bu gün Irak'da yaptıkları gibi, İmam Hasan döneminde İmam Hasan'ın askerlerinin elbiselerini giyerek köylere, kasabalara, savunmasız bölgelere saldırıyorlardı. Harici zihniyetin zulümleri Kerbela'da son haddine ulaşmış ama yine de zulme doymamış ve vahşiliklerine devam etmişlerdir. Böylelikle Emeviler devri sancıları, meş'umlukları, katliamları ile tarihin ve günümüzün nefretlerini kazanarak noktalanmış oldu ama zihniyet son bulmadı ve Abbasiler döneminde de bu zihniyet varlığını gösterdi.
    
    Abbasiler hilafete geldikten sonra Emevileri öldürmeye başladılar, Ümeyye oğullarının mezarlarını açtılar, bulduklarını yaktılar ve zalimce bir yol takındılar.


Ehlisünnet mezheplerinden birisinin lideri olan "Ebu Hanife" Mensur'un zindanına atıldı ve işkenceler gördü. Dört mezhepten birisinin lideri olan "Ahmet b. Hanbel"e kırbaç vuruldu.


Ehlibeytin altıncı imamı Cafer-i Sadık birçok işkence ve eziyetler sonrası zehir ile şehit edildi, Şiaların toplu olarak grup grup başlarını kesiyorlardı, canlı canlı mezara gömüyorlardı, duvar altında bırakıyorlar veya devlet binalarının altında bırakıyorlardı.
    
Emevilerin hükümet döneminde Şialar Velayet suçu ile daima işkence ve eziyetlere maruz kalıyorlardı ve kadınlar dahi bu iğrenç tutumdan müstesna değillerdi. İbni Esir şöyle yazıyor; Haccac Zübeyr'in oğluna galip geldiği zaman Medine'ye gelerek Medine halkına çok kötü davranmaya başladı ve onlardan bazılarına örneğin, Cabir b. Abdullah Ensari'ye, Sahl b. Sad'a hakaretler etti. O, onlara hakaret etmek için, onların ellerine kilit vurdu ve bundan daha da kötüsü askerlerine insanların evlerine girerek onların namuslarını kirletmeleri için mutlak bir özgürlük verdi. (El-Kamil fit Tarih, c.4, s.358-359-482)
    
    Mes'udi şöyle yazıyor; Savaş olmaksızın Haccac'ın öldürdükleri yüz yirmi bin kişidir. Haccac dünyadan gittiği zaman onun zindanında on altı bini çıplak olan elli bin erkek ve otuz bin kadın bulunmaktaydı. Zindandakilerin çoğunluğu Ali Şialarıydı. Haccac kadın ve erkekleri aynı zindanda hapsediyordu. Haccac'ın zindanlarının yaz aylarında güneşi engellemek ve kış aylarında yağmur ve soğuktan korunmak için tavanı yoktu. Zindandakiler yaşadıkları odalarda tuvalet ihtiyaçlarını gidermeye mecbur bırakılmışlardı, bundan dolayı kötü kokular onlara eziyet ediyordu. Zindandakilerden birisi öldüğü zaman bedeninin kokması ve oradakilere eziyet sebebi olması için cenazesini dışarı götürmüyorlardı. (Müruc-uz Zeheb, c.3, s.175-176)
    
    İbni Cevzi'nin tarihinde şöyle nakledilmiştir; Haccac'ın zindanında bulunanlar güneşin kavurucu hararetinden dolayı duvar gölgesine gittikleri zaman nöbetçiler onları taşla vurarak duvardan uzaklaştırıyorlardı. Haccac zindandakilere tuz ve toprak karışımlı arpa ekmeği veriyordu. Haccac'ın zindanına atılan kimsenin bir kaç gün sonra derisinin rengi değişir ve siyaha dönüşürdü.
    
    İbni Esir kameri seksen dokuzuncu senenin olaylarında şunları yazıyor; Halid b. Abdullah b. Kasri Mekke'nin hâkimi olduğu zaman bir konuşma yaparak şunları söyledi; Ey insanlar! Halid'in hilafetimi iyidir yoksa Hazreti İbrahim'in riyaseti mi?  Allah'a yemin olsun ki, halifenin faziletini bilmiyorsunuz. İbrahim Halil Allah'dan su istedi Allah ona acı ve tuzlu suyu verdi (zemzem suyu) ama Velid'in kuyusu tatlı su ile doludur. Halid insanların Velid'in kuyusunun suyunun daha iyi olduğun anlamaları için, Velid'in kazdığı kuyunun suyunu Zemzem kuyusunun yanına aktarıyor ve orada bir havuza boşaltıyordu, bunun için Velid'in kuyusunun suyu kurudu. (El-Kamil fit Tarih, c.4, s.536)
    
    El-Ağani'nin sahibi şöyle yazıyor; Halid Zemzem kuyusunun suyunu "pislik ve kesafet menbaası" olarak adlandırıyordu. Bir gün minbere çıkarak, alaylı bir şekilde şöyle dedi; "Bizim batılımız nereye kadar sizin hakkınıza galip gelecektir! Allah'ın sizlere gazap etme ve bizleri yok etme zamanı acaba daha gelmedi mi? Eğer emir-ül müminin Velid Kâbe'yi yıkıp, onun taşlarını Şam'a taşımayı emretseydi ben bunu yapardım. Allah'a yemin olsun ki, Velid Allah katında peygamberlerden daha üstündü."

    El-Ağani'nin sahibi şöyle devam ediyor; Halid'in annesi hıristiyandı. Hıristiyanlar ve ateşe tapanları Müslümanlara musallat ediyor, onlara işkence ve eziyet etmeleri için emir veriyordu. O Hıristiyanlara Müslümanların cariyelerini satın alarak onlarla evlenmeyi caiz kıldı. Alman şark bilimcisi Bülyus Velhouzen şöyle yazıyor; Halid Küfe'nin hâkimi olduktan sonra Caminin kıble tarafının arkasında annesi için bir kilise bina etti. (Tarih-ul Devlet-ul Arabiye, s.319)

    Yezit b. Abdulmelik bir gün Ebu Leheb'e selam göndermek ile meşgulken, ona şöyle dediler; Ebu Leheb kâfirdi ve Allah Resulüne eziyet ediyordu. O şöyle dedi; Biliyorum ama güzel sesi olduğu için ben ondan hoşlanıyorum. (İkd-ul Ferid, c.4, s.202)

    "En-Niza ve-t Tehasum" kitabında şunlar yazılmıştır; "Mensur bir odanın kontrolünü oğlu Mehdi'nin eşine verdi ve ona kendisi hayatta olduğu müddetçe onun kapısını açmamasına dair yemin ettirdi. Mensur dünyadan gittikten sonra oğlu Mehdi odanın kapısını açtı ve odada Ebu Talib'in soyundan öldürülenleri gördü, onların soy silsilesi kâğıt üzerine yazılmış ve kulaklarına bağlanmıştı ve onların arasında çocuklar bile vardı.
    
    Mensur'un diğer cinayetleri ise şunlardı; Valisine İmam Cafer Sadık'ın (aleyhisselam) evini yakmasını ve O hazreti zehirlemesini bir mektup da emretti. Bundan dolayı O hazret zehirlenerek dünyadan gitti. (Kamus-ur Rical, Muhammed Taki Şüşteri, hicri 1410 Basımı) Mensur kendi itirafına göre Hz. Ali'nin (aleyhisselam) evlatlarından bin kişiden fazla öldürmüş ve onun eli ile öldürülen Şiaların sayısı hesaplanmayacak kadar fazladır.

    İmam Muhammed Bakır (aleyhisselam) şöyle buyurmuşlardır; "Şialarımızı hangi şehirde yakalasalardı öldürüyorlardı, Şia olma ihtimali verdiklerinin el ve ayaklarını kesiyorlardı, bizim sevgimiz ile tanınanlar zindana atılıyordu veya malı yağmalanıyordu yahut evi yıkılıyordu."

    Haccac zamanında Şia ve Ehlibeyt sevenlerinin hali o kadar kötü bir konumdaydı ki, birisine "sen Şiasın" denilmesinden daha ziyade "sen kâfirsin" denilmesi daha hoş geliyordu.


    Ebul Ferec İsfehani "Makatul-ut Talibin" adlı eserinde şöyle yazıyor; Mutevekkil Ebu Talib evlatlarına baskıcı hamleler yaptı, onların topluluğuna zorluklar çıkardı, onlara karşı kin, nefret ve suizan ile muamelede etti ve onlar hakkında yakışıksız iftiralarda bulundu.
    
    Mütevekkil Ömer b. Ferec Rahci'yi Mekke ve Medine'nin hâkimi yaptı. Bu hâkim Al-i Ebi Talib'in insanlar ile ilişkilerini engelliyordu ve kimsenin onlara yardım etmesine müsaade etmiyordu. Onlara en ufak bir merhamet gösteren, yardım eden en kötü cezalara tabi tutuluyordu. Al-i Ali (aleyhisselam) öyle bir şekilde ekonomik sıkıntı içine sokuldu ki, bir kaç seyide bayan bir gömleğe sahipti ve namaz vakti geldiğinde kendi aralarında o gömleği sırasıyla giyiyor ve namazlarını böylelikle kılıyorlardı. O gömlek yıprandıktan sonra ona yama yapıyorlardı. Evlerinde, ev işlerini yaparlarken giyecek elbiseleri yoktu ve bundan ötürü evden dışarı çıkamıyorlardı. (Makatul-ut Talibin, s.599)

    
    Ve bugün; Bu günün haricileri, tekfircileri ve dehşetleri. Bu gün dünün devamıdır, aynısıdır. Bu gün Suriye'de, Irak'da Ehlisünnete ve Şiaya fark gözetmeden zulümleri, katliamları, tecavüzleri yapanlar dünün imam katillerinin devamı, takipçisi ve nesilleridirler. Dünün imam katilleri (İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin) bu günün bebek katilleri, kestikleri insanların başları ile top oynayan vahşileri, yamyamlarıdırlar. Bunların dedeleri tarihte neler yapmışlarsa bunlar da bu gün aynısını yapmaktadırlar. Dedeleri baş kesmişler, genç, yaşlı, çocuk demeden kıyımlar, katliamlar yapmışlar, mezarları yıkıp, yok edip, yağmalamalar yapmışlar. Bu günküler de genç, yaşlı, erkek, çocuk demeden katliamlar, tecavüzler yapıyor, ashab-ı kiramın, ilim adamlarının, peygamberlerin türbelerini, mezarlarını yıkıp yok edip, yağmalıyorlar.
    
    Peki, bunlara ses çıkarmayanlara, sessiz kalanlara hatta destek çıkanlara ne demeli! Bunlara mücahit adını verenlere ne demeli! Bunlar hakkında olumlu sözler sarfeden, yazan sözde İslamcı geçinen yazarlara ne demeli! Efendilerini kıble edinip, efendilerinin yönüne göre yön ve cihet belirleyenler halka yanlıştan, yalandan başka bir şey veremezler. Bu gün efendilerinin ağzı değişse ve bunlara efendileri "böyle Müslüman olmaz" deseler, emin olun bunlarında ağızları değişecektir. Üç beş ağaçtan dolayı haftalarca evlerine girmeyenler, dün Şam'da, Halep'de, bu gün Musul'da, Kerkük'de, Telafer'de… namusları ihlal edenlere, katliamlar yapanlara, kestikleri insan başları ile top oynayanlara ve bunlara destek çıkanlara, bunların adını mücahit bırakanlara, bunların yaptıklarına sünni devrim diyenlere neden ses çıkarmazlar. Kan, can, namus, kadın, mezhep üzerinden siyaset şerefsizliği, alçaklığı yapanlara neden ses çıkarmazlar. Bu ülkenin duyarlı insanlarına, Müslümanlarına ne oldu, neden üzerlerine ölü toprak serpilmişçesine, ölüm sessizliğine büründüler. Unutmayalım ki, ölüm haktır ve er ya da geç hepimizin kapısını çalacaktır ama bundan daha önemlisi ve unutmamamız gereken şey Allah'a verilecek hesaptır. İşte orası önemlidir. Rabbim yazanları, konuşanları, saflarını belirleyenleri Allah'a hesap verme düşüncesi ile yazan, konuşan ve saflarını netleştirenlerden karar kılsın.
 


Selam ve Dua ile…


Mehdi AKSU