.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Büyük ârif Ayetullah Şeyh Muhammed Baharî Hamedani'nin bir öğrencisine yazmış olduğu mektup şöyledir:

Adalet ve Hakkaniyet Bilinci Adalet ve Hakkaniyet Bilinci

Saygıdeğer Şeyh Ahmed’in maneviyat aşamasında yapması gereken şudur: Her şeyden önce düşünmelidir; hür mü? kul mu? olduğuna karar vermelidir. Hür olduğunu düşünüyorsa, kendisi bilir, istediğini yapabilir. Ancak kul olduğunu düşünüyorsa, başında bir mevla olduğunu düşünüyorsa, başıboş değildir ve her dilediğini yapamaz. Kolunu bile kıpırdatacak olursa bunu niçin yaptığı ona sorulabilir ve bunun için uygun bir cevabı olmalıdır. Bu nedenle bütün insanları karşısına alacak olsa bile yine de bütün çabasını mevlasının rızasını kazanmak yönünde harcamalıdır. Hakiki mevlanın rızasını kazanmak ise ancak ve ancak takvalı olmakla mümkündür.

Yaratılışın asıl gaye ve hedefi ancak ve ancak kul ile Mevla arasında marifet ve muhabbet bağı oluşmasıyla gerçekleşebilir. Takvaya ulaşabilmek için kaçınılmaz olarak birkaç konuya dikkat edilmelidir.

Birincisi günahlardan uzak durmaktır. Günahları detaylıca öğrenmelidir. Her birinden kendir yerinde uzak durmalıdır. Günahlardan birisi farzları yerine getirmemektir. Bu nedenle üzerine farz olan görevlerini, kendisini ilgilendirdiği kadarıyla imkânları dâhilinde öğrenmelidir ve uygulamalıdır. Allah’a karşı gelmek, düşmanlık ve husumet için bir sebep oluşturmasa bile kesinlikle muhabbet ve marifet için bir basamak oluşturamaz.

Şeyh Ahmed derse ki: “Bir defada günahları bir kenara bırakamam, ister istemez günaha bulaşacağım”, cevabı şudur: Günah sonrasında tövbe edebilirsin ya, günahından dönen kul hiç günaha bulaşmamış kul gibidir. Dolayısıyla ümitsizliğe kapılıp da evde oturmak yanlıştır ve kul, yetmiş peygamberin başını vücudundan ayırmış olsa bile yine de tövbesi kabul edilebilir. Onun mevlası tüm şikâyetçilerinin rızasını almaya kadirdir.

İkinci olarak olabildiğince mekruhlardan uzak durup müstehapları yerine getirmeğe çalışmalıdır. Mekruhları küçük görüp de “tüm mekruhlar caizdir” demesin. Belki de bir mekruhtan uzak durmak veya küçük bir müstehap ameli yerine getirmek insanı akına gelebilecek her şeyden daha çok Allah’a yakınlaştırır. Bunu halkın durumunu yakından inceleyerek anlayabilirsiniz.

Üçüncü olarak gerekmedikçe mubahlardan bile uzak durmak. Yüce Allah birçok şeyi zengin insanlar için mubah kılmış olabilir; ancak gerçekte kulunun, kendisinden başkasıyla ilgilenmesini istemiyor. Bu nedenle kul da mevlasının bu isteğini göz önünde bulundurarak, haram olmasa bile bu dünyevî fazlalıkların tamamından veya bir bölümünden uzak durmalıdır ve bunu peygamberler (as) ve masum On iki İmamlara (as) uyarak yapmalıdır.

Dördüncü olarak Allah dışındakileri bir kenara bırakmalıdır ve kalbinde onun dışında hiçbir şeye yer vermemelidir.

Saygıdeğer şeyh Ahmet derse ki: Geçim sıkıntısı, çoluk çocuk, arkadaşlar vesaire derken insan nasıl Allah dışındakileri bir kenara bırakabilir? Bütün bunlara rağmen nasıl kalbini Allah’a özgü kılabilir? Bu, normal şartlarda çok çetin ve belki de imkânsız bir iştir.

Cevap olarak şöyle deriz: Senin uzak durman gerekenler, seni Allah’tan uzaklaştıranlardır. Bu kişilerle sadece gerektiği kadar birlikte olmalısın. Allah’ı sana hatırlatan kişilere gelince bu insanlardan uzak durmak doğru değildir. Hz İsa (as) şöyle buyuruyor: Kendilerini görünce Allah’ı andığınız insanlarla arkadaşlık yapın.

Kısaca Allah’ı arayan sâlik, bu iddiasında sadık ise zamanla, aşamalı bir şekilde, yavaş yavaş her şeyden kopup Allah’a koşmalıdır. Ancak bu kutsal yolda ona yardımcı olacak kişiler hariç. Ama bu da sadece gerektiği kadar olmalıdır. Öyleyse bu insanlarla birlikte olmak yüce Allah’ı anmakla çakışmıyor ve bu insanların sevgisi ilahî muhabbetin bir yansıması olduğu için ilahî muhabbetle çelişmiyor.

Şeyh derse ki: Bütün bunlar doğru da, yalnız biz bunları yapamayız. Zira bütün insan ve cin türü şeytanlar etrafımızı sarmış durumda, hiç durmadan vesveseler yağdırıyorlar. Bu şeytanlar hiçbir zaman insanın yolundan çekilmezler ve biz de bir anda her şeyden kopamayız. Geçimimiz sıkıntıya girecektir, bir başımıza kendimizi bile idare edemez hale geliriz. Nasıl sadece kendi işimizle ilgilenip kimseyle işimiz olmasın? Bu işler bizi aşar.

Cevap olarak şöyle deriz: Bu işler bir anda gerçekleşecek olursa dediğiniz gibi ve hatta daha büyüktür. İlk bakışta büyük bir dağ gibi görünüyor. Kolay değildir. Ancak gerçek şu ki yapamayacağımız işi bizden istememişlerdir. Yapmamız gerekenler aşamalıdır. Aşamalı olunca bu sorunlar kalkıyor. İnsanlar aşamalı olarak atmaca ve şahin gibi vahşi kuşları bile ehlileştirebiliyorlar.

Kısaca, hangi aşamadaysan, sahip olduğun azıcık güç var ya, kolaylıkla yapabileceğin ne varsa, tembellik yapmayıp onu yapmalısın. Bunu yaparsan o, senin gücüne güç katacaktır. Zira kendisi buyurmuştur: Sen bir karış gel ben bir arşın gelirim.

Tembellik yapacak olursan, o sahip olduğun azıcık güç de yok olmaya yüz tutacaktır. Örneğin akşam sabaha kadar uyudun diyelim, gece teheccüt için uyanmak istiyordun; ama olmadı, şimdi sabah namazı vaktidir, farkına varır varmaz kalk. Fecir vaktini uyanık geçirmek bile başlı başına Allah’ın bahşetmiş olduğu büyük nimetlerden birisidir. Tembellik yaparak bu fırsatı da kaçırma. Şeytanın “daha vakit var, biraz daha uyu” demesine inanma. Onun niyeti malum. Arkadaşlarınla birlikte oturup bir sürü boş boş konuştun diyelim. Kalbinin karardığını hissediyorsun. Ancak bir yolunu bulup yarım saat önce kalkabilirsin. Bu yarım saati kaybetme işte. Yarım saat önce kalk ve “yarım saat önce kalkarsam ne fark eder ki, sabahtan beri bu çirkefliğin içindeyim” deme. Allah’ın izniyle bu küçük işlerle çok büyük işler başarabilirsin.

Dolayısıyla Şeyh Ahmet, burada yazacağım şekilde hal ve hareketlerine çeki düzen vermelidir:

Her şeyden önce yaptığı iş her ne olursa olsun, vaktini ziyan etmemeğe çalışmalıdır. Bütün işleri için bir vakit belirlemelidir. Zamanını bölmelidir. Vaktinin bir kısmını ibadet için ayırmalıdır ve bu vakitte sadece ibadet etmelidir. Vaktinin bir bölümünü çalışmak ve helal kazanç için ayırmalıdır. Vaktinin bir bölümünü ailesiyle, çoluk çocuğuyla ilgilenmeye ayırmalıdır. Vaktinin diğer bir bölümünü ise dinlenmek ve şahsi ihtiyaçlarını gidermek için ayırmalıdır. Düzenlediği bu programı düzgün bir şekilde uygulayarak vaktinin ziyan olmasını önlemelidir.

Olabildiğince erken uyumaya çalışmalıdır. Akşam vaktini boşu boşuna oturarak geçirip de gecenin son bölümünü (teheccüt yerine) uykuyla geçirmemelidir. Abdestli uyumalıdır. (uyku öncesinde) hadislerde nakledilen dualardan okumalıdır. Özellikle Hz Fatıma’nın tesbihatını ihmal etmemelidir. Karnı tok iken cinsellikten uzak durmalıdır. Fecir vaktinden biraz önce uyanmalıdır ve uyanır uyanmaz şükür secdesi yapmalıdır. Kendi kendine uyanamıyorsa uyanabilmek için gerekli hazırlığı yapmalıdır. Uyandıktan sonra gökyüzüne bakıp da anlamını düşünerek başında “Gökler ve yerin yaratılışında” olan ayetleri “kuşkusuz sen vadine vefasızlık yapmazsın” bölümüne kadar okumalıdır. Sonrasında ise temizlik yapıp abdest almalıdır, dişlerini fırçalayıp, koku sürmelidir ve seccadede oturup “Allah’ım, semadaki yıldızlar sönmüştür” duasını okumalıdır. Ardından fakihlerin açıkladığı şekle uygun olarak gece namazına durmalıdır. Örneğin Şeyh Bahaî’nin Miftahu’l- Felah kitabında açıklandığı gibi veya Mesabih kitabındaki gibi ve diğer fakihlerin kitaplarındakine uygun olarak. Yerine göre namazın uzun veya kısa şeklini seçmelidir.

Kısaca gün doğumuna kadar olan vakti ibadete ayırmalıdır. Bu vakitte ibadetten başka bir şey yapmamalıdır. İbadet dışı işlerini bu zamana bırakmamalıdır. Daha düşünce işiyle uğraşmamışsa bu vaktin tamamını zikirlerle geçirmelidir. Düşünce vadisine ayak basmış ise eğer, elindeki düşünceye uygun amel etmelidir. Düşünce pınarı canlı ise bu vakti namaz ve zikir yerine düşünmekle doldurmalıdır. Düşüncesi duruk ise düşünmeyi bırakıp zikir peşine gitmelidir ve o anda kendisi için daha etkili gördüğü ibadetlere öncelik vermelidir. Bu, Kur’an okumak olabilir, dua olabilir, zikir, namaz veya secde olabilir.

Evet, bundan sonra evin işleriyle ilgilenmelidir ve gerektiği kadar ev halkıyla ilgilenmelidir. Daha sonra çarşıya çıkmalıdır ve gördüğü insanlara selamdan başka bir şey söylememelidir. Çarşıya girene dek kendi zikriyle ilgilenmelidir. Çarşıya girmeden önce söylenen zikri söyleyip çarşıda yerini almalıdır ve tezgâhını kurmalıdır. İşiyle ilgilenirken tezekkür halinde olmaya özen göstermelidir. Çarşıda zikir halinde olmak çok büyük sevap taşıyor. Çarşıda zikir halinde olan şahıs karanlık bir evdeki ışık kaynağı gibidir. Kendisini ilgilendirmeyen diğer insanların dünya işlerine karışmamalıdır. İnsanları kendi etrafına toplamamalıdır, onlara nasihat bile etmemelidir. Evet, birisinden bir yanlış görürse, uygun bir şekilde bu yanlışın önünü alabiliyorsa bunu yapmalıdır. Ancak etkili olmayacağını ve hatta daha kötü olacağını düşünüyorsa karışmamalıdır ve kendi haline bırakmalıdır. Namaz vakitlerine dikkat etmelidir ve olabildiğince abdestli olmaya çalışmalıdır.

Sabah namazından sonra yüz defa istiğfar etmeyi, yüz defa kelimeyi tevhidi söylemeyi, on bir defa Tevhid Suresini okumayı ve yüz defa “Allahumme salli ala Muhammedin ve âl-i Muhammedin ve accil ferecehum” demeyi ihmal etmemelidir. İkindi namazı sonrasına özgü istiğfarları okumalıdır ve ayrıca on defa Kadir Suresini okumalıdır. Elinden geldiği kadar oruç tutmaya çalışsın. Özellikle her ayda üç gün olmak üzere ayın ilk ve son perşembesi ve orta çarşambası. Sağlık durumu buna müsaade ediyorsa tabi. Sağlık durumu müsait değilse sağlığı korumak daha önceliklidir. Zira insanın vücudu, insanın bineğidir. Zarar görürse tamamen yıkılabilir. Ancak her zaman da onun istediği gibi olmamalıdır. Zira bu durumda asileşebilir ve artık söz dinlemez bir hale gelebilir. “En hayırlı olan orta olandır” kuralı burada da geçerlidir. İfrat veya tefrit suretiyle aşırıya gitmek her yerde yanlıştır. Bu nedenle hadislerde “iki kötü arasındaki iyi olanı alın” tavsiyesi yer alıyor. Gecenin herhangi bir vaktinde uzun bir secde yapması da uygundur. Bunu yorulana kadar yapmalıdır ve secde halinde söylediği zikir ise “subhane rabbiyel âla ve bihamdih” olmalıdır. Okuduğu, söylediği şeyler olabildiğince kalp huzuruyla olmalıdır ve aklı diğer yerlerde olmamalıdır. Ayrıca bunu sürekli yaparak ibadeti kendisinde meleke haline getirmelidir.

Şimdilik bu kadarı yeterlidir ve burada daha fazlası söylenemez. Gerekirse ileride yeni ilaveler yapabilirim inşallah.[1]


[1] Tezkiretu’l- Muttakin sayfa: 87-96