Hz. Uzeyr (a.s)

.
.

Bismillahirrahmanirrahim

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Uzeyr (a.s)[1] hakkında bir sûrede çok kısa bilgi verilmiş ve bir âyette de ismen zikredilmiştir. [2]

Hz. Uzeyr’in (a.s), bir nebî mi? veya bir velî mi? olduğu ihtilaflıdır. Ancak çoğunluğun tercihine göre, kimliği tartışmalıdır.

“Yahûdîler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur.' dediler ve Hristiyanlar da, 'Mesîh (Îsâ) Allah'ın oğludur.' dediler. Bu, onların ağızlarıyla gevelediği (gerçek dışı) bir sözdür. Onlar (sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (hak inançlarından bâtıla) döndürülüyorlar! [3]

Bu âyette, Yahûdî ve Hristiyanların inanç benzerliklerine dikkat çekiliyor. El-İfk sözcüğü, bir şeyin bulunmayı hak ettiği bir yerden ve bir şeyden çevirilip başka yere ve yöne yönetilmesi anlamına gelir. Buna göre, âyette geçen yu’fekûn kelimesi, hak esaslı inançlardan çevrilip bâtıla döndürülüyorlar anlamını ifade eder.

“Yahûdîler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur.' dediler.” Uzeyr, Yahûdîlerin Azrâ dedikleri kişidir. Dolayısıyla Uzeyr, Azrâ’nın Arapçalaşmış şeklidir. Nitekim Yesû kelimesi de Îsâ şeklinde Arapçaya geçmiştir. Burada sözü edilen Azrâ, Yahûdîlik dinini yenileyen, Tevrât’ın bölümlerini bir araya getirip yeniden yazan kimsedir. Çünkü Tevrât, Bâbil kralı Buhtunnasr’ın ülkelerini fethetmesinden sonra kaybolmuştur. Havralarını yıkmış, kitaplarını yakmış, erkeklerini öldürmüş, kadınları ve çocuklarını esir alarak, diğer geride kalan zayıf kimselerle birlikte beraberinde Bâbil’e götürmüştü. Burada yüzyıla yakın bir süre kalmışlardı.

Ya da (duvarları, çatıları üstüne yığılmış alt üst olmuş), ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: ‘Allah, burasını ölümden sonra nasıl diriltecekmiş?’ Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl öldürdü, sonra onu diriltti ve ona dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ O: ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi. Allah ona: ‘Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; bu yapmamız seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak, nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?’ dedi. O, kendisine bunlar apaçık belli olduktan sonra dedi ki: Biliyorum ki, gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.” [4]

Daha sonra İran Kralı Kuruş, Bâbil’i fethedince, Yahûdîler adına Azrâ onun katında aracılıkta bulundu. Azrâ, Kuruş’un yanında itibarı olan bir kimseydi. Kuruş, ona Yahûdîlerin anayurtlarına götürme ve onlar için Tevrât’ı yeniden yazma iznini verdi. Çünkü Tevrât’ın nüshalarını yitirmişlerdi. Bu gelişmeler, tarihçilerin anlattıklarına göre Hz. Îsâ’dan (a.s) önce, yaklaşık 457 tarihlerinde gerçekleşmiştir. Bundan sonra Âzrâ’nın derlediği Tevrât, Yahûdîler arasında yaygınlaşmaya başladı. Ardından tarih kitaplarının yazdığına göre, Roma İmparatorluğu’nun Suriye Valisi Antiyokus [5] yaklaşık olarak Hz. Îsâ’dan (a.s) önce 161 tarihinde ülkelerini fethetti; bulabildiği bütün Tevrât nüshalarını yaktı; yanında Tevrât bulunan veya üzerinde yakalanan herkesi öldürdü. İşte bu Âzrâ böylesine büyük bir hizmeti yerine getirince, onu gözlerinde büyüttüler; işine büyük bir saygı gösterdiler; emirlerini tereddütsüz yerine getirdiler. Sonun da Allah’ın oğlu olarak nitelendirdiler. [6]

“Hristiyanlar da, 'Mesîh (Îsâ) Allah'ın oğludur.' dediler.” ifadesi, Hristiyanların Hz. Îsâ (a.s) ile ilgili iddialarıdır. Bu anlamı içeren birçok âyet vardır:

“Andolsun, ‘Meryem oğlu Mesîh, kesinlikle Allah’tır’ diyenler küfre saptılar.” [7] “Andolsun, ‘Allah üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır.” [8] (Allah) ‘Üçtür’ demeyiniz, bundan (teslis’ten) vazgeçiniz.” [9]

“Dediler ki: ‘Rahmân, çocuk edindi.’ O (bu tür yakıştırmalardan), yücedir.” [10]

Yahûdî ve Hristiyanlar: (Hâşâ) ‘Biz Allah'ın çocuklarıyız ve sevdiği (kullarıyız)" demektedirler.” [11]

(Yahûdîler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i Rab edindiler.” [12]

Yukarıda sunduğumuz âyetler, zâhirleri itibariyle farklı anlamlar ve içerikleri kapsayan değişik ifadeler ihtiva ediyor. Bu yüzden de bazıları, bunları değişik Hristiyan mezheplerin yaklaşımlarına yorumlamışlardır. Örneğin; Melikânîye Mezhebi, Hz. Îsâ’nın (a.s) gerçekten yüce Allah’ın oğlu olduğunu savunur. Nâstûrîler, inişin ve oğulluğun nurun billûr gibi şeffâf bir cisme yansımasına benzediğini söylerler. Yâ’kûbîler, bunun bir tür dönüşüm olduğunu savunurlar.

Ancak Kur’ân-ı Kerîm, doğrudan onların değişik mezheplerinin ayrıntılı görüşleriyle ilgilenmez. Onların tümünün üzerinde birleştikleri bir söz yani Hz. Îsâ’nın (a.s) Allah’ın oğlu olduğu iddiası üzerinde durur. Hz. Îsâ’yı (a.s) da yüce Tanrı gibi biri olarak değerlendirmelerini yoğun bir şekilde eleştirir.

Şöyle açıklayabiliriz: Mevcut olan Tevrât ve İnciller, bir yandan Tanrı’nın tekliğini açık bir dille ifade ederler; diğer yandan Hz. Îsâ’nın (a.s) yüce Allah’ın oğlu olduğunu ileri sürer ve oğul babadır; başka değildir, der.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre Hz. Îsâ (a.s), resûllerin en büyükleri olan beş Ulu’l-azm peygamberden biridir. On beş sûrede, doksan üç âyette ismi veya bir sıfatı ile zikredilmekte, ağırlıklı olarak Âl-i İmrân, Mâide ve Meryem sûrelerinde doğumunun müjdelenmesi, dünyaya gelişi, tebliği, mûcizeleri, dünyevî hayatının sonu ve yüce Allah katına yükseltilişiyle ilgili olarak bilgi verilmektedir. Hz. Îsâ Mesîh (a.s) diğer peygamberler gibi yaratılmıştır; bir kuldur. Ona ulûhiyyet nisbet etmek, onu Rab edinmek kesinlikle doğru değildir. [13]

Kur’ân-ı Kerîm’de hem Îsâ, hem İbn Meryem ve hem de Mesîh olarak adlandırılmakta; ayrıca kendisine çok sayıda unvan verilmekte; yirmi beş defa Îsâ, on altısı Îsâ kelimesiyle birlikte olmak üzere yirmi üç defa İbn Meryem şeklinde geçmektedir. Mesîh kelimesi ya tek başına [14] veya Mesîh İbn Meryem [15] ya da Mesîh Îsâ b. Meryem [16] şeklinde on bir yerde geçmektedir.

Hz. Îsâ’ya (a.s) verilen diğer unvan ve özelliklerin bazıları Kur’ân-ı Kerîm şöyle açıklar: Âlemlere üstün kılındığı bildirilen [17] dört seçkin aileden biri de Hz. Îsâ’nın (a.s) annesi Hz. Meryem’in (s.a) mensubu bulunduğu İmrân ailesidir.

Yüce Allah, onu Meryem oğlu Mesîh Îsâ olarak isimlendirmişti. [18] O, yüce Allah’ın bir kulu (abd) ve peygamberdi (nebî). [19] İsrâîloğulllarına gönderilmiş bir elçiydi (ve rasûlen ilâ benî İsrâîl). [20] Kendisine kitap olarak İncil verilmişti. [21]

Resûllullah Efendimizin (s.a.a) müjdecisiydi (mübeşşir). [22] Sâlihlerden (mines’sâlihîn), seçkinlerden (vetebeynâhum) ve dosdoğru yola iletilenlerdendi (hedeynâhum). [23]

İnsanlar için bir mûcize ve yüce Allah’tan bir rahmetti. Nerede olursa olsun mübarek kılınmıştı. Annesine karşı itaatkârdı. Üzerine selâm edilenlerdendi. [24] Dünyada ve ahirette şerefli, onurlu, saygın (vecîhan) ve yüce Allah’a yakın kılınan (mukarreb) kimselerdendi. [25]

Âyetin sonunda bu tutumlarından dolayı onlara yönelik şu bedduaya yer veriliyor: Allah onları kahretsin. Nasıl da (hak inançlarından bâtıla) döndürülüyorlar! [26]

------------

[1]- Uzeyr, İbrânice ozer=yardım edici kelimesinin Arapçalaştırılmış biçimidir (M. Sharon, Encyclopaedia of the Qurʾân, c. 4, s. 39).

[2]- 9/Tevbe: 30

[3]- 9/Tevbe: 30

[4]- 2/Bakara: 259

[5]- Antiochos’un tam adı, Antiochos Theos Dikaios Epiphanes Philoromaios Philhellen’dir. Tercümesi, Romalıların ve Helenlerin Dostu, Adil ve Büyük Tanrı-Kral Antiokhos şeklindedir.

[6]- el-Mîzan fî tefsîr’il-Kur’ân, c. 9, s. 360

[7]- 5/Mâide: 72

[8]- 5/Mâide: 73

[9]- 4/Nisâ: 171

[10]- 21/ Enbiyâ: 26

[11]- 5/Mâide: 18

[12]- 9/Tevbe: 31

[13]- 9/Tevbe: 30-31

[14]- 4/Nisâ: 172; 5/Mâide: 72; 9/Tevbe: 30

[15]- 5/Mâide: 17, 72, 75; 9/Tevbe: 31

[16]- 3/Âl-i İmrân: 45; 4/Nisâ: 157, 171

[17]- 3/Âl-i İmrân: 33

[18]- 3/Âl-i İmrân: 45

[19]- 19/Meryem: 30

[20]- 3/Âl-i İmrân: 49

[21]- 5/Mâide: 46

[22]- 61/Sâf: 6

[23]- 6/En’âm: 85-87

[24]- 19/Meryem: 21, 31-33

[25]- 3/Âl-i İmrân: 45

[26]- 9/Tevbe: 30