.
.
Bismillahirrahmanirrahim
.
Hz. Fatıma (sa) (Fatımaî) Yaşam Tarzıyla Hayatın Gerginliğini Nasıl Azaltabiliriz?
Eyyâm-i Fatıma’dır, Hz. Fatıma’nın (sa) şehadet günleridir, İmam Ali ve Hz. Fatıma’nın (sa) İlahî nurla yoğurtulmuş sevgi ve muhabbet yuvasından bütün ailelere ve eşlere yansıyan bir velayet hediyesidir bu yazı.
Bir erkeğin görevi karısına karşı "nazik ve şefkatli" davranma gereksinimi olduğu gibi, bir kadının da ahlakî görevi kocasını öfkelendirecek etkenlerden kesinlikle kaçınmasıdır. Allah'ın rızasını korumak için inatçılıktan ve bahane üretmekten uzak durmalı, aile hayatının temelini sevgiyle ve erkeğin aile içindeki konumunu güçlendirmelidir.
Eşlerin birbirlerine davranış biçimleri, yalnızca aile ortamındaki bireysel ahlakın bir ölçüsü değil, aynı zamanda dini ilkelere bağlılık düzeyini ölçmek için de önemli bir göstergedir. Hz. Resulullah (saa) Emiru'l-Müminin İmam Ali’ye (as) "Eşine karşı hoşgörülü ol, ona karşı nazik ve yumuşak davran" şeklindeki nurlu ve aydınlatıcı emir ve tavsiye niteliğindeki buyruğu, evlilik ilişkilerini düzenlemek için en doğru bir kılavuzdur. Bu asil söz, karşılıklı saygının sınırlarını çizer ve en yüksek bilimsel ve manevi makamın bile kimseyi hayat arkadaşına karşı nazik ve yumuşak davranma görevini ihmal etmeye zorlamaması gerektiğini gösterir. "Nezaket" ve "Merhamet" vurgusu, aile temelinin duygusal destek üzerine kurulması ve her türlü dayatma veya baskıdan kaçınılması gerektiğini gösterir.
Alevî (Fatımaî) yaşam tarzında mükemmelliğin zirvesine ulaşan bu yaklaşım, hoşgörünün bir ayrıcalık değil, bir görev olduğunu açıkça göstermektedir. Buna karşılık, bu nezaketin mükâfatını Hz. Zehra'nın (sa) şahsında görülmektedir; zira O, Müminlerin Emiri İmam Ali’nin (as) dünyevî sıkıntılarına karşı manevi huzurun ve ferahlığın kaynağıydı. Dolayısıyla şefkat ve hoşgörü, yalnızca Allah ve Resûlü'nü razı getirmekle kalmaz, aynı zamanda direkt olarak her iki tarafın da yaşam kalitesini ve ruh sağlığını doğrudan iyileştirir ve evi dünyanın zorluklarından güvenli bir sığınak haline getirir.
İslamî aile sistemindeki karşılıklı haklar açıklanırken, tıpkı erkeğin kadına karşı “şefkatli ve merhametli” olması gerektiği gibi, kadının ahlaki görevi de ön plana çıkar, bunun en belirgin yönlerinden biri de kocanın öfkesini tahrik etmekten mutlak surette kaçınmasıdır. İslami rivayetler bu konuyu çok vurgular ve erkek öfkelendiğinde, kadın tamamen onun rızasını almayana kadar yatağa girmez ve onu hayati bir öneme sahip olarak kabul eder. Hz. Resulullah (saa) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki, erkeğin karısı üzerinde bir hakkı vardır. Hanımı çağırdığında hanım onu memnun ve razı etmelidir, hanımdan bir şey istediğinde onun isteğine muhalefetlik etmemelidir.’’[1]
Bu tür rivayetlerin en yaratılanların en hayırlısı olan yüce şahsiyet, Allah Resulü (saa) tarafından nakledilmesi, erkeğin makamını, şerefini ve huzurunu korumak için ve ayrıca Allah'ın kendisine velayet, aile yönetimi ve hayat planlaması alanında yaratılış itibarıyla verdiği haktan dolayı, kadının erkeğin makamını uyum içinde, nezaket ve saygıyla korumak ve gönül bağının ve aile düzeninin güçlenmesine zemin hazırlamakla yükümlü olduğunu göstermektedir; çünkü ilahi düzende, sevgi ve saygıya dayalı bu uyum ve etkileşim, ortak hayatın her iki tarafının huzur ve gelişmesini garanti altına almaktadır.
Sorumluluklardaki bu yakın ilişki, karşılıklı saygı, sabır ve birbirinin konumunu anlama üzerine kurulu evlilik sözleşmesinin karşılıklı doğasını gösterir; ancak erkeğin kadın üzerinde daha fazla hakkı vardır. Bu şekilde, karşı tarafın psikolojik huzurunu korumak, bağın istikrarında temel bir ilke haline gelir. Evlilik etkileşimindeki bu sorumluluk ilkesinin zirvesi, Müminlerin Emiri İmam Ali’nin (as) Hz. Resulullah’a (saa) hitaben arz ettiği şu muhteşem sözde görülebilir:
“Vallahi, Allah’u Tebareke ve Teâla onu (Fatıma’yı) huzuruna alıncaya kadar ben onu hiç kızdırmadım ve bir şeye zorlamadım; o da beni hiç kızdırmadı ve hiçbir emrime karşı gelmedi.”[2]
Bu ifade, semavi bir evliliğin başarısı hakkında kapsamlı bir ifadedir. Ali (as) bu büyük yeminle sadece kendi şefkat ve hoşgörü görevini yerine getirdiğine işaret etmekle kalmıyor, aynı zamanda Hz. Fatıma'dan (sa) hiç bir zaman öfke ve isyanla karşılaşmadığını da gösteriyor. Bu, taraflardan hiçbirinin diğerinin kasvetine ve üzüntüsüne sebep olmadığı tam bir ahlaki mükemmellik diyaloğudur.
Hz. Zehra'nın (sa) yaşam tarzında "Cihad"ın tezahürü
Bu cümle, Hz. Zehra'nın (sa) kocasına olan itaat ve arkadaşlığının mükemmelliğini göstermektedir; bu itaat, bir zorunluluktan değil, bilakis derin bir anlayış, saygı ve hak yolunda paylaşımdan kaynaklanmaktadır. Kocasına yapılan bu itaat ve onun rızasını kazanma, aile çevresinde ilahi sevgi ve memnuniyeti sürdürmek için bir kadının inatçılıktan ve bahane üretmekten kaçınması ve (ailenin geçimini sağlayan) kocasının tekvini ve teşrii velayetini kabul ederek, çatışmadan uzak bir ortam yaratması gerektiğinin açık bir örneğidir. Bu iki yüce asil ve şahsiyet birbirlerinin huzurunun timsali haline gelmesinde bir etken olmuştur, bunun sonucunda dünyanın acı ve kederlerinin hiçbiri, onların bu kutsal bağını gölgeleyememiştir.
Din büyüklerinin hayatındaki bu eşsiz itirafta, çiftler için iki büyük ders vardır:
Birincisi; kemal ve takva zirvesine ulaşmanın yolu, ‘’İmam Ali onun tecellisidir.’’ Evdeki tatlılık, huzur, muhabbet ve nezaketle davranmakla oluşturulur.
İkincisi; manevî ve ahlakî huzura ulaşmanın şartının ise, ortak bir yaşamda gerilimsiz bir ortam yaratmak olduğu ilkesini teyit eder. Yukarıdaki Hadisin devamında İmam Ali (as) şöyle buyuruyor: ‘’Ve gerçekten, ona (Fatıma’ya) her baktığımda, kederlerim ve üzüntülerim kalbimden akıp giderdi.’’ Bu cümle, eşlerin birbirlerini doğrudan kızdırmamaya çalışmanın, ruh sağlığına ve kişinin dış dünyayla yüzleşme yeteneğine yol açtığını ve bu şekilde ev ortamının içsel acıların şifa yeri haline geldiğini gösterir.
Rabbim bizleri İmam Ali ve Hz. Fatıma (sa) muhabbetiyle muhabbetli aile olmayı nasip etsin inşallah.
- - - - - - - - - - - - - -