.
.
Lübnan’ın başkenti Beyrut’un karanlık semasında, barut kokusunun direniş yasemininin kokusuna karıştığı o gece ve o yerden günümüze kadar, ateş ve gözyaşıyla dolu hüzünlü bir yıl geçti.
27 Eylül 2024’ün o kanlı gecesinden bu yana bir yıl oldu. Suikastlar tarihinin en kalleş saldırısının sesleri ve zalim bombaların gürültüsü ile, mukavemete gönül verenlerin o gece kalbine kor bir ateş düşmüş, direniş cephesinin o korkusuz aslanı Seyyid Hasan Nasrallah ebedî yurduna ve rabbine doğru kanat açmıştı.
Bu haber ümmetin kalbini sarsmıştı; Ama o sarsıntı, kalpleri arındıran bir imtihan idi. O gün düşenler, aslında daha yüce bir mertebeye yükseldiler; geri kalanlar ise sabrın, azmin ve yeniden dirilişin dersini aldılar. Şehitlerine kayıp değil, kazanım gözüyle bakan şuurlu bir neslin yolu o günden sonra açılmış oldu.
Onun şehadeti bir kişinin sonu değil, çelikten iradeler fırtınasının yeniden doğuşu oldu. Derin bir yasın yılı ve hüzün senesi oldu, ama kahramanca, ama gururla dolu bir sene. Kerbela’da “Hak üzere değil miyiz?” nidasını Seyyid Hasan’ın gür sesiyle çağlara taşıyan mazlumlar, bu bir yılda onun mirasını bir sancak gibi yüceltti.
Uhud’un kanlı yamaçlarında dökülen her damla kan, ümmetin yolunu aydınlatan bir kandil oluvermişti. Şehitler, zaferin en yüce armağanını göklerden aldılar; onların kanı, imanla yoğrulmuş toprağa düşerek dirilişin tohumlarını ekmişti. O gün yenilgi gibi görünen sahne, aslında Allah’ın kullarını imtihan eden bir rahmetti. Uhud, bize öğretti ki her düşüş, daha sağlam bir kalkışa vesiledir; her yara, daha büyük bir zaferin işaretidir. Şehitlerin gölgesinde ümmet yeniden ayağa kalktı ve Uhud’un acısı, Hayber ve Ahzab’ın şanına giden yolun eşiği oldu.
Şunu bilmeliyiz ki kayıplar ve yenilgiler, bizi asla tüketmez; aksine yeniden yoğurur, çeliği daha da sertleştirir. Uhud’un acısı olmasaydı, Hayber ve Hendek’in zaferi doğmazdı. Şehitlerin gölgesi olmasaydı, ümmetin direnişi büyümezdi.
Ey direnişin aslanları! Siz toprağa düştüğünüzde, mukavemete gönül veren ümmetin kalbinde asla sönmeyecek bir meşale oldunuz. Ve biz biliyoruz ki her kayıp, bir sonraki zaferin tohumu; her gözyaşı, fethin müjdesidir.
Düşünebiliyor musunuz yaralı Lübnan, kan dökücü Siyonizmin gölgesinde, Filistin mazlumlarının sesi olan adamı kaybetti. İşgal altındaki Kudüs’ün yalın kılıcı Seyyid Hasan’ın iman ve yakininden coşan etkileyici hitabetinin her cümlesi, Hizbullah’ın füzeleri gibi Siyonistlerin ve bütün müstekbirlerin tam kalbine saplanırdı.
Güney Beyrut’un fakir semti Dahiye’den yükseldi; ne dünyevî iktidar için, ne de makam. Sadece O’nun rızasına ulaşmak için: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma...”
2000 yılında “Siyonist örümceği” güneyden sürdüğünde; 2006’da, boş ellerle “açık fetih” destanını yazıp Merkava tanklarını cihad ateşiyle yaktığında; ya da 2024 Ramazan’ının o kutsal gecesinde, “Va’d-ı Sadık” haykırışıyla Siyonizm kanser tümörünün yok olacağını müjdelediğinde, her kelimesi, her bakışı bir destandı adeta. İstikbara karşı şehadet yolunda oğlu, Seyyid Hadi’yi toprağa verirken “Sen göklerin en yüce makamındasın, ben de yakında sana katılacağım” deyişi gibi.
Şimdi, bu ilk yılı o yüce şehidin yokluğunda kalplerdeki sızı ve gözlerdeki yaş durmak bilmedi, gözyaşları akıyor; ama bu zayıflığın değil, mukaddes öfkenin, onun yoluna olan sevdanın gözyaşlarıdır.
Direnişin Lübnan’ı, milyonların katıldığı kendi tarihinin en büyüyü olan o şehidin görkemli cenaze merasiminde, dünyaya şöyle haykırdı:
“Seyyidimiz ölmedi! Onun yolu hız kesmeden nihai zafere kadar devam edecek!”
Dünyanın dört bir yanından, çeşitli ülkelerden ve direnişle hedef ve gönül birliği olan gruplardan taziye mesajları yağmur gibi yağdı; pek çok dini otorite, yayımladıkları taziye mesajlarında Seyyid Hasan Nasrallah’ın hayatını, mücadelesini ve direniş mirasını övgüyle andı. Ancak en dikkat çekeni İslam İnkılabı lideri İmam Hamanei’dendi. İran devlet olarak, bilge liderinin taziyesiyle şehide ve davasına ebedî sadakat sözü verdi. İmam’ın sözlerinde “Kan gölüne dönmüş Gazze ve Filistin, Tel Aviv’e fırlatılan her füzede, Nasrallah’ın adını fısıldıyor” vurgusu yapıldı.
“Onca mücadeleden sonra şehadet makamı onun en tabiî hakkıydı. İslam dünyası yüce bir şahsiyetini; direniş cephesi seçkin bir bayraktarını; Hizbullah ise eşsiz bir liderini kaybetti. Ancak onun onlarca yıla yayılan tedbirlerinin ve mücadelesinin bereketi asla kaybolmayacaktır. Direnişin Seyyid’i sadece bir kişi değildi; bir yol ve bir mektepti, bu yol ise aynı şekilde devam edecektir. Şehit Seyyid Abbas Musavi’nin kanı yerde kalmadı, Şehit Seyyid Hasan’ın kanı da yerde kalmayacak.”
Evet, O gitti ama ruhu her direnişçinin kalbinde yaşıyor. Bir yıl geçti, direnişin bitme hayallerini kuranlar gördü ki her geçen gün çığ gibi büyüyor; çınar gibi kökleşiyor, dağlar gibi yükseldikçe yükseliyor. Düşmanın, ultra süper bombalarına rağmen onun yaktığı ateşi söndüremedi, aksine alevini binlerce cihat kandiline dönüştürdü. Bugün, bu şehadet yıldönümünde: Ey Resulullah’ın evladı! Ey damarında Ali kanı, ruhunda Hüseyin’in şecaat ve cesaretini taşıyan yiğidimiz, Seyyidimiz! diyoruz. Bu bizim sana ahdimiz ve sözümüzdür: Bize emanet ettiğin Kudüs sancağını Mescid-i Aksa’nın üzerinde dalgalandırıncaya kadar bu kutlu yolunu devam ettireceğiz!
Sen, ey direniş şehitlerinin efendisi! Cennette ilahî rıdvanın tebessümünü müşahede ederken; biz bu fani dünyada, destanını yeni mücahitlerin kanıyla yazacağız ve düşmana yeni yenilgiler tattıracağız bi-iznillah. Ruhun şad, yolun daim olsun.