Ahbarilik ve Usulilik-2


Allah’ın adıyla



Ahbariliğin Özellikleri

Ahbarilerin asıl düşünce ve ilkeleri şudur: Kurtuluş ve saadete ulaşmanın tek yolu masumların rivayetlerine sarılmak ve diğer bilgi kaynaklardan uzak durmaktır. Ahbaricilik anlayışının bazı özellikleri şöyledir:

1- Kuran-ı kerim ayetlerinin çoğu insanlar için anlaşılır değildir. Sadece imamlar bütün ayetlerin maksadını anlama gücüne sahiptirler. Buna binaen Allahın muradını ve hükmünü çıkarmak için Kuranın ayetlerine isnat etmek doğru değildir. Bu anlayış daha sonraki dönemlerde mutedil ahbariler tarafından kabul görülmedi.

2- Teorik ve pratik bağlamda insanların ihtiyaç duydukları bütün şeyler Ehlibeytten bize miras kalan hadislerde mevcuttur.

3- İnsanın aklı ve derki şer’i hüküm ve görüşlerini anlama kabiliyetine sahip değildir. (el-Fevaidu’l-Medeniye, s.471)

4- İcma, şer’i bir delil olarak ehlisünnetten alınmıştır. İcmayı şer’i hükümlerin delili olarak kabul etmek doğru değildir. Bütün fakihler bir meselenin hükmünde ittifak etseler bile onların bu ittifak ettikleri görüş hüccet olamaz. Zira onlardan hiçbirisi masum değildir. Dolayısıyla icmanın var olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmez. (el-Fevaidu’l-Medeniye, Kum: Camiat-u Muderrisin, 1426, h. kameri, s.57
5- “Kütüb-i arba’a” da (dört hadis kaynağı) nakledilmiş rivayetlerin masumlara ait olduğu kesindir. Dolayısıyla hadisleri; sahih, müvassak (güvenilir), hasan ve zayıf olmak üzere dört kategoride değerlendirme anlayışı doğru değildir. Bu kısımlandırma asıl itibarıyla Allame Hilli döneminden revaç bulmuş ve bir değeri yoktur.

6- İçtihat ve taklit bidat ve doğru değildir. Zira bu tür içtihat ve taklit masumlar döneminde yok idi. Ehlisünnet kanalıyla Şia camiasına intikal etmiş bir durumdur. İmamların ashapları da içtihat yönteminden habersiz idiler. Onların ilmi kaynakları sadece masumların rivayetleriydi. Onlar rivayetler esasınca amel ederlerdi. İmamlar hiçbir zaman onları içtihat etmeye davet etmemişler ve rivayetlere amel etme konusunda da onları menetmemişlerdir. Aksine onları kıyas ve istihsan yapmaktan menetmişlerdir. Bu yöntem eski ve kadim âlimlerin yöntemiydi aynı zamanda.

İçtihat ve usuli konular ibni Ebi Akil ve İbni Cüneyd döneminden Şia âlimleri içinde yayılmaya başladı. Buna binaen içtihat ve istinbat denen şey haramdır ve avam olan kimselerin müçtehitlere taklit etmeleri caiz değildir.

Ahbariler ve Usuliler Arasındaki Farklı Görüşler

Ahbariler ile Usuliler arasındaki farklı görüşler kısaca şunlardan ibarettir;

1- İçtihat ve Taklit: Usuliler içtihada inanır ve müçtehit olmayan bir şahsın müçtehit ve a’lem olan bir müçtehide taklit etmesi gerektiğini söylerler. Ama Ahbariler içtihada ve müçtehidi taklit etmeye karşı gelir.

2- Başlangıçta Taklit: Usuliler ölmüş bir müçtehidi baştan taklit etmeyi caiz bilmezler, ama Ahbariler uzman ve taklit merciine müracaat etmede ölüm veya hayatın bir şeyi değiştirmeyeceğine inanırlar.

3- Ahbariler Şia’nın dört kitabının (Kâfi, İstibsar, Men la yehzuruh-ul fakih, Tahzib) tümüyle sahih olduğunu kabul ederler. Onlara göre bu kitaplardaki hadisleri toplayanlar sahih hadisleri toplamış ve sahih olmayanları ise elemişlerledir. Onlar hadislerin dört kısma ayrılmasını (sahih, iyi, güvenilir ve zayıf) kabul etmezler, ama Usuliler bu hususlarda onlara muhalefet ederler.

4- Usuliler, “insan gücünü aşan yükümlülük çirkindir” ve “bir açıklama yapılmaksızın ve yol göstermeksizin insana azap edilmesi kötüdür” gibi hususları kabul ederler, ama Ahbariler bu akli hususları kabul etmez ve benimsemezler.

5- Kur’an’ın Zahirlerinin Hüccet Oluşu: Ahbariler, biz Kur’an’ın zahiri ile amel edemeyiz, sadece hadis ve rivayetler ile tefsir edilen kısımlar ile amel edebiliriz diye söylerler. Ama Usuliler hadislerin olmadığı yerlerde bile Kur’an’ın zahirlerini hüccet bilirler.( Paygahı Howze)

6- Ahbarilikte bir şey ya helaldir ya haramdır veya şüphelidir. Eğer bir şeyin helal ve haram olduğu anlaşılmaz ve konu hakkında masumdan bir nas ulaşmamış ise fetva verilmemeli ve amel konusunda ihtiyat edilmelidir. Ama usulilere göre şüpheli konularda ihtiyat söz konusu değildir, beraat esastır.

7- Ahbariler şer’i hükmü elde etme konusunda zannı haram bilmekte ve şer’i hükmü elde etmenin yegâne yolunun ilim ve itminan olduğuna inanmaktadırlar. Ama usuliler zannı (zannı muteber) ilim gibi hüccet kabul etmektedirler.

8- Ahbariler; usul-u fıkıh ilminin Ehlibeyt imamlarının zamanından sonra ortaya çıktığını ve Ehlibeyt ashabının bundan haberlerinin olmadığını söylemişlerdir. Daha sonra Şianın bazı fakihlerinin usul ilmi hakkında kitap yazan ehlisünnet âlimlerinin eserlerine müspet yaklaşımlarından dolayı, onların üslubunu izlediler ve böylelikle onların çıkarmış oldukları kanunları Şianın içerisine soktular.

Usulilere göre ise; usul ilminin bazı kanunları Ehlibeyt imamlarının rivayetlerinde bulunmaktadır ve bazıları ise Ehlibeytin ashabı tarafından söylenmiş ve uygulanmıştır. Hatta bazıları huzur döneminde tasnif bile edilmiştir. Bunların yanı sıra, bizim zamanımızı onların zamanları ile mukayese bile edemeyiz. Masumların zamanına uzak olunmasında ve günümüzde ortaya çıkan yeni sorunlardan dolayı usul kaideleri bu sorunları çözümlendirmek için gereklidir.

Konu hakkında tam iki asır Usuli ve Ahbari âlimleri arasında derin bir ihtilaf vardı ve Ahbariler Usulilere galip gelmişlerdi. Ahbaricilik anlayışı donukluk niteliğe sahip ve zamanın ihtiyaçlarına cevap verme özelliğini taşımadığından dolayı devam edemedi. Buna binaendir ki usuli anlayış karşısında mukavemet edemedi. Muhammed Bakır Vehid Behbehani (Ö. 1208 K.) Ahbarileri yenilgiye uğrattı, onun zamanından beri müçtehitler Ahbarilere galip geldi ve bugün Ahbariler küçük bir azınlığı oluştururlar. (Dairetu’l Mearif-i Teşeyyu)

Ahbariliğin Zarar ve Sakıncaları

Ahbarilik düşüncesinin çok büyük sakıncaları ve zararları söz konusudur. Bu sebepten dolayı Şia fakihleri arasında yerini bulmamıştır. Sadru’l-Mutellihin Molla Sadra “Esfar” adlı eserinin önsö¬zünde bu grup hakkında şunları söylemektedir: “Gözleri hikmetin sırlarını ve nurlarını görmekten aciz bir gruba gi¬riftar olmuşuz. Bunlar ilahi öğretiler ve rabbani meseleler hakkında düşünmeyi ve Allah’ın ayetleri üzerinde tefekkür etmeyi bidat ve avamın itikadına her türlü muhalefeti dala¬let saymaktadırlar. Bunlar hâdis (yaratılan), kadîm (ezeli ve ebedi olan), mümkün (Mümkün el-Vucud) ve vacibi (Vacib el-Vucud) benzer bilen ve düşünceleri de madde ve cisimden öteye geçmeyen Hanbelî ve hadis ehli gibidirler.” (Esfar, C. 1, s. 5–6)

Bu grupta yer alan bazı insanlar hatta tevhit meselesini bile kulluğa dair bir mevzu olduğunu ve aklın bunu ispatla¬mak¬tan aciz kaldığını söylemişlerdir. (Usulu Felsefe, C. 5, s. 11, dipnotlar) Bu grubun taraftarları benimsedikleri yöntemi peygam¬bere nispet edilen “Yaşlıların dinine tabi olun” sözüne istinat et¬mekte ve avam halkın benimsediği akıl ve istidlallerden uzak taabudî şeylerin matlup olduğunu söylemektedirler. Ancak öncelikle; bu sözü peygambere nispet ettirecek ke-sin bir delil yoktur. Nitekim Merhum Mirza Kummi Kavaninu’l-Usul kitabının ikinci cildinde usulü dinde takli¬din caiz olmadığı meselesinde yukarıda zikredilen sözün hadis olmadığını ve itikadi konularda tefviz (ihtiyar, özgür¬lük) yöntemini benimseyen Süyfan Sevri’nin sözü olduğunu söylemektedir. İkinci olarak; bu sözü peygamberin hadisi olarak nakle¬den kimseler iplerini örmekle meşgul olan yaşlı bir kadının hikâ¬yesini de nakletmektedirler ki; peygamber yaşlı kadına hangi delil ile Allah’ı tanıdın diyince yaşlı kadın hareket halindeki örgüsünden elini çekti ve örgüsü durdu. O da bu meseleyi Allah’ın varlığına delil bildi. Burada Hz. Peygamber “Yaşlıların dinine tabi olun” diye buyurdu.

Bu rivayeti doğru kabul etsek bile başka bir şekilde yo¬rumlama imkânımız vardır. Zira yaşlı kadın Aristo’nun bi¬rinci muharrik (hareket ettirici) burhanını sade bir dille nak¬letmiştir. Bu durumda Peygamber Müslümanlardan bu hu¬susta akli delillerden sakınmamalarını ve bu yaşlı kadından geri kalmamalarını istemiştir. (Usulu Felsefe ve Reveşe Realizm, Şerhi Mutahari C. 5, s. 20–23)

Devam Edecek…
 


Selam ve Dua ile…


Mehdi AKSU